9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
962
Okunma
Akşama çeyrek kaldı. Hepi topu yarım saat bilemedin kırk beş dakika daha burada böylece yolunu bekleyeceğim işte. Sokak ortasında gelip geçene bakıp sahibini arayan bir terk ediliş bu. Hiçbir gözde baktığındaki ışık yok. Bakışınla içime akıttığın merhametse hak getire. Öz şehrimin üveyiyim bu akşamda. Bölük bölük etmişler yolları hiç biri sana götürmüyor beni ve hiç biri ne seni ne de hayalini lütfetmiyor egemen yenilgilerime diyet olsun diye. “Özlüyorum” diyorum “ben de” diyorsun. Hâlbuki sen, senden ayrı gayrı olmadın hiç. Omzunda uyumak nedir, kokunla bir düşün içinde kaybolmak nasıl şeydir hiç tatmadın ki.
Seni düşünürken ellerimin elimden çektiğinin hesabını tutmaktan usandım kaç zamandır. İlk gördüğümde “Yusuf demek ki…” deyip sol elimin iki parmağına çalmıştım bıçağın keskin yüzüne. Şimdi yokluğundan usanan yanımın, bir elinde ateş yanığı, diğerinde cam kesiğiyim, gece ağrısı boyumu aşan… Hala yazıyorum uğrundaki yalnızlığa.
Sen bilmiyorsun yokluğunun ne menem bir bela olduğunu. Gün doğuyor uyanıyorsun uzağımdaki günün koynunda, akşam oluyor yürüyorsun bacası tüten otağına. İki adımlık yolunda kaldırımlara vuruyor topukların sayarken hasretin yüzüne baka baka. İsmim geçerdi bir zaman gözlerinden, şimdilerde unutuluyor hatıram biriktiği aklının ince düşüncelerinde. El olmakta varmış diyorum. Bir acı türkü doluyor içime; “gözlerim sensen, galbimin tacı, gözümün nuru derdim ilacı” deyip sürüyor bitimsiz hasretinin acılarına. Yollar… Bitmeyen, öz toprağımda büyüttüğüm hasret.
Bir çocuk gülüyor yüzüme yürürken. Hayal gibi, masal gibi, kıvırcık saçlarına takılıyor acıtan sonuncu umudum, çekilip götürülürken minik ellerinden. Bir kuş çığlık atıyor feryat gibi mübarek. Onca kalabalığın içinde her adımıma adın dolanıyor. Nergis kokusu arıyorum uzaklardan gelip beni bulacak. Kokmuyor hiçbir çiçek. Yaşamıyorum sanki yaşatmıyor varlığını yola saran yalnızlığım.
“O da beni düşünüyor mudur?” diye sorardın ya hani duyanlara. Çekip sökemeyecek kadar sevildiğin bir coğrafyada adın parlıyor, güneşin ve ayın görünen parlak yanında. Nöbet tutuyor günler ve geceler isminle. Uykusuz dolanırsın ya hani gecelerin koynunda, gözlerime batan yıldız kırıklarını ayıklıyorum o zamanlar. Aklıyorum geç zaman sevdalarımı. Bu türkü hiç susmuyor gecelerin kör sessizliklerinden şafak sökene kadar.
Toprak kokuyor ya hani cemrelerin arkasından yağan nisan yağmurlarıyla, bulutlara nazire topluyorum sensiz bahçemin toprağını. Katlayıp kaldırıyorum sana ulaşmayan köklerimi.
Kör düşleri kuruyorum sana dair senden ayrı bir yerlerde. Bildiklerimi derin sularda boğuyorum durmadan. Yeni bir harita buluyorum başka bir dünyanın içinde yol aldıracak. Deli Dumrul olup kesiyorsun önümü. “Ölesim var” diyorum, sevesin tutuyor. Ölmeye yürüyeceksem aşk, doğmaya yürüyeceksem aşk diyorsun başını beklediğin köprünün başında. Dilimde aynı türkü… Zülfüm düşüyor alnımın ortasındaki yazgıya. Görünmüyor güneş, görünmüyor hilal. Kör düşlerim oluyorsun bitimsiz. El yordamı sesine yürüyorum. Vehmimde yaşayan hallerinde sesin saklanıyor ansızın bir dönemeçte. Köklerim ellerimde kuruyan bir ceviz ağacı. Kırılası kabuklarımdan fışkırıyor can, yaşımın harcı olmayan sevdamda ki acımla. Çalıların arkasına saklı engerekler zil çalıp oynuyorlar yalnızlığıma. Kurt kapanları kurulmuş karanlıklarıma. “Yoksun!”luk bulaşıyor ellerime avuçlarıma. Adın… Diyor ya şair: “…Adını mıh gibi aklımda tutuyorum…”.
Yusufsun diye susturuyorum kaleminin gölgesinde kalan beceriksiz aşkımı. Yutkunan bir ben miyim a canım. Bir ben miyim bu mor salkımının rengini güneşinin aldığı leylak ağacının dibinde unutulan kör yabancın.
Bu gece de uykumu haram etti yokluğun bana. Sen yine şairliğime say, içimde büyüyen hasretin sancılarını. Ben vuslata sayarım nasılsa… Hatıramda oldukça görmeye açılmayan gözlerinin kokusu, yokluğuna da alışırım, var gibi durduğun zamanlarındaki yakan yalan zamanlarına da.