14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1097
Okunma

Kendi kendine mırıldandı; telâşa gerek yok Müzeyyen. Ağrın olduğunu Nejat’a hissettirme.
Rahat ol. Derin bir soluk al önce. Ha, bak ağrı gitti şimdi. Çaydanlığı ocağa koy. Selda’nın
giyinip saçını taramasına yardım et. Orta okula gitmesine rağmen henüz kendi kendine
hazırlanamıyor.
" hani çay hazır olmamış Müzeyyen.Şimdiye kadar n’aptın kız?Hadi çabuk ol! Geç kalacam
bak."
"Tamam. Çayı demledim. Kahvaltılıkları getireyim. Hadi, masaya otur sen."
Müzeyyen ağrısı başlamamaı için içinden dua ediyordu." Yarabbim ne olur, şunları hayırlısı
ile başımdan göndereyim."
Selda seslendi odasından:
"Anne gelir misin? Bugün saçımı örmeni istiyorum, çabuk gel!"
" Geldim kızım çatlama. Babanın çayını koyup geliyorum."
" Geç kalacam ama!"
"Tamam, geldiim!"
Ağrı bacaklarından yukarıya doğru sokulmaya baçlamıştı.Kızına bu durmunu belli etmekten
korkuyordu. Anlarsa babasına söyler, o da bir panikle onuk hastaneye götürürdü.Hastaneye
gitmek istemiyordu bu sefer. Üç çocuğunu da hastanede doğurmuştu. Bu doğurmayı hiç
düşünmediği bebeği evde doğuracak. Bebek ölürse ölsündü. Ya kendine bir şey olursa diye
düşündü bir an. Allah esirgesin. Bebeği çeker alırdı. Bir şey olmaz, bir şey olmaz diyerek
olumsuz düşünceleri beyninden attı.
Kızı kıpır kıpırdı:
"Yavaş olsana kızım, bak saçını doğru dürüst öremiyorum. Ver o tokayı da bakayım, tamam
kalk hadi. Kahvaltını yap."
" Geç kalıyorum. Bugün yapmasam olmaz mı ya!?
" Olmaz. Çabuk ol bakayım."
Eşi ve kızı kahvaltı ederken ağrı çekerek yavaş yavaş oğlanların odasına yöneldi.Onlar daha
derin bir uykudaydı. Okula öğleden sonra gittikleri için yatmayı bilmemişlerdi. Çocukların
açılan üstlerini örttü. Yine yavaşça odadan çıktı.
Ağrısı olduğunu anlamamaları gerekti. Yoksa eşini durduramazdı. Apar topar hastahanenin
yolunu tutarlardı.
Bu bebeği kimseye duyurmamıştı.Tövbe haşa, sanki günah çocuğuydu. Akrabaları son ayda
öğrenmişlerdi ancak bir bebeği olacağını.Zaten kiloluydu. O da bundan son derece hoşnut
hiç söylememişti. Ta ki bebek iyice belli olana dek..
Yatak odasına girdi yatağını ağrılar içinde düzeltmeye çalıştı. İyiki kalkınca duş yapmıştı.
Yoksa şimdi çok zor olurdu. Eşinin ortalığa attığı giymekten vazgeçtiği giysileri topladı ve
banyoya kirli sepetine attı. Mutfakta eşinin sesi duyuldu:
" Hani sen kahvaltı yapmıyor musun Müzeyyen?"
" Siz yapın. Az sonra yaparım." derken hızlanan ağrıyla büküldü olduğu yere oturmak istedi
yapamadı. Eğik durumda öylece sancıyı geçiştirmeye çalıştı bir yandan. Buz gibi terler
boşalıyordu bütün vücudundan. Nefes almayı hızlandırdı. Korkuyordu. Bu bebeği yalnız
başına nasıl doğuracaktı. Soğukkanlı olmaya çalıştı. Güzel şeyler düşün kızım dedi eskiden
yaşadığın güzel olayları. Aklına güzel bir şey gelmiyordu. Tarlada yengesiyle birlikte güle
oynaya, daha doğrusu şarkıyla, türküyle yoğurarak çalıştıkları günleri düşündü. Öylesi bir
günde kaynanası görücü gelmişti eşine. Yengesi o gün için:" Kız Müzeyyen o gün öyle güzel
görünüyordun ki kaynananın seni beğebmemesi mümkün değidi. Güneşten pembelenmişti
yüzün. Valla tam da gelin istenecek bir kızdın. Ee onlar da köylü. Çalışkan bir kasabalı kız.
Senden iyisini mi bulacaklardı."
Eşinin yanına yaklaşan ayak seslerini duydu.
" Biz gidiyoruz.Git hadi, sende yap kahvaltını.N’oldu böyle betni benzin sapsarı.Hasta mısın
yoksa? Ağrın filân yok değil mi? Varsa hemen hastahaneye gidelim."
"Yok bir şeyim. Siz gidin. Kahvaltımı yaparım ben."
" E, iyi madem öyleyse" dedi eşi, pekte inanmış görünmüyordu..
Eşi Allahaısmarladık deyip uzaklaşınca oturma odasına geçti. Bebeğin doğunca giyeceği giyecekleri çıkardı zorlanarak kanepenin altından. Bir yandan düşünüyordu. Acaba bir şey
olursa kimi çağırırdı. Öyle çok samimi olduğu bir apartman komşusu yoktu. Müzeyyen üç
çocukla ancak başediyor, öyle komşularla fazla içli dışlı olmuyordu. Kendi başını kendisi
bağlayacaktı. Doğum yapınca neler gerekir diye düşündü. Makas, leğen, su yeter mi acaba
diye sordu kendine. Ha havlu da gerekir.Çocuğu silmek için de ayrı bir havlu. Canını dişine
takmalı bebeğini doğurmalıydı. İnşaallah oğlanlar kalkmadan bu iş biterdi.
Kızı kahvaltısı yapmış, uzaktan hoşçakal anne diye sesleniyordu. Son bir gayretle güle güle
diyebildi.
Oğlanların sesleri kıpırtıları duyuluyordu. Yok burada ortalık yerde doğuramazdı. Çocuklar
görebilirdi. Bebeğin eşyaları elinde yatak odasına gitti. Biraz daha ağrı savdıktan sonra banyodan bir leğen ve su bidonu aldı. Ilık su olsa iyi olurdu geçti içinden. Zamanının az
kaldığını anlıyordu. Ağrılar sıklaşmış bebek adeta dışarı çıkmak için zorluyordu onu.
Gerekli her şeyi yatak odasına getirdi. Çocuklar duymasın diye oda kapısını kapattı. Daha
sonra elbise ve yük dolabında ne var, ne yok boşalttı can haliyle. Soluk soluğa kalmıştı.
Bir süre yerdeki yorganların üstünde kıvrandı. Dolaba girmeliydi leğeni, suyu ve makası
yanına dolaba aldı. Son bir gayret ıkındı. Bebeğin leğene aktığını anladı.Son gayret bebeği
alarak bağını kesti. dolabın dışındaki havlunun üstüne koydu. Başarmıştı. Bebek yaşıyordu,
ölmemişti. Allah’a şükür o da yaşıyordu. Suyla temizlenmeye çalışarak silindi ve çıktı
dolaptan. Bebek kızdı. İkinci kızı olmuştu. Onlar üç kız kardeştiler. Kızının kız kardeşi
olmuştu. Bebeği havluyla silerek yanındaki giysilerini giydirdi. Derin bir nefes alarak
yerinden kalkmaya çalıştı, kolundaki bebekle.
Oğlanların birbiriyle güreştikleri, şakalaştıkları duyuluyordu yatak odasına. Kızı yanında
beyaz bir gülümsemeyle uyuyordu sanki. Müzeyyen, teyzesine benziyor, bana çekmemiş
diye düşünürken,kazandığı zaferle gülümsüyordu.Ya başaramasaydı? Aklına bile getirmek istemiyordu..
Resim öğretmeni Esra böyle doğmuştu..
13. 9. 2013 / Nazik Güülünay