1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
767
Okunma

Geçen zamanın hızlı, su gibi akan yıllarının getirdiği yer tam bir düşkün eviydi. Yıpranmış bedenini teslim aldığı zaman denilen en büyük yıkıcı ona aldırmadan yıkımına devam ediyor, bu haliyle çaresizliğini, her geçen günle de bu çaresizliğin her şeyin önüne geçtiğini sessiz ve hilesiz hissettiriyordu. Bencilliğinin doruk yaptığı, heyecansız bu zamanlarında içine düştüğü ateş, gözünü budaktan sakınmadığı, sebepsiz heyecanlarının bol, platonik aşkların elinde tutsak olduğu zamanlarıyla aralarında açılan mesafeye inat, ne bileyim belki de inattan değil, ruhuyla bedenini karşı karşıya getirmek için şeytan tarafından ateşlenmişti.
Bu tek kişilik oyun sonrası perde inerken, bis isteyen seyirciler değil, artık oyununu sahneleyecek tiyatro kalmadığını bilen oyuncuydu. Final sahnesini seyircisiz oynarken, zamanın buna bile razı gelmeyeceğini, onun için tezgahladığı kataküllüyü fark ettiğinde anladı.
Bırakın sessiz sedasız gelmiş ambulansın dikkat çekici rengini, günlerce kimsenin çalmadığı kapının ardında, giydikleri beyaz giysilerin yarattığı aydınlığı beyhudeye çıkaran adamların asık suratlarının eşliğinde sedyeye uzanmış cansız bedene bile aldırış eden olmadı.
İçine düştüğü uğursuzluktan habersiz olan bu mahalle, kimbilir art arda kaçıncı garibini kaybetmişti. Tek güzel şey ,hüznü Balat mevlevihanesinden mahallelinin alışkın kulaklarına akan henüz başlanmış rast makamındaki kâr-ı natık terennümdü.
* Öykümde kullandığım fotoğraf/resim bana ait değil, internetten alıntıdır.