- 749 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Baz'a Mektup
Ne yani, bir mektup sadece canlıya mı yazılır?
Hep canlılar mektup yazmaz değil mi? Arada benim gibi duyguları kaçak yapan birisi de yazabilir…
Ben ölülere de yazarım, ölecek olana da, dağa da yazarım, taşa da.
Üzülmeyesin diye yazmak istemiyorum ama kim tutacak dilimi, elimi ve kalemimi? İnsanlık öldüğünden beri kim susturacak kelimeleri ve kötülüğü, isyanı? Kim durdurabilir ki süregelen rezilliği?
Elimi bağlasam kim tutacak çığlıklarımı? Bağlayacak birisi de yok artık beni, insanlık yok olduğundan beri. Ölüler ülkesinde ölmek için direnen tek canlıyım belki de. Duygularım kadar ölüyüm ve güzelim hâlâ yaşanılanlar kadar. Saklıyım; yaşanılamayanlar kadar. Sen koca bir ömrü ufacık zamana sığdırırken, ben nasıl küçücük ömrüme büyük bir aşkı sığdırayım?
Söyle Baz, bu mektup da diğerleri gibi hep sorularla mı sürecek ve dahası cevabı da gelmeyecek değil mi yine? Belki de senden önce öldüğüm iyi oldu yoksa çekemezdim, çekememek değil de aslında yapamazdım biliyorum. Kendi rızasıyla bile ölmeyi beceremeyen birisiyim ben. Hem öldükten sonra yeniden doğma ihtimalimiz de var ve bu umudu göz ardı etmemek gerek. Ayrıca ölen herkesin yerine birisi doğarmış. Kim bilir bizim yerimize kimler doğdu Baz, kimler büyüyor, biz çürürken?
Yaşayamadıklarımız birikirken içimizde, içimizdekiler bu kadar diriyken ölmeyi başarabilecek miyiz? Ruhumuzla birlikte çürümeyi becerebilecek miyiz? Herkesin isteği buydu zaten, yok olmamızdı, çürümemizdi.
Başkasına değil de sana yazıyorum, çünkü sorularımın cevapsızlığı ancak senin sükûnetinde anlam bulabilir ve bazı şeyler cevapsız daha anlamlıdır. Başkası olsa çekemezdi bu sorularımı, biliyorum. Ama sen cevapsız bırakabilirsin gibi geldi, cevapsız ve sessiz. Mektuplar zaten hep sessiz gelmez mi? İçinde onlarca duygu barındırırken nasıl da sessizdir mektuplar. Seni arayamazdım, çünkü telefon çağından çok uzağız biz, aslında her şeyden, şu zamandan da uzağız, biliyorum. Bu bana sonsuz mutluluk veriyor, sonsuza kadar da verecektir. Dilerim sen de kendine mutlu olacak sebepler buluyorsundur, aramadan, elini her attığında, yüreğine her dokunabildiğinde.
Bazen zamanın neresinde olduğumu düşünürken buluyorum kendimi, kendimi bulabilsem, kaybolduğumu anlardım. Ömrü kaybolmakla geçen birisi için şimdi burada olmak pek de hüzünlü gelmiyor bana. Bir kitapta okumuştum; “insan hep seçtiği seçimleri yaşarmış, bir kere seçtiği zaman, o hep devam edermiş.” Yani şimdi burada olmak pek de garip gelmiyor, kaybolmalar devam ediyor, çocukluğumdan beri.
Yüreğimize dokunmaya pek vaktimiz olmadı, kendimizi bulmaya çalışmaktan. Peşimizde sürekli bir şeyler vardı, yakalayamadık birbirimizi daha doğrusu kaçmaktan kendimize bile dokunamadık. Tutamadık kendimizi koşmaktan. Dahası hayatı da yakalayamadık, bize verilen hayatı başkaları bitirdi, yaşayamadan. Yaşanılamayan şey hep eksiktir, yaşanılmadığı zaman içte bir yerlerde, durmadan büyür, serpilir, tüm benliği sarar. Belki o yüzden içimiz bu kadar genişledi.
Aşk bizim için, o ömür denilen yerine göre kısalıp, uzayan vakit içinde, ölümden kaçarken gördüğümüz tek rüyaydı. Gerisi etrafımızı saran, sımsıkı saran kâbuslardı.
Rüyaydı o gördüğümüz mutluluk.
Sen yarımımın tamamıydın, diğer yarımdan fazla bir şeydin. Bu yüzden öleceksem eğer, sensiz olamazdı. Yaşanılası bir şeydin sen, eğer yaşasaydım senden sonra, her gün intihar ederdim. Bir mezarım var mı, onu bile bilmiyorum. Ama öldükten sonra bize her yer mezar. Şu böcekler de bölmese uykularımı, aslında pek de huzursuz sayılmam. Sen neredesin bilmiyorum ama uzaklarda olduğunu hissediyorum. Yıllarca uzaklıktasın bana, biraz daha erken doğsam ya da hiç doğmasam bir şeyler değişir miydi acaba?
Yaşlansaydım ne değişecekti?
İnsanın içinde dokunulmamış temiz bir yer kalmalı hep, bir tek nokta bile olsa dokunulmamış olmalı. Kimse bilmemeli. Böyle bir yer var içimde işte, dokunulmamış çocuğum var içimde, çocuklar kirlenemez!
Ne olursa olsun, ne değişirse değişsin ya da değişmesin, sen benim için hiç değişmeyen bir şeysin, içimdeki çocuğa benzetiyorum seni, belki de içimdeki çocuk sana benziyordur, senden bir şeydir. Hiç kirlenmeyecek bir şeysin, içimiz gibi, ikimiz gibi…
Ölmek, yaşamanın o ağır yükünden kurtulmak gibi, donmak yok artık, o karlı kış günlerinde. Ellerin eldivenin içinde bile ısınamazken, şimdi sıcacık toprak ısıtacak, bir daha hiç donmamak üzere. Tabi önümüzdeki zamanlarda sana yazabilecek kadar elim olur mu bilmiyorum, neredeyim onu da bilmiyorum ve bilmemek yükümü daha da hafifletiyor.
Yaşanılası bir şeysin sen
Ben sanki her gün intihar ediyorum.
Hep yaşanılırdın sen, ölünmezdi sana, ölmemi de istemedin zaten hiç, biliyorum. Bilebildiklerim bilemediklerimin yerine geçmedi hiç, bildiğim şeyler sayılmadı, bilinemedi kimseler tarafından, adı yalnızlıktı bunun. Anlaşılamadığım sürece yalnızdım ve sevgiden daha önemliydi anlamak, anlaşılmak.
Anlaşırken insan içinde birçok duyguyu besleyebiliyormuş, hepsi birden sığınabiliyormuş tek bir yüreğin içine, çocukluk, kadınlık, kardeşlik, arkadaşlık, dostluk, üşürken bile bu duygular ısıtabiliyormuş insanın içini. En çok ellerimin, ayaklarımın üşümesinden korkardım, acıkmaktan, aç kalmaktan bile bu kadar korkmamıştım.
Gülüşlerin iğretisinden düştüm ve en çok ağlarken yenildim. Ama artık ağlamalarıma da aldırmıyorum, onları saklayabildiğim sürece. Güzel de bir yerim var doğrusu, içimdeki çocuk ve çocuklar asla kirlenmezler.
Okuyamayacak olsan da sana yazmak çok güzel, belki de buradaki tek canlılık bu.
Sen hiç okuma olur mu?
Her gece yıldızlar belirdiğinde gökyüzüne, yanına geldiğimi de görme.
Seninle konuşmadan, dokunmadan da anlaşmanın bir yolu vardı, biz bulduk.
Yirmi Sekiz Ağustos İki Bin On Üç 10 20
Nevin Akbulut