6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1285
Okunma


Kadın keşkülündekileri yavaş yavaş yerken gayet mütebessimdi. Adam onu izliyordu. Ellerini, dudaklarını, yüzünün her çizgisini ezberine alıyor gibiydi. Başını kaldırıp karanlıkta ışıl ışıl parlayan yıldızlara baktı.
-Lütfen, dedi adam. Lütfen tüm parçaları bitir.
Kadın, ince ve uzun parmaklarını tadına doyamadığı yemeğin üzerinde gezdirdi.
-Son iki parça, birini ister misin?
-Hayır, dedi adam kesin bir ifadeyle. Hepsi senin için.
Kadın kalan son yıldız kırıntılarını da yavaşça yedi. Karanlığı içine çekti biraz. Hafif bir çöl rüzgârı saçlarını uçurdu. Adam kadının önünden keşkülü aldı. Elindeki heybeye koydu usulca. Rüzgârda etrafa uçuşmaya başlayan parşömenleri toparladı. Ardından mürekkebi kapatıp, diviti kadife kutusuna yerleştirdi. Kilimin üstündeki lambayı önce azar azar kıstı, etrafta unuttuğu herhangi bir şey olup olmadığına iyice baktıktan sonra lambayı üfledi. Şimdi bu ıssız dağ başında yalnızca kum, rüzgâr, ay ve yıldızlar vardı. Kadın bu kadar karanlıktan tedirgin oldu önce, bu toparlanmadan bir anlam çıkarmaya çalıştı. Yüreğinde ince bir sızı duydu. Ses etmedi… Gözlerini yere eğdi. Adam bir derviş edasıyla doğruldu oturduğu yerden, kalkarken kumlar karıştı rüzgâra. Uzandı tek tek topladı yıldızları gökten. Hepsini heybesine doldurdu. Az ötedeki dipsiz kuyuya doğru yöneldi, heybeyi usulca kuyuya indirirken akan gözyaşlarını kadına göstermedi. Tekrar yavaşça bağdaş kurup oturdu kadının önüne.
Bulutsuz bir gecede yalnız dolunayın aydınlattığı bu iki beden öylece bekledi uzun müddet. Adam kadının kınalı ellerine baktı uzun uzun, uzanıp tutmak istedi. Tutmadı… Ürkerek başını kaldırdı kadın. Adamın sürmeli kara gözleri ile kadının bal köpüğü gözleri belki ilk kez bu denli yakındı birbirine. Kadının gözlerinde, fırtınalı bir deniz gördü adam, üzerinde sulara yenik bir gemi… Adamın düşlerinde ise siyah bir at doludizgin koşuyordu denizin köpüklü dalgaları arasında. Dur durak bilmiyordu… Kadın uzanıp atın yelesinden tutmak istedi. Tutmadı.
Konuştular bir süre, dudakları hiç kıpırdamadı.
-Emanetlerim, dedi kadın.
-Yüreğim, hepsine yed-i emin.
-Onca şiir?
-Dipsiz kuyunun içine medfun.
-Yüreğim?
-Onu sana bahşettim.
-Ya ellerim?
-Onları bana verir misin?
-...
Tiz bir çığlık böldü rüzgârın ahengini.
Adam karanlığın içinde yok olurken, sırtındaki torbaya koyduğu ellerden alev alev yanıyordu entarisi. Çünkü kadın aşkın ateşini avuçlarında taşımıştı yıllardır. Kadınsa dipsiz kuyuyu bileklerinden akan kanla doldurmaya başlamıştı bile çoktan…
*
keşkül: Gezici bazı dervişlerin ve dilencilerin ellerinde tuttukları, Hindistan cevizi kabuğundan, metalden veya abanozdan yapılmış dilenci çanağı. (TDK)
/ mai /
songülsezgindoğan