5
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2556
Okunma

‘Yazar olmak istiyorum. Bu konuda senin benden daha tecrübeli olduğunu düşünüyorum. Bu sevdaya yeni tutuldum. Birkaç şiirim ve üç tane de pek uzun olmayan öyküm var. Bana yardımcı olur musun? En azından ne yapmam gerektiğini söyle. Çok mu kitap okumalıyım? Dostoyevski’nin üç kitabı hariç bütün kitaplarını okudum. Puşkin, Gogol, Turgenyev, Tolstoy, Balzac, Thomas Mann, Victor Hugo, Emile Zola, Andrê Gide aşina olduğum yazarlar. Sence ne yapmalıyım. Daha çok kendimi okumaya mı vermeliyim yoksa yazmalı mıyım? Kendime güvenim olmadığı için sana yazdıklarımı göndermiyorum ama bana yararlı fikirler vereceğini umuyorum.
Saygılarımla.’
Bu mektup, yukarıda yazılı istek için yazılmıştır. Dostoyevski’yle ya da başka bir yazarla herhangi bir ilgisi yoktur.
Bu sessizlikten korkmadığım için seninleyim. Yalancıların dolaştığı, karnı burnunda suskunların bahaneler uydurduğu toprağın üzerindeyim. Pekâlâ, bana inanmıyorsun. Toprak yok, sessizlik denen bir şey de yok, karanlığa inanabilir misin peki?
Biçim özün ruhuna ait kalabilir mi? Uykusuz kaç gün dayanabilir insan? Şekli bozuk olduğunda herkesin aynı tepkiyi vereceğini biliyorum. Küçükken çamaşır makinesin karşısına geçer, yıkama işlemi bitip de sıra sıkmaya geldiğinde, makinenin kalın camına burnumu dayayıp, makinenin sıkma sesini dinlerdim. Sonra geriye doğru çekilir, hangi metalden yapıldığını bilmediğim merdanenin makine içinde son dönüşlerine tanık olurdum. Televizyonda rast gelmiştim: ‘Otistik çocuklar çamaşır makinesini izlemeye bayılırlar.’ Uzun bir süre bu fikri üzerimden atamadım. Hem akraba evliliği hem de çamaşır makinesi benim aklımda bir takım sorunların olabileceğini gösteriyordu.
Tutkularım ölü bir timsahı andırıyor. Kocaman dişler, nefis katmanlardan oluşan derisi ve kuvvetli ayakları… Kim korkar ki ölü bir timsahtan? Ölü bir timsahın yiyicileri de küçük kurtçuklar, dişlerim kadar böcekler ve vızıldayan sineklerdir. Terk etmek istiyorum. Biliyor musun terk etmenin erkekçe olanına bayılıyorum. Kadınsı hali de var mıdır terk etmenin? Pencereyi kapatıp, evin içinde senden geriye kalan hiçbir şeyi düşünmeden çantasız, kitapsız, kalemsiz çıkıp gitmek… Cüzdan tabi ki pantolonun herhangi bir cebinde olmalı. Biraz para şart! Terk etmek… Dünyayı terk etmek isteyenler… ‘Ölüm olmasa sence bu kadar insan dayanabilir miydi yaşamaya?’ Bir gün terk edeceklerini bildikleri için bu kadar ağırdan alıyorlar yaşamı.
Kelimeler de ağır ağır yol alan solucana benziyorlar. Çok uzun zamandır solucana rast gelmedim. Biliyor musun, elime kelebek de konmadı. Hayatın bohem ve boğucu inşasından uzaklaşmak istediğimde bunu kastetmemiştim. Yani tabiatı eksik, oksijeni az, betonlar arasında bir yalnızlığı kim ister ki? Beckett diyor ki:’ Yazı yazmak beni sessizliğe sürükledi.’ Daha fazlası oldu, kötülerin de kötüsü. Bir daha asla çocuksu cesaretle solucanları avucuma alıp, saatlerce dışarıda top oynamayacağım. Sokakta yürürken önüme top oynayan çocuklar top atsa, topa vurmaktan çekiniyorum. Malum, giydiğim ayakkabı yırtılabilir. Hem topa vursam bir arabanın kaputuna ya da aynalarından birine denk getirip, hasar verebilirim. Bunları niye söylüyorum? Geçmişi özlediğim için mi? Hayır, Siyonistlerin ağına düşmüş televizyon kurdu bir insanım. Duygularım ve düşüncelerim körelmek üzere. Aklımı kontrol etmek istiyorum. ‘Mind control’ düğmesi uzaklarda bir yer de ve beni avutan kalbim çok içerden çalıyor. Eğer sevgi olmasaydı, aklıma dayanamazdım. Her insan deniyor, seviyor ve aklının pek de önemli olmadığını anlamaya başlıyor. Fakat başka akıllar senin yüreğinden gelen sevginin önemsiz bir şey olduğunu sana ezberletme çabalarında başarıya uğraşıyorlar. Sonuçta bir robot gibi kontrol edilen, duygusuz sekiz-beş bir mekanizmaya dönüşüyorsun.
Bir kitap yazmayı, anlaştığın yayınevi aracılığıyla onu bastırmayı, ünlü kitapçıların raflarında kitabına rast gelmeyi sen de çok isterdin değil mi? Ben de istiyorum. Ama birilerinin seni dinlemesi gerekiyor. Seni ben dinliyorum, ama beni kim dinliyor? Buna cevap verebilseydim eğer boşa yiten onca zamanımı değerlendirip, dosya haline gelebilecek kitaplar konusunda çalışırdım. Çünkü çevrende seni mahvetmek için bekleyen düşünce mefhumundan uzakta mangalar var. Onların ellerinde tabanca, tüfek ya da kama yok. Onlar daha tehlikeli; derinlemesine okuyup, kısa sürede okuduklarını hafızalarına yazıp, sonra da aynı dikkat ve zekâyla yazabiliyorlar. Kısacası, onlar sömürgeciler. Tahsilleri ve apoletleri bir başkasını küçümseme üzerine kurulu yaratıkların gözlerinde ateş var. Onlar her yerde! Bakmaktan yoruldum. Korkum ‘ya boğulursam’ sorusunda! Ya boğulursam? Uzun süre sessiz kalanlar, susanlar bir gün boğulurlar. Gırtlağının nemi kurur. Ses tellerin Japon yapıştırıcısıyla etinin zarına yapışır. Kutsal hiçbir su çare bulamaz. Sesini kaybetmişsindir. Tüm bunlardan önce aklını çalan gündelik televizyon programları, manşetlerde boy gösteren tekerrürden ibaret haberleri ve senin olmayacak bir şeyi sana ömrün boyunca reklamını yaptırdıkları son modelleri aklına doldurmuşsundur. Sevginin yeri yoktur. Etrafında yaşayan bir ölüsündür sen. Çevren şöyle şekillenir:’ Sevmeyi bilmeyen insanların çıkardıkları hacimli kitaplar, ritmi hoş, söyleyeni boş şarkılar, uyuşturucu gibi birkaç saniye seni hipnoz etmekten başka hiçbir şeye yaramayan görsel tatmin aracı filmler, cinsel organları su geçirmesi mümkün olmayan zevk emici çamaşırları arasında belirgin halde dolaşan insanlar…’ Dahası da var.
Bunları gördüğün zaman, daha fazlasına hangi mizanla yaklaşmak isteyeceksin? Adaletten mi bahsedeceksin? Tacize uğrayan annen, eşin, kız kardeşin, kızın olmadığı sürece, işkenceye uğramış hangi kadın için yumruğunu sıkıp ‘bu böyle olmayacaktı işte’ diyebilirsin? Diyemezsin, demeyeceksin, hiç dememiştin zaten. Ben dedim de ne oldu? Kendimi küçümsemekten nefret ediyorum ama küçüğüm. Başkasının düşündüklerini ölçüt almıyorum. Küçüklüğümü mutfakta tezgâhın üzerinde domates doğrarken parmaklarımın az ötesinden geçen hamamböceğine bakarak hesaplayabiliyorum. Ne büyük bir nimet değil mi? Hesaplayabildiğim şeyler var. Herhangi bir sekizgen yapıya ait kubbenin ya da mimari bir yüzeyin integral hesabı, ortalama bir zihni sekizinci kattan atmaya benzer. Duyumsadıklarım senin olduğu kadar, herhangi bir insana da ait! Teyzem mesela. Bu dünyada çiçek olmasını istediğim insanlardan. Onu vazo içindeki kaliteli, besini bol toprağa diker, ömrüm boyunca da kurumasını engellemek için uğraşırdım. Sarı bir lale gibi rüzgârı kalbine işleyebilen nadir insanlardan! Rab bazı insanları yaratma konusunda çok farklı metotlar uygulamışa benziyor. Aklım yetmediği için, putperestler gibi inanmak istiyorum. Neye mi? Elbette kadere! Sen de inanıyor musun?
Bir gün orta yaşlarda adamın biri şu garip soruyla yüzümdeki donukluğun manasını çözmek istemişti:
-Kendini tanımlamak isteseydin, nasıl tanımlardın?
Adamın yüzüne baktım. Kaşları arasından birkaç kıl özgürlük savaşı vermiş ve alnına doğru uzamışlardı. Burnunun ucu sert, mermer bir sütun gibiydi. Dudakları sincabın ağzına benziyor, diliyle incecik dudaklarını yalarken, bir yandan da cebinden çıkardığı bezle gözlüğünün camlarını siliyordu. Yüzüme baktığı an cevap vermeyi düşünüyordum. Yüzüme baktı. Sorduğu sorunun cevabını yüzüme bakmadan almak istiyordu. Bunların hepsini ben düşündüm. Tabi gerçekte ne düşündü bilmiyorum.
‘Vakitsiz’ dedim kısık bir sesle. ‘Anlamadım’ dedi. ‘Vakitsiz, kendimi vakitsiz olarak değerlendiriyorum. Tercihlerim konusunda vakitsizim. Ya çok erken davrandım ya da hiç karar veremediğim için hep karar verenlerin ortasında kaldım. Bu yüzden kendim ‘vakitsiz’ olarak tanımlıyorum’ diye söylediklerimi bitirdiğimde, adam ayağa kalktı ve hiç konuşmamışız gibi yürümeye başladı. Bir dakika sonra kendime sordum:’ Neydi bu şimdi?’ Eğer beni deneyecekse, bana akıl filan verecekse, daha iyi bir yerden konu açabilirdi. Ama adamın sorduğu soruya da, ayağa kalkıp, hiçbir şey söylemeden de gidişine de sinirlendim. Paketten sigara çıkarıp, elim titrerken çakmakla ucundan yaktım. Son zamanlarda da kendimle çok konuşuyorum. Yine aynı sahneyi yaşadım. Bir hiçin tohumundan başka bir şey değildim. Hiç olmam beni değersiz kılmadığı gibi, yüceltmiyordu da! Kabul ettim çevremi. Ağaçlara baktım, Kuşları aradı gözlerim ağaç dallarında. Birkaç kuş yuvası gördüm. Kuş yuvası görünce de bu sefer evsiz, barksız insanlar aklıma geliyor. Kafamı çevirdim. Ayakkabıma baktım. O an üzerimde başka bir şey olsa, ona bakacaktım. Pantolon ve üst giysim normaldi ama ayakkabım anormal geldi. Birkaç saniye sonra evsizleri unutmuştum. Nerden doğduğunu bilmediğim derin bir sızı avuç içimdeki hayat çizgime benzer bir çiziği hafızama kazıdı.
Sevgili arkadaşım, sana deniz suyunu karıştıran yelden, sabah güneşinden, ekşi Girit yoğurdundan, Güney Anadolu üzümlerinden, çok sevdiğin hamsi tavadan, tuzlanmış, dörde kesilmiş kalınca organik bir salatalıktan bahsetmek isterdim. Fakat bebekler geliyor dünyaya. İnsanlar ölüyor. Haberleri izlerken sahte bir rehavet duygusunu içimize gömen yalancılarının gözlerine kalemimi sokmak istiyorum. Bunları aslında ben de yapamam. Ben de suçsuz bir yalancının tekiyim. Suçsuz olmak denememiş olmak değil midir? Denemek mi istiyorsun? Kabiliyetin var mı? Hiçbir şeyi yapamadığımı düşündüğüm anlarda, öncesinde yapabileceğime dair aklımın ucundan geçmeyen şeyleri yaptım ve pişman da olmadım. Yazar mı olmak istiyorsun? Kalemini herhangi bir yanlışa, hataya kimsenin fikri dayanışması olmadan hür ve gür bir şekilde, yalnız olduğunu ve hep bu yalnızlığı ruhunun sırtında kambur olarak taşıyacağına bile bile saplayabilecek misin? Herhangi bir eli kalem tutan mı olmak istiyorsun? Kadın erkek akrabalarımın hemen hemen hepsinin evlenmeden önce bir şiir defteri tuttuğunu sana hiç söylemiş miydim? Bu kadar basit mi sence? Tornavidayla vida sıkmak kolaydır ama tornayla çelikleştirilmiş bir deliğe şekil vermek kabiliyet ister. Sende yetenek var mı? Olduğunu farz sayalım. Dayanabilecek misin? Peki, benim gibi birine bu arzunu danışarak hayatının yanlışını yaptığının farkına varabildin mi? Sana umutsuzca mı konuşuyorum. Azıcık da olsa ümit mi vermeliydim? Vicdanın rahat mı? Parayı bulunca fiyakalı elbiseler içinde, kışın Uludağ’da, yazın Bodrum’da tatil yapmayacağına dair kime söz verebilirsin? Düşün ki ilk çıkardığın kitap üç yüz bin adet sattı. ‘Hey gidi yandan çatma delikanlı, hey!’ Yirmi beş yaşında hayata gözlerini yuman Dobrolyubov vardır. On üç yaşında şiir yazarak edebiyata atılmış ve on iki sene sonra yirmi beş yaşında veremden ölmüştür. Üç kitabını okumadığın Dostoyevski kendisinden on beş yaş küçük Dobrolyubov ile uzun tartışmalara, fikir alışverişlerine girmiştir. Genç yaşta bir dehadan, eleştiri dehasından bahsediyoruz. Sen kendi zekânı denedin mi? Kendini çok zeki mi sanıyorsun? Bir başka işe yaramazdan, kendi adına fikir istemen, kolaycı bir insan olduğunu gösteriyor. Belki ben çok sinirli biriyimdir ya da bu soruya cevap vermesi gereken insan ben değilimdir. Ama mademki zamanım çalındı, baştan bir hezeyan, baştan düşlerini satmaya niyetli birine akıl vermem gerekti, evet, bu aklı sana kimse vermez arkadaşım, dinle beni:
-Hayal kuruyorsun. Çok hayalperest bir insansın. Sen ve senin gibiler bu dünyanın içinde her gün nefes alıp veriyorlar ve kimse, Yaradan bile demiyor ki ‘bunlar niye hâlâ yaşıyorlar, bunların niye canını almıyorum.’ Sen kendi bataklığından kurtulabildin mi? Hür müsün? Hangi düşünce altında zapt olunmuşsun ve hangi fikirler seni kendi mevcudiyeti içerisinde sürüklemeye devam ediyor? Ben kendi yaşamamın, sen kendi yaşamanın tutsağıyken nasıl olurda metafiziğe aykırı, metaforları bol bir yaşamdan söz edebiliriz? Uslu ol, kitap okuyorsan oku ve yazmak istiyorsan okuduğun kitabın sayfaları içerisindeki boşluklara not al. Bu sana yazmak için yetmeli. Düşünsene:’ O kitap elden elde dolaşıyor ve onlarca insan hem kitabı hem de senin sayfalar arasına sıkıştırdığın ufak notları okuyor.’ Bu da gurur verici bir şey olsa gerek! Daha büyük gururlar mı istiyorsun? Tatmin değil misin? İş değiştirmek isteyen, çalıştığı ofisin klima markasını beğenmeyip, yan kuledeki rakip firmanın ofisine taşınan acizden farkın olmalı değil mi? Beni dinle. Madem akıl istedin, bu sevdadan vazgeç arkadaş! Alman mühendislerin feci zekâlarından doğan, farklı uçuş stiline sahip oval şeklindeki araçları görüp de hâlâ ufonun olduğunu var sayamazsın. Kitapçılarda gördüğün kitapların yüzde sekseni ufodur. Yüzde yirmisi ise ancak sana bir şeyler verebilir. Yeni bir ufo olup, rezil etme kendini! Uçacaksan, adam gibi, bildiğin yolda uç! Bildiğin yolda uç ki, tarlada çalışırken seni gören insanlar sana gülümseyen yüzleriyle selam versinler.
Farkındayım. Sanırım ben de uçtum arkadaşım ama bana güveniyorsan yine de söylediğimi unutma. Bu sevdadan vazgeç. Okumaktan değil ha! Sakın, okumak kadar faydalı bir eylem yoktur. Pek çok arkadaş edinirsin böylece. Hırsızından, katiline, en güzel kadından, en mutlu aileye kadar her şeye kitaplar sayesinde sahip olabilirsin. Yine de üçüncü kez tekrar ediyorum, farkındayım ama sen bu sevdadan vazgeç. Hayallerini yaşa, yazma!
Yazdıklarını müsait olduğun bir zaman gönderirsen sevinirim. Onları okumak istiyorum. Hem merak ettim açıkçası. Bakalım ne kadar yalnız kalabilmişsin!