11
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1822
Okunma

Bugün de güneş yok Hamit. Balkon yine ıslak. Yoldan geçenlerin siyah mantoları bezgin bir kımıldanışla asılıyor omuzlarında. Bilirsin, ben ıslağı sevmiyorum. Babamı götürdülerdi ya bir gece. Annemle ıhlamura bakıp dua ettik. Annem belki ıhlamura bakmıyordu. Ama ben kesinlikle hayatımdaki en büyük şey olan ıhlamura sığınmıştım. Sonra uyumuşum. İki yıl kadar. Uyandığımda sedirde bir adam yatıyordu. Sakalı uzamış, ağzı biraz gevşemiş. Yine yağmurlu bir geceydi. Adamın uzun saçlarından sızan sular, tahtaların üzerinde göllendi. Annemin terliğine kadar yürüdü bazısı. Sonra nenem geldi. Omzunda kara atkısı. Koca bir yağmur bulutu gibi doldu odaya. -Başkalarının neneleri hep ufak topaç gibi bir şeyken benimki alabildiğine heybetli bir sur gibiydi.- Elindeki feneri ne yapacağını bilemedi önce. Sonra usulca eğilip yabancı valizin kenarına bıraktı onu. Olduğu yerden uzun uzun baktı adama. Gözlerini kıstı. Dudaklarını ıslattı. Titreyen çenesini eliyle kapattı sonra. “Bu o değil” dedi. “Analar tanır evlatlarını.”
“Gel” dedi annem. “Babanı öp.” Ben ıslaktan ilk kez o vakit tiksindim Hamit. Uzaktan bakıp çekilecektim. Ama adam bırakmadı, saçlarımdan tutup, ıslak tavuk kanadı kokan gömleğine bastırdı beni. Doğrulurken yüzüne baktım. Babam.
Hamit, şu an var ya, hiç yapmamam gereken o şeyi yapıyorum yine. Balkondan yere kadar olan mesafeyi ölçüyorum. Ben diyeyim dokuz metre. Yani, upuzun bir tavanla yer arası. Ani bir kararın infazı bu kadar uzun olmamalı. Zaman, her daim vazgeçirmeye meyillidir Hamit. Üçüncü metrede vazgeçtiğini düşün. Zaten yağmur var. Islaksın. Tiksiniyorsun sürtündüğün her şeyden. Sana bir şey söyleyeyim mi? Bu kadar tiksinmezdim belki ıslaklıktan, geceleri annemi banyoda ağlarken yakalamasaydım. Karataş kurnaya eğilip, kanlı etlerini yıkardı mütemadiyen. Üzerinde lastikli basma eteği. Göğsünün üzerine kadar çekilmiş ve ıpıslak. Saçları ıslak. Bir keresinde gördü beni. Utanır, saklanır sandım. Öyle yapmadı. Saçlarını geri sıyırıp, gözlerini yumdu ve bir türkü söyledi: Dünya dünya bal tadı. Dünya beni aldadı.
Karşımda mavi bir leke var. Durmadan köpüren ve hırlayan. Deniz diyorlar, ben inanmıyorum. Küçük bir maviliği şeker torbasına doldurup mahallenin çukurluğuna boşalttılar. Muhtar yaptı belki. Geçen seçimlerde herkese daha müreffeh bir hayat vadetmişti. Müreffeh hayat denen şey, anadan atadan kalır insana Hamit. Bana bir ıslaklık miras kaldı ama adı deniz değil.
Pazardaki sergilerden sarı boyalı bilezikler aldım. Koluma takıp en kalabalık yerlerinden geçtim mahallenin. Remzi’nin kahvesinde başka yerlerden göçme bir tuhaf adamlar oturur. Ekseri orada oyalandım. Umdum ki biri peşime takılır, eve girer, boynumu boydan boya yarar. Altın sandığı şeyler hürmetine. O zaman annemin inandığı Tanrıya giderim. Ihlamurun yukarısındakine. O’na derim ki; “Dünya dünya bal tadı. Dünya beni aldadı.” Ama olmadı. Bir gece rüyamda gördüm. Karanlık bir oda. Sonra bir köşeciği aydınlandı yavaştan. Bir yatak. İçinde annem sırılsıklam. Babam duvar dibine çökmüş, ayak tırnaklarını kaldırmaya çalışıyor. Annemim boynundan sızan kan, kısa kollarından süzülüp yukarı dönük avuçlarında birikmiş. Tavandan sarkan ışığın içinde uçuşan tozlar, az önce burada olup biteni anlatmaya yeter miktarda. Gözüm seğiriyor. Hayatımda ilk defa. Uzun bir zaman sonra ışığın içinden iki güzel adam çıkıyor. Ellerinde düdük olmuş bir kağıt. Açıp okuyorlar. “Bu Tanrının buyruğudur. Ey memnuniyetsiz kullarım! Sizlere sonsuz rızık ve azap dolu bir hayat bahşettim. Yiyin için, sevin ya da birbirinizi öldürün. Ama ben size adil bir gün de vadettim. Zalimler orada önlerine geleni tadacaklar. Mazlumlar da altından baldan ırmaklar akan cennete gönderilecekler. Ve ben bunları size birçok kere bildirdim. O halde neden hala değiştiremeyeceğiniz vakalara isyan ederek beni işgal ediyorsunuz. Susun ve o adil günü bekleyin. Şüphesiz ben de sizinle beklemekteyim.”
Hamit, ben o rüyadan sonra duruldum biraz. Benimle birlikte bekleyen bir Tanrının olduğunu bilmek -neden bilmem- iyi geldi. Sonra çok zaman geçti. Dedim ya, zaman her daim vazgeçirmeye meyilli. Beklemekten vazgeçtim. Şimdi gidip gelip şu balkonla yer arasını ölçüyorum.
Ah Hamit! İnsan ne kadar zavallı. Herkesin içinde çürümüş bir oda var aslında. Ve o çürümüş odaya hapsettiği bir delisi. Kimi salıyor onu, kimi kendine zincirliyor. İnsan içindeki acı safrayla ne kadar yaşar ki. Ne kadar güler? Akşamları, çatısının üzerinde türlü yıldızların oynaştığı evimizde, kilimin üzerine uzanıp şakrak bir filmi izlerken bile belki on defa ölesim geliyor. Beşik sallarken, saçlarını tararken çocuğumun ve sevişirken sevmediğimle, hep o ıslak kadın var yanımda. Keşke onun gibi cerahati dışarı akan yaralarım olsaydı. Böyle su toplamış bir yanık yarası gibi dolaşmasaydım.
Ben gerçekten yaşıyor muyum Hamit? Nefes alırken ayak parmağıma yürüyen oksijenin tuzunu hissedebiliyorum. Sanki ıslak balkonumda değil de, sık ağaçlarla ve kalın siyah taşlarla çevrelenmiş bir ormandayım. Etraftaki eğrelti otlarının üzerine çöken sisin altından sessiz bir dere akıyor. Hareketsiz, uykulu ve sırılsıklam bir gölün kıyısındaymışım gibi hissediyorum. Az sonra bacaklarımdan yukarı salyangozlar tırmanacak.
Hamit, bak bir de ne geldi aklıma. Hani bizim Haşmet Hoca vardı. Onu daima tırnak ucuma vurduğu cetvellerle hatırlayacağım. Ama bir şey var ki, ancak teneşirde gözlerime kaynar sular döküldüğünde çıkacak aklımdan. Sınıfta ekmek yedim diye beni dışarı atıp, yağmurun altında bir ders boyu bekletişi…O çok korkunç bir adamdı. Hikmet Beylerin sınıfı daha tahtaya alıştırma çizikleri atarken, biz iki kıtalı şiirler ezberlemiştik çoktan. Korkudan Hamit. Korku. Ne güçlü bir şey değil mi? Elimde ekmeğimle bahçedeki söğüdün altında dikilirken bir kere daha ıslaklığın ne tiksindirici bir şey olduğunu anladım. Korku ve tiksinti bir bünyede birleşince insanı en temel erdemlerinden bile vazgeçirir Hamit, biliyorsun.
Hamit. Söylenemeyecek daha çok şey var aslında ama sonra devam ederiz olur mu? Midem bulanıyor. Çok az ışık ve çok fazla ıslaklık var. Balkon yer arası dokuz metre. Çocuklar birazdan okuldan gelecek. Kapıyı çalacaklar. –Zilimiz de pek neşeli: Üsküdar’a gider iken. Ben seçmedim, hiçbir şeyi ben seçmedim. Haziranda karpuzu, aralıkta portakalı yaratan Tanrı seçti her şeyi. O bize neyin ne zaman iyi geleceğini en iyi bilendir.
Şimdilik hoşça kal Hamit.
A. ENGİNDENİZ