21
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1455
Okunma

Anadolu’nun bir köyünde yaz bitip harmanı kalkıp, güzün tohumlar ekildikten sonra, köyden bazı insanlar Çukur Ovaya, Adana’ya, Mersin’e çalışmaya giderler, portakal bahçelerinde inşaatlarda çalışırlar.
Köylüler her yıl topluca kışın gidip buldukları geçici işlerde çalışırlarmış. Kışın, Anadolu’da kar çok yağdığından iklimi sıcak güney illerine, Adana, Mersin gibi yerlere giderlermiş. Bahara kadar çalışıp, baharda bağ bahçe işi için geri dönerlermiş. Halde hamallık yapar, kasa istifler kamyon yüklerlermiş.
Süleyman diye biri bunların ekip başı imiş. Bütün işleri o ayarlar, kiraladıkları bir gecekondu da kalırlarmış. Mersin halinde Sadi Bey diye, ihracat yapan kişiye çalışmışlar ve baharın gelmesi ile dönüş başlamış. Süleyman ve Abdullah ekipten iki gün önce yola çıkarlar trenle köye gelirler.
Köyde komşular gurbetten gelince hoş geldine giderlermiş. Süleyman’la Abdullah’ın geldiğini duyunca köylüler akşam toplanmışlar. Hal hatır etmişler, oradan buradan konuşmuşlar. Tabi ki portakallar, elmalar, mandalinalar yenmiş, ikram olarak çay içmişler. Konuşup gülerken diğer adamları sormuş Ahmet:
“Hüseyin, Niyaziler ne zaman geliyor? Onlar niye gelmediler?”
Süleyman:
“Salı günü burada olurlar. Onlar bileti salıya aldılar.”
Köyde petrol ofisinde şoförlük yapan Ahmet:
“Gelin bunlara bir şaka yapalım," demiş, "Güzel bir oyun oynayalım...”
Ahmet ve Ömer’in ortak bir traktörleri varmış. Ahmet traktör kullanmasını biliyor fakat petrol ofisin de çalıştığından köyde başka da bilen olmadığından şoför tutmuşlar.
Malatya Yazıhan’dan, Yazıhanlı Mehmet diye birini, Ahmet ve Ömer şoför olarak tutmuşlardı.
Ahmet biraz kafası çalışan ve de mukallit bir adam imiş. Kapaklı dereye gelenler bunların önüne pusu kurup bir korkutalım diye gülüşürler…
Salı günü öğleden sonra toplanırlar. Ahmet; Veysel’e, Yusuf’a, traktör ortağı Ömer’e bir de şoför Mehmet’e planını anlatır ama şoföre çok tembih eder çünkü tren Malatya’dan Sivas- Ankara yönüne gidiyor. Bunlar akşam olunca birer tane av tüfeği alırlar, Kapaklı Dereye giderler. Kapaklı Dere’nin ortasında bir sırt vardır. Her biri bir Hâkim tepeye yerleşir. Ömer, Ahmet, Yusuf, Süleyman, dereye hâkim tepelere dururlar şoför Mehmet’te Kapaklı dere’nin içindeki sırtta yara yatar ve beklerler.
Bizimkilerin akşam saat sekizde de Göğkoyak denen mevkiden sesleri gelir; ben şu kadar çalıştım, ben bu kadar para kazandım, ben şu eşyayı aldım diye konuşarak, kapaklı dereye gelirler.
Tam o sırada şoför Mehmet Malatya şivesi ile:
“Durun!“ der, ” Yoksa hepinizi vururum!”
Av tüfeği ile bir el ateş eder. Adamlar olduğu yere çakılır kalır.
“Sizi Malatya’dan beri takip ediyorum” der.
Tepelere saklanmış olan Ömer, Ahmet, Yusuf, Süleyman birer ikişer el tüfekle havaya ateş ederler.
Mehmet der ki:
“Etrafınız sarılı, paraları çıkın!”
Gelenlerin içinden Niyazi derki (!):
“Hemşerim Allah’ını seversen tüfeğinin ağzını yukarı tut. Bir Allah işi olur şeytan doldurur…”
Mehmet hiç oralı olmaz, “Paraları çıkın!” der, içlerinde en büyükleri… Hüseyin, genç çocuk -olduğundan, Şevketle, Yusuf, Hüseyin’e sarılırlar. Hüseyin, içinden “kim oy anam diyecek, vurulacak” diye geçirir. Kaçmayı geçirir aklından. Fakat kendine de yediremez. Bu arada Mersin’den gelenler ne kadar korktular ise Ömer elinde tüfekle içlerine girmiş, gülüyor… Onu bile
tanıyamamışlar, korkudan…
Mehmet bir daha sıkıyor tüfeği.
İçlerinde Hamit bakıyor çare yok, “Vallahi güzel, Mersin’de kazan kazan, Kapaklıda ver. Çattık…” diyor. Sonra Ömer Niyazi’ye gülerek, ‘’Niyazi emmi nasılsın?’’ diyor.
Elinde tüfekle Niyazi bakıyor ki kendi köylüleri, ‘’Allah sizin iyiliğinizi versin! Bizi perişan ettiniz!” diyorlar ve hepsi yaptıkları ile gülüyorlar. Konuşarak köye geliyorlar.
Hamit’in o güzel sözü hiç unutulmamış, dillerde dolaşıp durmuş, ‘’Mersinde kazan kazan kapaklıda ver.’ :))
Bekir AKBULUT
05.03.2013…………. deneme