4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1101
Okunma

Ben kimsenin yanında ağlayamadım, tembihliyim. Dinle beni Aras.
Ağzına biber sürülecek bir çocuk olmadım hiç. Acıyı tattığımda çocuktum ama. Kan revan içinde yatıyordu annem, yere boşalmış bir demlik, kapıyı sertçe vurup çıkansa-ilk öğrendiğim kelimem : Ba-ba’m . Bunları boşver "her evde olur"muş, "çocuklar anlamaz"mış. Boş vermesem, büyüyemezdim.
Büyüyemedim de Aras! Çocukluktan sonra, ergenlik denen bir fasıl var-mış. Ben orayı hiç görmedim. İşte böyle, gördüğün ihtiyara kaçıverdi tenim. Ekvatorun göremediği baharlar gibi yani. Büyüyecekken, yaşlanıverdim.
Yalanları kamuflaj olarak kullanmam lazımdı. En yüksek idari merci ben oldum hep. Kimi görsen Aras, kim gelse aklına, herkesi ben idare ettim. Boyumdan büyüktü uydurulacak mazeretler. Dürüstlüğü aşılayayım derken bana, tek doğrunun henüz yakalanmamış bir yalan olduğunu öğrettiler önce. "Aramızda kalsın"lar, "kimse bilmesin"ler... Sen hiç masum bir sır küpü gördün mü?
Masum değilim. Aşka şiirler yazar, methiyeler düzer, aşkı bilmem mesela. Ne maharet! Yaşama telaşı içinde, gizlice el tutmaya meyillenemedim hiç. Kimsenin gözlerinde kaybolmama fırsat olmadı, özümde kayıptım çünkü.
Üç beş kuruş kazanmak için ne iş yapmak gerekir Aras? Hepsini yapmışımdır. Haa, unutmadan : ARAMIZDA KALSIN. Herkes beni evde bağdaş kurmuş oturuyor, kıt kanaat geçiniyor sanırdı. Anlayacağın, herkesin bildiği ben aslında bir SANRIydı. Yaşlanmadan önce, yani çocukken (dedim ya gençlik falan yok) annemi son gördüğüm kanepenin altına saklandım. Sonra da kimse bulamadı beni -aslında kimse aramadı. Hani sana bir şiirde varla yok arası bir kadını ararken "SOBE" demiştim, benim için çok büyük kelime, benim için şahika..
Herkesin ortasında ağlamak istedim bu yüzden. Gözyaşımı gören çıkar mı? Kimi gizlenir, kimi göstermeye hevesli. Başım okşanırsa, şımarırım bu yüzden. Arsız olmaya gönüllüyüm ben. Misli misli travmaydı pazar, pazar-tesi, her günün ertesi ben bir tokat yemezsem, ağlardı çocuklar. Başım döndü sanıp, beni bir hastaneye kapattılar Aras.
Beriberi diye bir hastalık varmış. Hiç duydun mu? Duymamıştım ben, yanımda kafatasını duvara vura vura çatlatan o amcayı görene kadar. On beş yaşındaydım. Sen on beş yaşında, klinikte yorganın altına saklanan bir çocuğun, rüyalarında çiçek böcek falan olabileceğine ihtimal verir misin? Sakallı Ayşeler görürdüm, parmakları bileklerine saplanmış Elifler, türlü türlü herifler. Ölmeyi çok istemiştim Aras. Hani yazmıştım ya, bir bahar akşamı öldüm diye üzülene hayret edecektim.
Ölmedim. Velhasıl. Yaşadıkça, insandan çok karıncaya benziyordum. Kimse yakından bakmadıkça görmüyordu koşuşturmamı. Başımın üstünde bir küçük lokma, şükrediyordum. En çok güvercinlerden korkuyordum mesela. Özgür olmak, uçsuz bucaksız bir sonsuz olmaktı bence. Ölümsüz olmaktı. Ölememekten hep korkmuşumdur ben.
Yani, aşka meşke ağlayanı hakir görmek değil bu, kıskanıyordum birinin boşluğunu dolduramayacak günler yaşayanı. Sevmek, yerde kanlar içindeki annemin sevdiği adamı hatırlatır bana. Sevilmek, hiç yemediğim bir meyve kadar yasak.
Ben cennetten kovuldum mu, yoksa cehennem faslını mı atlatıyorum usulca?
Ya Asya?
Yani Aras, önceleri "çocuksun" diye, şimdi ise "ihtiyarlık"tan çekilmez oldu sesim.
Bense, tenhada ağladığını duyunca, kalabalıkların ortasında fısıldamak için çağırdım omzunu.
Sahi, duyabildin mi sesimi? Hala var mıyım yoksa?