11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3303
Okunma

Elimde kepçem, sıradaki kişi tabağını uzatsın diye bekliyorum. Oysa o, titreyen elindeki maşa ile turşu kabından havuçları seçmekle meşgul. (Eli titreyen bir hastalı var, Alzheimer değil) Oldukça sakinim. Kalbim sıkışmıyor, ayaklarım bir yere gidecekmiş gibi yerinde saymıyor. Acelem yok. Hayret, diyorum. Neden bu kadar sakinim?
Havuçları seçen kişiye; sen onları seçeceksin de, lahanaları kim yiyecek? Veya çabuk ol, sıradaki seni bekliyor, benim işim gücüm var, demiyorum. Nedense, sabırla bekliyorum.
İçim huzur dolu.
Yerleşik ağrılarımı dinliyorum, hiçbiri yok. Oldukça sağlıklıyım. Bırakıyorum kendimi huzurun kıyısına, ayaklarım ıslak çimenlerde koşarken, gözlerim, kelebekleri, kuşları kovalıyor. Derin bir nefes alıyorum.
Daha önce neredeydin be huzur? Diye soruyorum kendi kendime ve şu sonuca varıyorum; Dünya meşakkatine, çoluk çocuğumuzun sorunlarına öyle dalmışız ki, hemen yanımızdaki huzuru, hüsranla harmanlamış, kendimizi görünmez bir mengeneye öyle sıkıştırmışız ki, içinden çıkmaya çalıştıkça daha da sıkışmışız.
Oysa ne kadar yakınımızdaymış huzur. Yeter ki kendimizi onun müşfik kollarına bırakmasını bilelim.
Çalışıp karnımızı doyuracak bir işimiz, uzak veya yakın, bizleri düşünen sevdiklerimiz, sevenlerimiz varsa, sağlığımızda yerindeyse, neden dünyayı kendimize zindan edelim ki! Etmeyelim.
Sonra, bütün bunların varlığı ve huzurum için içtenlikle dua ettim.
Rabbim, sağlığımdan ve huzurumdan etme, benimle birlikte bütün yarattıklarını.
Âmin…
23.02.2013/Emine UYSAL