15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1713
Okunma


Yol tam buradan başlıyor; iki ağacın gölgesinden, bir çiçeğin kokusundan; bir de adını unuttuğum o kızın isminden; belki bu yüzden gittiğim her yer bir öncekinden muaf... Kim bilir ki yolun tozuşunun silinişi olmadığını ya da yolun ömrünün tek adımlık olmadığını? Üzerlerinde gökkuşağı yeşeren şu ağaçlar, ben çocukken yoklardı; sadece birer fısıltılardı. Yıldızların üzerime damladığı gecelerde işitirdim seslerini; bir de ne demediklerini!
Yaprakların getirdiği şehirleri bilirim; o şehirlerin içinde damar damar tıkanan insanları görürüm; bir de boğazımda çürüyen âdem elmasını! Ve o elmanın içinde yitip giden yolları; kurtlanmış,çürümüş, uçurumları ve mesafeleri kemirilmiş yollardır onlar. Biraz da Sebahat’i anımsatır; nereden geldi ki aklıma şimdi?
Bilmem kaçıncı yolculuğun arta kalan bir günüydü Sebahat; yollardaki uykulardan, biraz da otobüsün tepe lambasından sızan ışığın değmediği kitabın üzerindeki karanlıktaki cümlelerdi; en çok da uzaklıktı. Seçilemezdi bardağın içine sızan yağmurdan ve sis kokusundan! Bir müddet gece olarak çalışmış bir devlet dairesinde. Sonra gündüz gözüyle bir şehire isim olmuş. türlü yolculuklardan anımsardım da çıkartamazdım onu. Defterime çizili pek çok öyküden biri olma ihtimâli de var ama ben bunları düşünmüyorum. Daha çok bir çay bahçesindeki ispirto kokan defterinin arasındaki gaz lambasıyla anımsıyorum. Biraz da yanında gezdirdiği gölgesinin -sırtı farzettiğim- üzerinde diktiği mumu; mumun öyküsünü bilmem ama gölgenin biliyorum. Gece vardiyasında yetiştirmesi için yanına verilmiş, "kaderime zimmetli" derdi; birlikte çalışıp, ayrı ayrı yorulurlardı.
Gün bazen birkaç dakikadan ibarettir; Sebahat’ten öğrendim bunu. Hayır, o söylemedi bana, o fısıldadı; aynı yollar gibi, aynı ağaçlar gibi... O şehirde bir yudumluk vaktim vardı; ve o bir yudum boyunca onunla -yani Sebahat’le- konuştum. Elma çayından bahsetti; o elma çayını içmek için bardağı nasıl ince ince soyup dilimleyeceğimden bahsetti. Biraz da yalnızlıktan...
Birkaç yudum sonra ben bir otobüste, o bir rivayetin içindeydi; hangi kente gideceğimi biliyordum ama Sebahat’in hangi hikâyesiyle karşılaşacağımı bilmiyordum; işte bu belirsizlikti onu - yani Sebahat’i - var eden. İşte yol tam buradan başlıyor; bir öykünün son satırından, bir ismin belirsiz hat’larından.