14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1635
Okunma


AŞKIN CİNNETLERİ
"Tek bir yudum olsun gözlerini dikip bak bana
Rakıyı sek içmezdim ben, birazda sen ağla"
Akciğerlerimi delip geçen, bir ihanetin kanlı güncesinde soluyordum, soluksuz…
Günlerdir, acılarımla kendi kanımda akıyordum.
Aynı doğruda, buluştuğumuzu sandığım dengede fark etmiştim ki, teğet bile geçmemişiz birbirimize.
Fedakâr, entelektüel, romantik adam rolünde, en iyi oyuncu olma dalında Oscar ödülü aldığını bilmiyordum. Ve sen arka yüzünde saklanırken gerçek senin, kördüm.
Oysa, hırslarının delice sardığı ruhun, böbürlenme seanslarında deşarj olur, kabarırdı erkekliğin.
Çatı altında, tuzu, biberi sandığımız hırçın seslerden değildi bizimkisi, ya da affedilme arzusuyla yapılan jestler biriktirmiyorduk lehçelerimize.
Timsah gözyaşlarının çamur selinde, bir cenin gibi kıvrılarak ağlar. İkna oyunlarına girerdin ki, annenle bile aranda göbek bağın yoktu.
Bir çift gözün ki, yücelme, yüceltilme dürtülerinin uydusuydu. Haklılığa tahammülsüzlüğünde, şiddetin her türlüsünü kabarttığın hayvani yanın, en zayıf tarafımdan saldırır. Aşk gibi, ruh gibi canı da kana boyardın.
Üstelik egoman şahlığında, eksikliklerini kabullenememe hastalığında, yüksek arsızlık promilinde, hiçbir şîfa kapısını çalmaya, çaldırmaya yeltenmeyen hezeyanlarda, aşkın genetiğini parçalardın ve benliğimizi…
Savaşta birbirine silah tutan iki kardeş gibiydi ayrılığımız. Ne silahın tetiğine basabiliyor ne kardeşini bağrına basabiliyordu sevgimiz.
İki zıt grup gibi birbirine yapışıp, sonra şiddetle ayrılan iki manyetik kutuptu evrenimiz.
Ne varlığımıza ne yokluğumuza sığamıyorduk.
Ne de boşluklarımızda hayat buluyorduk.
Sanki yeni bir felsefi akımdık birbirimize üstün gelme , statü yarışında, atışıp duran iki ozanca, bağlamanın telini, düşüncenin ana direğini kırıyorduk.
Alçılanmış düşlerimizin beyazlığında, birbirimizin imzasını taşıyor, bol kepçe kahkahalar sunuyorduk dış kapının mandallarına.
Bilek burkan bu gülüşlerle, küsüşüyorduk…
NURGÜL OCAK
28.12.12