15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1271
Okunma

KUTSAL ÇINAR..
Kutsal sayılan çınarın dibinde birleşip ant içtiler. Dizleri kırık, başları öne eğik ve kılıçları toprağa emanet saplanmıştı. Nasırlı avuçlarının arasında tanrılara sunulan duaların metruk metinleri vardı.
Gecenin sessizliğini bölen tek şeydi hemen ötede kişneyen kısrakların sesi.
Birazdan şafağın ilk kızıllığı kutsal çınarın üst yapraklarına dokunacaktı. Dizlerini ilk topraktan kaldıran yaralı yüzlü savaşçıydı.
Diğer altı savaşçı eğik başlarıyla toprağın üstündeki sararmaya yüz tutmuş otların rengini göremese de toprağa dalmıştı bakışları. Ayağa kalkan çınarın gövdesine parmak uçlarıyla dokunup, başını göğe kaldırdı.
Henüz yer kadar gökte karanlıktı.Ama tüm tanrılar uyanıktı. Çınarın en uzun dalından bir yaprak toprağa düşerken, yaralı yüzlü savaşçı çınarın gövdesinden gazelimsi bir kabuk kopardı.Arkasında duran altı savaşçı için elindeki kabuğu avuçlarının içinde ovalayarak geri dönerken, altı savaşçının dizleri toprağın üzerindeydi.
Martin elindeki ufalanmış kabukların tozlarını yanındaki savaşçıların açık olan nasırlı avuçlarına pay etti.
Dağların arasından yükselirken güneş, kan kızılı bir renge bürünmüştü ortalık.Günün ilk ışıkları çınarın solgun yapraklarına dokunmaya başladığı anda üç kuzgun belirdi.Seğirten gözlerle aşağıdaki savaşçıların hareketlerine pür dikkat kesilmişlerdi.
Martin kuzgunları çok önceden orada olduğunu umursamadan önündeki okçunun sol omzuna dokunup işaret verdi.Anka’nın tüyünden yapılmış iki okunu aynı anda çekip çınarın uzak dallarının arasındaki kuzgunların gövdesine gönderdi.
Martin, üçüncü okunu çıkaran okçuya, diğer atış için izin vermedi. Tüm savaşçılar kuzgunların, kralın emrindeki büyücü tarafından gönderilmiş olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden son kalan kuzgunun haber iletmesi için yaşamasına izin vermişlerdi.
Üstündeki oklarla birlikte dallara çarpa çarpa iki kuzgun birkaç saniye içinden yere düşmüştü.Okçu Johan yayından çıkmış olan o iki oku kuzgunların gövdesinden çıkarmak için adımladı.Ardından dizleri üzerindeki diğer beş savaşçıda yerden kalkıp okçunun yürüdüğü yere doğru ilerledi.
En son onlara katılan Martin oldu. Sırayla iki kuzgunun yarasından çıkan kanla kılıçlarını ısladılar.Yedi savaşçı aynı anda kutsal çınarın gövdesine elleriyle dokunurken, çınara sundukları adak için hepsinin yüzünde bir hoşnutluk resmi okunuyordu.
…
Tepenin ardındaki kalenin surlarında kralın büyücüsü ölen iki kuzgununun hırsını elindeki asayı yere vurarak çıkarıyordu.
Dişerinin arasındaki gıcırtılı sesi rüzgar alıp götürürken uzaklara, surlarda nöbet tutan korkak muhafızlardan çıt çıkmıyordu.Büyücünün omzundaki kuzgun halen büyücüye bir şeyler anlatıyordu.
Yerde sürünen pelerinini, toplayıp kollarına alarak, daha önce planlamış olduğu büyüyü yapmak için harekete geçti. Kalenin dar koridorlarında ilerlerken büyücünün dişleri bir cevizi kıracak kadar kenetlenmişti.
Elindeki asanın yerde çıkardığı sesler sabahın ilk saatlerinin sesini bozarak, kalenin taş duvarlarında yankılanıyordu. Üstünden küfleri barındıran koca ahşap kapıyı sinirinde tekmeler gibi açmıştı.
Yere çizmiş olduğu ritüellerin figürlerine bakarken kendi kendine mırıldandı.Önüne açmış olduğu eski büyü kitabındaki kelimeleri tütsü yakılmış odada emilip kayboluyordu. Elindeki yedi saç telini önünde yaktığı ateşin külüne atıp asasının ucuyla karıştırdı.
Son kalan kuzgun odanın içindeki kendine ait olan yerde tünekten ateşten çıkan dumanları izliyordu. Kralın büyücüsü halen ateş parçalarıyla dolu olan külleri yere çizilmiş şekillerin üstüne dağıttı. Elindeki küçük demir kürek ısınmaya başlamıştı.
Kuzgun kafasını yana doğru çevirdiğinde, o sırada pencereden içeri giren soğuk rüzgar küllerin üstündeki ateşleri söndürüp soğutmuştu, küçük demir kürek hariç.
Kalenin zindanlarına hapsedilmiş keşişin elleri titremeye başlamıştı.Zayıf yüzünün şakaklarından iki damla ter inerken zindanda alabildiğine kadar soğuk bir hava vardı.
Keşişin tırnaklarının arasından sızan kanlar, yosun kaplı yere düşer düşmez yosunların arasında kayboluyordu. Bir kaç iri lağım faresi koridorda koşuştururken, keşişin kapısında bekleyen iki nöbetçi esneyerek uyukluyorlardı.Nöbetçilerin uykularını birden bire bölen tek şeyse üstteki merdivenlerden inen kralın büyücüsünün öfke dolu sesi olmuştu.
Şimdilik bu kadar…
"BAŞTA YAZMAM İÇİN BANA FIRSAT TANIYAN SİTE ÇALIŞANLARINA,
SONRASINDA NACİZANE YAZIMI FAZLASIYLA ONURE EDEN SEÇKİ KURULUNA SONSUZ TEŞEKKÜR EDERİM.....