Mehmet Said girdiği odadan çıktığında elinde bir mum vardı:
’’Bakın, ne buldum!’’
Pahalı bir şey değildi; herhangi bir markette, artık pek de olmayan elektrik kesilmelerine karşı alabileceğiniz sıradan mumlardan biriydi. Aklımdan geçenleri okumuş gibi:
’’Yine de yakmamıza engel değil, değil mi?’’ diye sordu.
Cevabımı beklemeden cebinden çıkardığı çakmakla mumu yaktı. Demek isterdim ki yıkıntıların arasında bir güneş doğdu ama ayakları yere basmayan şairlerden değildim. Mehmet Said’in yüzüne gölgeler geldiğini söylebilirim; o kadar.
’’Yere koy; yukarıda kalırsa pencereden burada olduğumuzu belli eder.’’
Sözümü dinledi; mumu odanın zemininde bir yere iliştirdi. Sonra da bağdaş kurup karşısına geçti. Çok geçmeden Bolayırlı Rüstem’le Manavgat’lı Yakup da yanına oturdular. Ben ayakta kalmayı tercih ettim.
’’Bana kız arkadaşlarımı hatırlattı.’’ dedi Mehmed Said.
’’Hangisini?’’
’’Herhangi birini. Eve ilk defa gelenler için mum yakardım; romantik bir atmosfer olurdu. Tabi, böylesini değil. Kokulu, kalın olanlardan.’’
’’Lan Memet! Güzel söylüyorsun da, işler koyulaşınca mumu sahipsiz mi bırakıyordunuz?’’
’’Sen hiç mum söndü oynamadın, değil mi Yakup?’’
’’Oo, sen kızılbaş mısın?’’
’’Yel alsın.’’
Mum beni de geçmişe götürüyordu. Ama gözümün önüne gelen Mehmed’in Ulus’taki dairesinin ziyaretçileri olmadı: Dırtad’ı hatırladım. Elektriklerin kimbilir hangi sebepten kesildiği gecelerde oyununu bırakır, yanıma gelip mum ışığında ödev yapışımı seyrederdi. Sırf ona hava yapmak için okuma parçalarının soruları üzerine uzun uzun düşünür, sonra da büyük bir ilham yakalamış gibi yazmaya koyulurdum. Yazacak bir şeyim kalmasa da satırları doldurmaya devam eder, yazdıkça Dırtad’ın bana olan hayranlığının arttığını hissederdim. Başımda dikilmeken yorulup da içeri, annemin yanına gittiğinde yazdığım saçmalıkları siler, ödevimi sınıfta yüksek sesle okuyabileceğim bir hale sokardım. Mum ise yandıkça kenarından akar, sanki üzerinde durduğu çay bardağı tabağına kök salmak istercesine tabanının etrafına kümelenirdi. Annem...
’’Hişt! Gelen var galiba.’’
Rüstem mumu üfledi. Hepimiz silahlara sarılıp duvarın dibine sindik. Bir daha da Dırtad’ı görmedim.
Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Bu kadar yorumdan sonra ciddi ciddi öyküyü uzatmayı düşünmeye başladım. Ama yazıp bitirdiğinizi düşündüğünüz bir öyküye geri dönmek kolay değil. Tıpkı liseye geri dönüp altı aldığınız bir kompozisyonu tekrar yazmayı denemeye benziyor. Sevgilerimle.
Üstat çok akıcı ve sürükleyici bir yazı okudum. Sizi kutlarım.Bırde şu mum söndü oyunu oynadın mı hiç cümlesi olmasaydı tadından yenmez olacaktı.Mazide kalmış mesnetsiz olayları anımsatıyor. Naçiz hane fikrimi ifade ettim.Sagı ve hürmetle.
Hassasiyetinizi anlıyorum; çokca da paylaşıyorum. Gönül isterdi ki daha fazla yorumda bu noktanın altı çizilmiş olsun.
'Mum söndü' karalaması sadece bu coğrafyaya özgü değil. Avrupa geçmişinde de birden fazla kereler, çeşitli azınlıkları 'öteki'leştirmede kullanılmış. Kavramı benim öyküde kullanma amacım ise günümüzde hemen her kesimde hala benzer bir kötülemenin yaşıyor olduğunu göstermekti (Sözü eden kişi, Ulus'ta ortalamanın üzerinde bir hayat yaşıyor).
Düşünceli yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Sayın Dilek Yıldızı haklıydı, en az iki alt öykü daha eklenmeliydi buna (Rüstem ve Yakup'unkiler) Böylece 'Herkesin mumu bir başka eriyor sanki' cümlesi çok daha etkili olurdu. Bir mum, dört hikaye. Ama gelenler her kimse, ikinciyi bile bitirtmediler. Umarım hepimizin öykülerimizi anlatacak zamanı olur. Saygılarımla.
Dostum yine harika su gibi bir yazı okudum.Ve ardından bu haksızlık dedim bir okurun olarak.Bu tıpkı balıklama suya dalan bir insanın suya düşeceği anda denizin tamamen çekilmesi gibi bir şey.Tam nefesleri tutup öykünün zevkine dalarken birden bire sonlanınca öykü kalakaldım. Öyküdeki isim kafama takılınca netten baktım Dırtad ismine. pek birşey bulamadım.( kral Dırtad'ın dışında) Neyse şimdi yine kafamda bir sürü kurgulu düşünce,Mehmet, Rüstem, Yakup ve bunları anlatanlar neden yıkıntılarda saklanıyordu ( bir çatışma öncesini hatırlatsada bana) Anlatıcının Dırtad' a değer verişi belli, mumla birlikte geçmişe yapılan yolculuk hemde gizlenirken yıkıntılarda...Şimdi hem olayların öncesini hem şu an yaşanacak olayları düşünerek yazıdan ayrılıyorum.... Keşke biraz daha uzun olsaydı.Biliyorum yazanın işine karışılmaz.
Dostum ellerine sağlık harika yazı okuttuğun için teşekkürler... En derin saygılarımla...
Asıl ben mutlu oldum bu güzel yazıyla bana yolculuk yaptırdığına. Ve güne gelen öyküm o gün için tesadüf beni şakınlığa uğratan. Oysa keşke dostum sen kadar birikimli olsam (ki bunu içten diyorum) çok şey yazmak isterdim...sizi okumayı seviyorum...
Ben rast gele yazıyorum aklıma ne gelirse ve klavye her zaman beni yoruyor ya o gün yazmalıyım ya hiç bir zaman. yazdıklarımın hepsi hayal ama toparlayamadığım bir gerçek... ( istesem yapar topralarım da)
Ama kafam neyi esersese onu yazmayaya çalışışıyorum.Ve dostum seni okumak her zaman çok güzel benim için...
Güzel bir araştırma yapmışsınız. Tabi ki III. Tiridates'in Hristiyanlığa geçişi böyle ilgi çekici bir efsaneye sarmalanmış. Konstantinos'tan farklı olarak Tiridates, Hristiyan olduktan sonra paganlara göz açtırmıyor. Hatta sadece kişilerle değil, eski dine ait belgelerle de savaşıyor; bu yüzden de Ermenistan'ın pagan geçmişine yönelik fazla bir bilgi kalmıyor.
Öyküdeki Dırtad'ı Kayseri'ye yerleştirmek istiyorsanız, öykü buna açık. Hatta böyle Sinan'la da hemşeri olurlar (Bazı kaynaklara göre Sinan da Ermeni asıllıdır; bazılarına göre de Rum ya da Arnavut).
Hikaye yüzünden bir yolculuğa çıkmış olmanız beni çok mutlu etti. Benzer bir şekilde ben de sizin güne gelen öykünüzü okurken 'kısraklar'a takılıp, Avrupa'da genelde savaş atlarının cinsiyeti üzerine mini bir araştırmaya koyulmuştum. Tabi sizin gibi konuyu toparlayamayıp, yorumu tamamlayamadım. Saygılarımla.
Ve dostum iyi ki o iismi ödünç almışsın. O ismi kullanman sayesinde ben nette sörf yaptım.Yeni şeyler öğrendim.Bunları seninlede paylaşmak istedim şimdi.
Surp (Aziz) Krikor Lusavoriç, Erivanda doğar çocukken geçici olarak kayseriye taşınır.Orada hristiyan olur.Bir süre sonra kendi ülkesine döner. Kral Dırtad'ın yanında bulunur.Ateş tanrısı ve tanrıca Anahit adına düzenlenen kurban kesme törenlerine hristiyan olduğu için katılmayı reddeder.Kral Dırdat tarafından Türkiye ermeni sınırında bir yer altındaki zindanda mahkum edilir.Üstün inancı ile 13 yıl boyunca hayatta kalmayı başarır. Kral bir süre sonra bazı olaylar üzerinedelirir ve lycantrophy hastalığına yakalanır. Kralın Kızı rüyasında babasının Krikor Lusavoriç'in duası üzerine hastalığından kurtulacağını söyler.13 sonra zindandan çıkarılan aziz duasıyla kral sağlığına kavuşur. Ve Kral Dırtad hristiyanlığı kabul eder.İlk resmi hristiyan devleti olur. Aziz sonradan episkopos olarak kayseride yaşar....
İşte dostum sayende bu öyküdeki bir isim beni bak ta nerelerden bilgi almaya sürükledi.Hemen öyküdeki geçen Dırtad'ın büyük ihtimal kayseriden bir yerden olduğunu söylendim içimden. Öykü için yinede keşke dedim uzun olsaydı çünkü halen yıkıntılar arasındakilerin başına ne geldi diye düşünüyorum...
Tekrardan bu güzel öyküyü okuttuğun için teşekkür ederim dostum....
Dırtad Ermenice bir isim. Hatta Ermeni patrikhanesinin ruhani meclisinde yeralan sayın Uzunyan'ın da ilk adı (Ama öyküdeki ismi bir arkadaşımdan ödünç aldım; tıpkı Mehmed Said ve Yakup gibi).
Tahminleriniz gayet isabetli. Yıkıntılarda konaklayan, dikkat çekmek istemeyen bir grup var elimizde. Silahlılar. Tanımlamalardan (Bolayırlı Rüstem, Manavgatlı Yakup) bunların asker olduğunu sonucu çıkarabiliriz. Mehmed Said'in Ulus çocuğu, anlatıcının Ermeni kökenli olması da grubun bir araya gelişini daha fazla bürokratik sebeplere bağlıyor.
Keşke biraz daha uzun olsaydı... Olabilirdi. Elde dört oyuncu varken dört tane mini öyküyle gelinebilirdi. Ama bütün bunları yapabilmek için eldeki şarabın daha az olması gerekirdi. Şiir yazarken güzel de, öyküyle pek gitmiyor.
Yorumunuzu okumak ve üzerine konuşmak bir zevkti. Saygılarımla.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.