1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
708
Okunma

Bana umudu soruyorsun dost. Umut annemin; kardan, ayazdan koruyup, gözettiği üç kök sardunyadır. Biri pembe, biri beyaz biri kırmızı. Ne zaman yüreğin mevsimi kıştan ilkbahara döner sardunyalar her budağından tomurcuk patlatır. Umut kırılarak çoğaltılan sardunya çelikleri gibidir. Bir saksı sardunya aniden beş kök çelik verir. Ben önce çelikleri köklensin diye suya koyuyorum. Ellerim anneminki kadar bereketli değil. Annem suya koymadan, besmeleyle koparıp çelikleri toprağa diker, sonra can suyu verirdi. Umut insan yüreğine huzuru ve şefkati sunan, sabrı öğreten bir duygudur. Şefkatle incitmeden ana gövdeden çelikleri koparıp, kök salsın diye toprak anaya sunmanın huzuru ve beklemenin sabrını verir insana. Umut bire bin veren gümrah bir tohumdur; yeşertip, çoğaltmayı bilene.
Bana yalnızlığı soruyorsun dost. Ben annemin anlatılarından dinledim yalnızlığı. Kışın çetin şartları insanı merhametli, hayvanı daha sokulgan kılıyor. Ama bu durum çocuklar için geçerli olmayabiliyor bazen. Annemin Sarman’ı gece soba sönünce soluğu yatağımda alırdı. Uykunun en tatlı yerinde; böğrümde Sarman’ın önce ağırlığı, sonra mırıltısıyla ne olduğunu kavrayamadan korkuyla uyanırdım. Beni uyandırıp, kendisi uyumaya devam eden Sarman’ın bu vurdumduymazlığıyla öfkeden deliye döner, onu ensesinden tuttuğum gibi, söylene söylene salona taşır kapıyı sıkıca kapatırdım. Anlayacağın yinede merhametliydim. Ama o hiç pes etmez, bir şekilde kapıyı açıp tam yeniden uykuya daldığım anda nefes alışını boşluğumda hissettirirdi bana. Sabır ve merhamet aynı anda sınanmamalı bence. Çünkü insan sabrı tükenince merhametli olamıyor. Bu devinim öyle kızdırırdı ki beni, bu sefer acımadan kışın ayazında pencereden dışarı atardım onu. Oh olsun diye söylenerek üstelik.
Sarman yüzünden sabah annemle kavgaya tutuşurduk. Sarman’ın beş kardeş içinde beni seçişi anneme göre bir sevgi gösterisiydi.
-İyi ya ne güzel bak seni seviyor hayvan. Derdi annem
Sevgi karşılıklı olmalıydı.
-Ama ben onu sevmiyorum anne. At artık şu kediyi evden. Diye söylenirdim.
İşte böyle bir gün annem yalnızlığı anlattı bana. Yalnızlık anneme göre; çöpsüz üzüm misali tüm çocuklar sokakta oynarken, avluda tek başına oynamaktı. Annem kardeşsiz büyümüştü. Yalnızlık onu koruyacak ablasının, ağabeyinin olmaması demekti. Hiç günahı yokken "kan davası" denen çekişmenin ortasında bir çocuk olmaktı annemin yalnızlığı. Ağabeyi ve ablası bu davanın bir parçası olmaktan kurtulamamıştı. İki can alınmış ama dava bitmemişti. Yalnızlık; dayak yiyeceğini bile bile, taşlanmayı göze alarak sokağa çıkıp çocukların arasına karışıp oyun oynama riskini göze almaktı. Annem hep kedisiyle uyumuş, kedileri ömrü boyunca sevmiş bir kadındı. Ez cümle yalnızlık insanca duyguların öldüğü her yerde sıcak bir nefesi yatağında bir kediyle paylaşmaktı.
Bana umutsuzluğu soruyorsun dost. Ben sana annemi umutsuz gördüğüm anı anlatayım. Umutsuzluğun izleri öyle derindir ki dost. Onu uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Benim doğumumdan evvel ölü doğan kardeşimdi annem için umutsuzluk. Dokuz ay karnında taşıdığı yavrusu, bu dünyaya hiç ses vermemiş. Hiç ağlamamış. Bir anne için yavrusunun ağlaması üzücü bile olsa, hayata merhaba diyen o ilk nefes alış anında dünyaya atılan o eşsiz çığlık atılmamıştı.
-Ölü doğdu yavrum. Hiç ses vermedi...
Derken, yüzünde sıkışan kasların gerginliği, sesinde duyduğum o derin acı ve annemin gözünden akan yaşlardı umutsuzluk. Ki ben annemi o güne değin hiç ağlarken görememiştim. Anlayacağın umutsuzluk; insanı nefessiz bırakan, ölü doğan sessiz bir çocuk.
26 Kasım 2012 – Zeynep Özmen