13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2724
Okunma

Toprağı ısıran şiirlerim
Nasıl iyileşecek siniz?
I.
Sırtüstü uzanınca dünyanın fazla incittiği şeyler üstüme akıyor. Boynuma korsan ağrılar giriyor. Boynum iplerin oyuncağıydı, hatırlıyorum.
Hatırlıyorum, sen sevdiğini iyi öldürürdün
ve taksilere binip giderdin.
Zihnimin kuyusuna yerleşen arsız sefilyus kendime yaptığım yolculukların son durağına geldiğinde, Deliler kulesi Narrentrum’da; ismim duyulur duyulmaz bütün ışıklar yakılırdı nöbetçi kelebeklerce. İzci bulutlardan sarkıtılan bir sesin kuyruğuna hammaddesi zılgıt olan dudaklarla şölene hazırlanırdı hüznün kötü yola düşmüş kız kardeşi. Sonra o sözcükler, karıncaların inşaatlarından topladığım o aşırı dozlu sözcükler şarjörü doldurup şiirin alnına silah gibi dayanırdı, hatırlıyorum.
II.
Yüzünde çakal ısırıklarıyla Anubis geçiyor sınıftan kovulmuş kalplerin önüne kurulan mumya pazarından. Ölüm saçlarını tarıyor hayatın makyaj odasında ve adaletsizliğin ülkesinde her şiir yazdığımda kendimi şüpheli şahıs gibi hissetmemin artık seninle hiçbir ilgisi yok. Egemenlerin sınıfında bütün soruların cevabını bildiği halde parmak kaldırmayan o ezilmiş çocuk ıssızlık almaya gitti uykusuzluğun tanrısından; iki asır önce dönecek.
Bi sürü trenler geçiyor içimden. Bi sürü bıçaklar çekiliyor düşüncelerime. Bi sürü suçlar üstüme kalıyor. Hiçbirinin seninle ilgisi yok artık.
III.
Sokak lambasını kandıran adamlara giderdin. Ruhun paramparça olurdu, geç anlardın kalbinin, gövdesi böcek dolu aşkların kıyısına çadır kurduğunu. Koltukaltına bırakılan karbondan yapılmış sevişmelerin kokusuyla geri dönerdin bütün zamanların en sadık çölüne. Yine de beni sevmezdin.
Hatırlıyorum, seni sol yanağımdaki gamzeye nasıl sakladığımı
o kirli adamların bıyıklarına bulaşan salyalardan korumak için.
Bilmedin, aşkı ağzından hiç düşürmeyip çamurlaşana kadar çiğneyenlerin gerçek aşktan hiç anlamadığını. Ey bütün yarasını uçurum satın almak için harcayan çürümüş düşlerin kızı;
Yüzüme bak, seni unuttuğumdan değil bu kayıtsızlığım. Büyüdüm ve kayboldum başka acıların içinde. Göz yerine iki siyah boşluk bırakılmış yüzüm ve o sana ayırdığım gamzenin çukurunda dünyanın en güzel, en temiz, en inançlı ve en tehlikeli çiçeklerine dönüşecek tohumlar saklanıyor. Çünkü senden daha büyük yenilgilerle tanıştım bu ülkede, senden daha korkunç.
IV.
Okuduğun her romanın ortasında beni öldürüyorsun diye ölmüyorum artık. Müzikle de ölebiliyorum, işkenceyle de, bir çuval dolusu umutla da. Avuçlarım kısa çöp kuyusu . Gittiğin yeri bildiğim için de ölebiliyorum. Seni üstümden hiç çıkarmadan da - yalnızlığı iptal ettikleri için de , bir polis karakolunda da ölebiliyorum, tanıklığını yaptığım bu yüzyılın anlamsızlığında bunalırken veya anlamlı bir cümlenin sonunda bile, kaybedilen her oğul kellesi için kadeh kaldıranları gördüğümde tiksinirken bile ölebiliyorum. Görüyorsun, ölmek için sana ihtiyacım yok artık. Sözü ortadan kaldırdılar sen karşı taraftayken. Bu senden ilk kopuşum.
Ve hatırlamak ah hatırlamak, o ıstıraptan sorumlu çizgi film uygarlığı
kâğıt oyunu gibidir iğrenç muhabbetlerden psikolojisi bozulmuş bir masada.
Hadi sevgilim, önüne dön ve oyununu oyna
El sırası
Sende.
Metin Akdeniz
20 Ekim 2012
www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=106215
Edebi yazımızda kullanılan bazı yabancı kelimeler ve anlamları ;
Sefilyus : Ezilen bir kişinin yaşadığı yer ile ilgili estetik algısı sonucu çıkan bir tanım
Narrentrum : Andrzej Sapkowski - Narrenturm isimli kitap.
Anubis : Mısır mitolojisinde çakal başlı, mezarlıklarda nöbet tutarak ölüleri koruyan, yücelten tanrı.
Nedense Metin Akdeniz şiir ve yazılarını okuduğumda edebi dilin güncel dilden daha öznel olduğu, daha bir üst dil olduğu kanısı ve gerçeğinin daha çok idrakine varıyorum.
Onun kullandığı kelimelerin çoğu aslında orda kendi anlamını doldurmak için kullanılmamıştır.Çoğunlukla birbirin etkileşiminden doğacak ortak konseptin yarattığı anlamsal bütünselliktir meydana çıkan anlam. Yani bir suyu kullanmışsa burada sadece “ su “ kelimesinin çırılçıplak hayat veren içeçek olarak düşünemezsiniz önüne ya da arkasına gelen kelimelerle o bambaşka bir kimliğe bürünüvermiştir.Bildiğiniz su değildir o sayın şairin ruh dünyasında yarattığı, düşündüğü, anlatmayı tasavvur ettiği metaryale, anlama bir araç olup çıkmıştır.
Hani deriz ya hep ; mecazlar olmalı, benzetmeler, teşbihler bir kelimenin gerçek, yan, zıt, eş anlamlarının kullanıldığı zengin anlatım şekilleri bir edebi eserde mutlaka olmalı, anlatımın öz lehçesi olmalı diye elbette bunda hem fikirim ancak bunun tek başına yeterli olmadığının da farkındayım.Neden böyle dedim çünkü yukarıda eserde yalın bir benzetmeyle, sayın yazar derdini anlatmamış.Nedir onu farklı kılan diye düşündüm…
Evet mecazsa herkes kullanıyor, teşbih , imgeyse herkeste var.Onda farklı olan neydi? Sanırım buldum.Onda farklı olan mecazlarla birlikte , okurunda üstün bir idrak tabanı oluşmasına imkan tanıyan uslûptu.Evet kesinlikle derim ki bir edebiyat ürününde tarzı ne olursa olsun, şiir, roman, hikaye, deneme… yazarını şairini diğerlerinden baskın ve özge kılan tek unsur uslup.Sanırım büyük üstadların şiir dili diye tanımladıkları hani herkesin bir dili farklı olurya bahsettikleri bu.Uslup… kelimeleri mecazlarıyla nasıl kullanıyor, kelimeleri gerçek anlamıyla nasıl kullanıyor, hangi anlam değerleri üstünde durarak anlatıyor.Diğerleri işte, ses, ritm,ahenk gibi biçimsel vitrinsel olgular ikinci planda kalıyor.
Yazımıza dönersek ;
Metin Akdeniz şiiri ve yazılarından bildiğim eski bir dostumdur.
Onun eserlerinde retorik kural olarak artık kesinlikle emin olduğum “ o “ kişisini mutlaka ararım.Bu genelde seslendiği iç sesi yerine koyduğu, okurun gözünde bir sevgili olur.
Ona anlatır hep ne anlatmak istediğini.Bir anlamda kendi kendiyle konuşmak desek de yanlış olmaz sanırım.Bu kullanmış olduğu uslûbun sadece bir parçasıdır.
Asıl uslûpsal farkındalığı onun, bu sevgiliye anlatırken kullandığı dilin sınırlarını, matematiğini, zorlayışında yatan keskin, kıvrak zekâ ve idrak seviyesinin yüksekliğini kullanarak kelimelerle bir oyuncakmış gibi oynayarak meydana getirdiği sağlam kale içine zapt ettiği dili kullandığı ustalıktadır.
Bu eserimizde de bu tarz dilin matematiği, doygunluğu ve güncel dilden ayıran o estetiksel tınıyı bariz bir şekilde görmekteyiz.
Eserimiz ilk önce; yazarın şiirlerine seslendiği bir duygusal temle başlıyor.Yaralı olarak gördüğü şiirlerine dair açtığı bu kapıdan sessizce giriyoruz.
“ Toprağı ısıran şiirlerim
Nasıl iyileşecek siniz? “
Sanırım bu girişten sonra şiirin ana temi hakkında fikir beyan etmek zor olmasa gerek… şiirlerinin yarasından bahsedecek diyerek ilerliyoruz…
“Sırtüstü uzanınca dünyanın fazla incittiği şeyler üstüme akıyor. Boynuma korsan ağrılar giriyor. Boynum iplerin oyuncağıydı, hatırlıyorum.
Hatırlıyorum, sen sevdiğini iyi öldürürdün
ve taksilere binip giderdin. “
Burda bambaşka bir aleme sürükleniyoruz.İlk şiirleriyle açılan kapı bize şiirlerinin yarasının nereden aldığını anlatır şekilde eşikte hemen elimize tutuşturuluyor önce.
Dünyada ne kadar insanları üzen, olumsuz, kötü giden şey varsa üstüne üstüne geldiğinden dem vurmuş sayın yazar.Duyarlı yüreğin sesini duyumsamamak ne mümkün böylesi anlatımda.Açık net bir anlatım.Teşbihler var ama öylesine kapalı bir üslup kullanmamış.Son derece net.
Sonra yukarıda bahsettiğim hani, bir sevgili olur demiştim ya her eserinde evet kahramanımız yine ortaya çıktı…
Şiirlerinin yarası biraz dünya derdiyse biraz da sevgili acısı…
Devam ediyoruz eserimize ;
Zihnimin kuyusuna yerleşen arsız sefilyus kendime yaptığım yolculukların son durağına geldiğinde, Deliler kulesi Narrentrum’da; ismim duyulur duyulmaz bütün ışıklar yakılırdı nöbetçi kelebeklerce. İzci bulutlardan sarkıtılan bir sesin kuyruğuna hammaddesi zılgıt olan dudaklarla şölene hazırlanırdı hüznün kötü yola düşmüş kız kardeşi. Sonra o sözcükler, karıncaların inşaatlarından topladığım o aşırı dozlu sözcükler şarjörü doldurup şiirin alnına silah gibi dayanırdı, hatırlıyorum.
Yukarda tanımlamasını verdiğim Narrentrum kelimesinin geçtiğini görmekteyiz.Bu ünlü romanda ismi geçen bir kule.Sayın yazar metaryel olarak kullanmış.Okumadığım için tam olarak bu detay üstünde duramayacağım .Ancak yazının anlattığınca anladığımı ifadeye çalışacağım.
Sayın yazar ilk cümlelerinde acısından ve sevgili yarasından bahsetmişti.Şimdi telmih sanatını kullanarak bir kitapta geçen deliler kulesinin içine kapatılması kurgusu içeriğince… ki burada bu kuleyi sefalet yurdu olarak gördüğü öz ruhunun tabanı olarak simgelemiş.Kendine yaptığı en derin yolculuğu bu kuleye benzetmiş.Ve orada yaşananları… ben dolgu olarak görüyorum ….acının, kederin katmerlendiğini anlatmak istemiş. Ve şiirdi ya hani derdimiz şiirinin yarası burada bu zihninin en dibinde, kuytusunda şiirinin nasıl şiddete uğradığının altını çizmiş.
Yani edebi kişiliğine yön verenin acıları olduğunu, bu acıları yaşarken şiirinin yara aldığını… eğer acıları olmasa şiirinin daha daha güzel bir yerde olabileceğini düşündüğünü düşündürttü bana…
Ve devam ediyoruz bu hüzünün derinleşen boyutunda sayın yazarımızla birlikte
“ Yüzünde çakal ısırıklarıyla Anubis geçiyor sınıftan kovulmuş kalplerin önüne kurulan mumya pazarından. Ölüm saçlarını tarıyor hayatın makyaj odasında ve adaletsizliğin ülkesinde her şiir yazdığımda kendimi şüpheli şahıs gibi hissetmemin artık seninle hiçbir ilgisi yok. Egemenlerin sınıfında bütün soruların cevabını bildiği halde parmak kaldırmayan o ezilmiş çocuk ıssızlık almaya gitti uykusuzluğun tanrısından; iki asır önce dönecek. “
Burda sayın yazarımız kule objesinden ayrılarak farklı bir imaj üstünden duygu ve düşüncelerini anlatmaya devam etmiş.Sanırım yazının bölümsel ayrımları bunu imlemekte.Yani her bölüm farklı bir imaj üstünden anlatılıyor.
Bu bölümde , mısır mitolojisinde ismi geçen, ölüleri korumak ve yüceltmek görevi olan çakal başlı tanrıdan bahsetmiş. Bunun üstünden duygu ve düşüncelerini anlatmayı seçmiş.
Ölüm….teması…bu bölümün kalbini oluşturmakta.Ölüm evet.
Hayata karşı isyanının ana temini oluşturan adaletsizliğe her karşı koyuşunda ölümle yüz yüze gelindiğinin altını çizmiş bu bölümde.Üstelik eski gibi ölüleri koruyan o tanrının da yokluğunu çizerek ölmenin de çare olmadığını anlatmak istemiş.Yine telmih sanatı ustaca kullanılmış bu bölümde.Çarpıcı bir kurguyla.Kurgu, mecaz ve ana fikir… olağanüstü…bir teknik ve üslûp.
“ Bi sürü trenler geçiyor içimden. Bi sürü bıçaklar çekiliyor düşüncelerime. Bi sürü suçlar üstüme kalıyor. Hiçbirinin seninle ilgisi yok artık. “
Ve bütün bu olanlardan sonra ölümle yüzleşmekten sonra yine sevgiliye dönüyor sayın yazar yaşanan bu olumsuzlukların aslında kendisiyle ilgili olmadığının beyanıyla… Oscar’ ın kulağını çınlatıyor.Yine bir telmih sanatı daha.Onun Zindan Balladında yer verdiği bir dizeye atıfta buluyor.
“ Herkes sevdiğini öldürür “
Devam ediyoruz eserimize ,
“ Sokak lambasını kandıran adamlara giderdin. Ruhun paramparça olurdu, geç anlardın kalbinin, gövdesi böcek dolu aşkların kıyısına çadır kurduğunu. Koltukaltına bırakılan karbondan yapılmış sevişmelerin kokusuyla geri dönerdin bütün zamanların en sadık çölüne. Yine de beni sevmezdin.
Hatırlıyorum, seni sol yanağımdaki gamzeye nasıl sakladığımı
o kirli adamların bıyıklarına bulaşan salyalardan korumak için.
Bilmedin, aşkı ağzından hiç düşürmeyip çamurlaşana kadar çiğneyenlerin gerçek aşktan hiç anlamadığını. Ey bütün yarasını uçurum satın almak için harcayan çürümüş düşlerin kızı;
Yüzüme bak, seni unuttuğumdan değil bu kayıtsızlığım. Büyüdüm ve kayboldum başka acıların içinde. Göz yerine iki siyah boşluk bırakılmış yüzüm ve o sana ayırdığım gamzenin çukurunda dünyanın en güzel, en temiz, en inançlı ve en tehlikeli çiçeklerine dönüşecek tohumlar saklanıyor. Çünkü senden daha büyük yenilgilerle tanıştım bu ülkede, senden daha korkunç. “
Üçüncü bölüm tamamen sevgiliye ayrılmış.Diğer ilk iki bölümde şiirinin yara almasına sebep dünya acılarını işlemişti.
Sıra sevgiliden gelen yaraların sebebine geldi.
Evet ; Sevgilinin anlayışızlığı, duyarsızlığı, doğru insana yani kendisine hak ettiği değeri vermemezliğine isyanı çok net bir şekilde görmekteyiz.Karşılıksız, korumacı bir sevda…
Anlıyoruz ki şiirin bir başka yarası bu sevda …
Ve son bölüm…
Okuduğun her romanın ortasında beni öldürüyorsun diye ölmüyorum artık. Müzikle de ölebiliyorum, işkenceyle de, bir çuval dolusu umutla da. Avuçlarım kısa çöp kuyusu . Gittiğin yeri bildiğim için de ölebiliyorum. Seni üstümden hiç çıkarmadan da - yalnızlığı iptal ettikleri için de , bir polis karakolunda da ölebiliyorum, tanıklığını yaptığım bu yüzyılın anlamsızlığında bunalırken veya anlamlı bir cümlenin sonunda bile, kaybedilen her oğul kellesi için kadeh kaldıranları gördüğümde tiksinirken bile ölebiliyorum. Görüyorsun, ölmek için sana ihtiyacım yok artık. Sözü ortadan kaldırdılar sen karşı taraftayken. Bu senden ilk kopuşum.
Ve hatırlamak ah hatırlamak, o ıstıraptan sorumlu çizgi film uygarlığı
kâğıt oyunu gibidir iğrenç muhabbetlerden psikolojisi bozulmuş bir masada.
Hadi sevgilim, önüne dön ve oyununu oyna
El sırası
Sende.
Yine sevgiliye hitaben yazılmış ama bütün şiiri noktalayan toparlayan bir bölüm.Onun üstünden tüm temaya son kez dokunmuş yazarımız.
Bütün yaşanan bu acılardan sevgilinin kendisini sorumlu tutmamasını, ölmek gibi yaşamaktan dem vurmuş.
Ben burada bittim artık.Dayanılmaz bir duygu seli.Dayanılmaz bir anlatım.Her şeyde ölmek.. her şeyde…Ağlamak istiyorum diyeceğim ama …Bu bölüm gerçekten mahvetti beni.
Hayatın en gerçeğine vurulan mühür gibi bir bakış , bir duyuş.Her şey oyun… Ve yazık ki kaybedeni öldüren bir oyun…
Ah Ahhh ne desem bilemiyorum şimdi.İnsan yanını, sevgiye, güzelliğe olan bağımlı yanını her eserinde daha derinden duyumsadığım sayın dost şairim.
Dilim döndüğünce anladığım ölçüde ifade etmeye çalıştım okuduğum bu nadide güzelliği.
Yine konuşur gibi bir uslûp yine çarpıcı benzetmeler ve telmih sanatlarıyla büyüleyici bir güzellikti. Kaç dünyanın içine girdim girdim çıktım.Sayamadım inanın.
Teşekkür ederim edebiyat adına, sanat adına , kendim adına çok teşekkür ederim emekleriniz için.Varolsun ebediyete dek dilerim.
Şükran AY