5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1424
Okunma

4.BÖLÜM
Roman deneyimimin 3. Bölümüdür. Lütfen ilk önce başlangıç bölümünü okuyup sonra buna devam edin. Yorumlarınızı bekliyorum..
Gece olmuş. Tozlu bir köy yolu, ama git git bitmiyor. Alt tarafı yüz, yüz elli kilometrelik bir yol gidecektik. Etrafta bizden başka araba da yok. Yıldızlar eşlik ediyor sadece. Gözlerimi gökyüzünden indiriyorum. Yol kenarlarındaki zeytin ağaçlarını takip ediyorum. Küçüklüğüm aklıma geliyor. Babaannemin zeytinlerini silkmeye giderdik dağa. Normal bir geceden bile karanlık geliyor hava bana. Yol kenarlarındaki sokak lambalarının olmayışına bağlıyorum nedenini. Biraz ileride bir şey gözüme çarpıyor. Şık takım elbiseli biri var. Doğrulup daha dikkatli bakmak istiyorum ama çok yorgunum. Kafamı kaldıracak halim yok. Karanlıktan onun kim olduğunu göremiyorum ama burada ne işi var? Daha dikkatli inceliyorum; evet yanında biri daha var. Hafif tombul, kısa boylu, bıyıkları beyazlamış bir köylü gibi. O da ne! Köylü cebinden çıkardığı çakıyla takım elbiseli adamın karnını deşiyor. Adam hiç karşılık vermiyor, çünkü ölü! Köylünün muhtar olacağını düşünüyorum. Yoksa! Yoksa o takım elbiseli de; Bülent mi? Aman Allah’ım!
Muhtar çakıyla deştiği adamın karnından metal bir şey çıkarıyor. “Kurşun!” diye mırıldanıyorum. Gökhan’a dönüyorum; başım öyle ağrıyor ki cümleye nasıl başlayacağımı bilemiyorum:
-Gökhan!, diyorum hafif inleyerek. Oğlum neredeyiz biz? Kaybolduk galiba.
-Hah uyandın demek!
Gökhan’a bakıyorum. Halinden gayet memnun. Görevini tamamlamış ve madalya alacak bir sporcu edasında:
-Ne yapıyorsun Gökhan! Nereye gidiyoruz?
-Yediğin narkozun etkisindesin Harun! Ya da başkomiserim mi demeliydim?
Cevap vermek, olayı anlamak istiyorum ama olmuyor. Elimi belime götürüyorum ama elim boş dönüyor.
Pis pis sırıtıyor Gökhan:
-Bunu mu arıyordun başkomiserim?
Üzerine basa basa söylüyor kelimeleri. Sol elindeki silahımı gösteriyor. Gözüm aşağıya kayıyor:
-Gökhan! Bacağın; yok, diyorum inleyerek. Başım patlamak üzere. Gözümü hala bacağından alamıyorum. Sol bacağı diz bitiminden ameliyatla alınmış.
-Evet, diyor Gökhan. Sol bacağım protezdi. Bacağım koptu. Onu kopardılar! Doğuda görevimdeyken! Sen peki? Sen ne anlarsın ki görevden? Ha söyle! Ben bu meslek uğruna bacağımı kaybettim, peki ya sen, sen neyini verdin bu mesleğe?, biraz kendi kendine söylendikten sonra bana bağırıyor:
-Ama hala rütbe olarak senin altındayım!
Delirmiş olmalı. Göhan’ın Gaziantep’de görev yaptığı aklıma geliyor. Ama sadece sağlık görevleriyle ilgilendiğini söylemişti bana. Çatışmadan falan hiç bahsetmemişti? Dur bir dakika sağlıkla ilgilenmiş.. Evet yavaş yavaş anlıyorum. O yüzden cesedin sol bacağı profesyonelce kesilmişti. Ve o kurşunlar da o yüzden vücuda hiç zarar vermeden çıkarılmıştı. Birden bir irkinti geliyor. Gülümsüyor Gökhan:
-Üzgünüm başkomiserim. Bu ülkede adalet hak edilene verilmiyor. Ama adaleti ben alacağım. Bu cinayeti tek başıma halledeceğim. Ve hallettiğimde de bir başkomiser eksik olacak; işte oraya da, bunu sonuna kadar hak etmiş olarak, ben geleceğim.
Birden arabanın camını biri tıklıyor. Gökhan’a bakıyorum hala gülümsüyor. Bu hızda gittiği halde nasıl biri cama vuruyor. Dışarıda birileri var. Konuşmalar öyle uzaktan geliyor ki..
Gözümü açıyorum, Gökhan camın arkasında. Yanında benzinlikte çalışan bir eleman. Gülüşüyorlar. Camı açıyorum ama hala içimde bir şey var. Boş boş gözlerle Gökhan’a bakıyorum.
-Başkomiserim burası yol boyunca rastlayacağımız son benzinlik. İhtiyaçlarımızı buradan almak zorundayız artık. Sizi de uyandırmak zorunda kaldım ama acıkmışsınızdır. Tost söyledim.
Sol tarafıma bakıyorum hemen. Direksiyon koltuğu bomboş. “Sadece kabus” diyorum içimden. “ama ne kabus.”
Kapı kolunu kendime doğru çekerek açıyorum kapıyı. Emniyet kemerini açıp kendimi dışarıya atıyorum. Hafif rüzgar okşuyor yüzümü. Çok iyi geliyor.
-Bu taraftan, diyor sol eliyle işaret ederek. Gülümsüyorum. Keyfim yerine gelmeye başlıyor. Masada Gökhan beni bekliyor. Epey acıkmış olmalı ve uykusuzdur. Buraya kadar direksiyon salladı garibim. Gerçi ben uyudum da ne oldu.
Gökhan’ın karşısına yerleşiyorum. İçimden sol bacağına bakmak geliyor. Yok yok bakmazsam rahat edemem. Çaktırmadan sol bacağına bakıyorum. Tam da o sırada pantolonunun paçasını sıyırıp kaşıyor. Sandalyeme yaslanıp gülümsüyorum. Siyah kumaş pantolon ve beyaz yaka gömlek giymiş; en üstüne de kırmızı mutfak önlüğü giymiş genç garsonlar dolanıyor etrafımızda. Ve sonunda kırmızı şapkalı olan bize doğru gelip tostlarımızı masaya bırakıyor.
Gökhan hemen eline alıyor tostu. Büyükçe bir dilim alıyor. Sonra bana bakıyor gülümseyerek.
-Neredeyiz Gökhan?, diyorum saatime bakarak. Epey yaklaştık mı?
Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra cevap veriyor Gökhan:
-Yok başkomiserim. Yeliz’in dediği o yoldan gittim daha erken varırız diye. Ama o köy yolunda lastik patladı. Allah’tan yedek lastik var ama aksilik ya anahtarı geçen gün Koray Amirim istemişti onda kaldı. Tam Yeliz’i arayacağım karşıdan Castrol Yağının toptancı arabası geldi. Durdurdum hemen. Takım elbiseli falan ii bir adamdı. Onda anahtar varmış yardımcı oldu. Çıkardık lastiği çıkarmasına ama sıkıştı çekiyoruz gelmiyor. Sonra traktör geldi bir. Durdu hemen. Yaşlı tombul tatlı bir amca. Çakısıyla sıkışmış jantı gevşeltti ve çıkardık. Adam muhtarmış. Imm köyün adını unuttum bak neydi yahu? İşte neyse böyle hallettik Başkomiserim.
‘Rüyamın kahramanları da ortaya çıktı’ diyorum gülerek içimden.
-Oğlum ben hep uyudum mu? Uyandırsaydın keşke. Aslında hiç böyle derin uyumam ama kaç gecedir uykusuz kaldık o yüzden galiba.
-Sorun değil başkomiserim hallettim ben.
İyi çocuk. Pek bulunmaz böylesi. Öyle rütbede falan da gözü yoktur aslında. Önümde duran tostu fark ediyorum. Güzel kokuyor. Isırıyorum, harika. O an acıktığımı fark ediyorum. Hafiften bir benzin kokusu geliyor. Evet, seviyorum bu kokuyu. Ne bileyim değişik bir koku geliyor bana hoşuma gidiyor. Gökhan:
-Başkomiserim, diyor ağzındaki lokmayı yutarken; Sizce kaymakamın parmak izinin cinayet aletinde ne işi var?
Doğru! Bütün yol uyudum unutmuşum tamamen. Sahi ne işi var kaymakamın parmak izinin onda?
Bir süre sustuktan sonra konuşuyorum:
-Bak Gökhan, Oraya bu sorunun cevabını öğrenmeye gidiyoruz. Tüm gerçeği en ince ayrıntısına kadar öğreneceğiz. Sonuç Ali çıkar; Mehmet, Kemal çıkar fark etmez biz adaleti sağlayacağız.
Anlamlı bakışlarla suratıma bakıyor Gökhan.
Kalkıp arabaya doğru yürüyorum. Yanıma bir pompacı geliyor. Esmer, değişik bir şivesi var:
-Polis misiniz ağabey?, diyor sırıtarak.
Evet anlamında kafamı sallıyorum.
-Ben de olacaktım ama yapmadılar. E tabii torpilimiz yoktur.
Aldırmıyorum delikanlıyı. Arabaya yaslanıp Gökhan’ı bekliyorum. “Nerede kaldı”
-Mülakatlara gittim ağabey. Dört yüz metreyi otuz yedi saniyede koştum. Bakma benim böyle durduğuma keçi gibiyimdir ben. Baktılar sporda kaybetmiyorum, dediler gözlerinde sorun var. Hadi be oradan! Bahaneyi görüyor musun ağabey? Hadi gel bakalım şu yolun sonuna kadar, senin görüp de benim göremediğin bir şey var mı?
“Ulan Gökhan”
-Bahane ağabey hep, bahane
Hah Göhan! Sonunda be aslanım. Koşuyor bana doğru:
-Başkomiserim adam da bozuk yokmuş. Para bozdurdu da yarım saat.
-Tamam Gökhan hadi, diyecek oluyorum pompacı elini Gökhan’ın omzuna koyarak:
-Sen de mi polissin ağabey?, diyor.
Gökhan ben gibi değil daha aksi. Bakmayın bana karşı saygı da kusur etmez.
-Polis değil; komiser!
Aslında pek konuşmaz böyle ama mecbur artık.
-Belki şimdiye kadar bende komiser olurdum ağabey ama yaptırmadılar.
-Ya siktir git be kardeşim! Hadi hayırlı işler.
Arabaya binip gidiyoruz. Gökhan bana bakıyor:
-affedersiniz başkomiserim yanınızda küfürlü konuştum. Ama o da arandı
-Tamam, diyorum; sorun değil Gökhan.
-Ha başkomiserim Yeliz birtakım tuhaf bilgiye ulaşmış. Arayın diyordu.
Tuhaf bilgiler mi, ne olabilir ki? İşte öğreneceğiz. Elimi cebime götürüyorum telefon yok. Torpitoyu açıyorum hah orda. Son aramalardan buluyorum Yeliz’i.
-Arıyorum Gökhan sağ ol.