9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1440
Okunma

Bedeninizin belirsiz bir noktasında gittikçe genişleyen, genişledikçe ağır ağır kanla dolan bir obruk olduğunu hissettiğiniz an, ya da içinizde zamanla oluşmuş nemli ve karanlık yeraltı mağaralarında suratsız katillerin ayak seslerini duyduğunuz zaman, etrafta sığınabileceğiniz birini ararsınız. Bu sığınağın bir cismi olması gerekmez illaki. Sese de razısınızdır.
Bir telefon görüşmesi:
“Merhaba anne!”
“Kızım, biz de tam senden söz ediyorduk şuan. Tahir Amcanlar, kızları, yeni doğmuş bebekleri bizde. Anlayacağın kalabalığız.”
Sizin melankoli nöbetinizin tersine, içinde ince mutluluk moleküllerinin patırdadığı bir ses, aslında bütün eleminizi dağıtabilir. Fakat siz, bu sese dahil olamazsınız. Ne içine düştüğünüz karanlığı anlatabilirsiniz o mutlu sesin sahibine, ne de anlattıklarıyla mutlu olabilirsiniz. Konuşmanın bir yerinde “Bir şey mi söyleyecektin?” der ses. “Yok” dersiniz. “Öylesine…sesini duymak için…” Aslında son cümlenizde bile bir mesaj var. Bir başkasını ararsınız sonra, bir başkasını ve bir başkasını daha…Hepsi aynıdır. Kimse size orada yani içinizde neler olduğunu sorma cesareti gösteremez. Bunu yapamaz çoğu insan. O zaman bu dünyada kendinizi ölmek üzereymiş gibi hisseden tek mahlukat olarak görürsünüz.
Dünya saatlerinin her gereksiz işlevinde, yeraltı katilleriniz sinsice yanaşır, obruk genişler. Siz kenarında, kollarınızı iki yana açmış beklersiniz. Katil arkanızda hırıldar. Yavaş yavaş…Obruğun diğer tarafında kızıl bir ufuk var. Gökyüzüne serpiştirilmiş tüyümsü birkaç bulut…
Hani bir koku gelir burnunuza da, artık çok eskilerde kalmış fakat tadı asla bozulmamış mutlu bir an gelir aklınıza ya…Şansınız varsa, o kokuyu duyarsınız. Sonrası, gittikçe yükselen tüyümsü bulutlar, düştükçe derinleşen obruk, obruğun içindeki kana batarken inatla gözlerinizi açık tutmanızın bedeli kıpkırmızı bir gökyüzü… Ellerinizle şekillendirebileceğiniz kadar yoğun bir kan! Kan bu kadar kalın mıydı?
Ben hep başka biri olduğumu düşünürüm böyle anlarda. Ayaklarımı çeken, başımı bastıran kırmızılığın içinde, kaçıncı defadır öldürüldüğümü düşünmeden, tek katlı bir evin penceresinin arkasındaki karı -gözleri kapalı, elleri dizinin üzerinde kenetlenmiş- seyreden ihtiyar bir anne kadar durağan…Akşam karanlığında eve giderken, yol kenarından gelen bir çıtırtıyla ürperip, sigara yakma bahanesiyle çakmağını çakan adam gibi ürkek…Kimsenin görmediği koltuk arkalarında, kardeşini çimdikleyen bir çocuk kadar zalim, ön ayaklarının üzerinden kamyon geçince, kendini kan ter içinde kaldırıma kadar sürüyüp, ara ara etrafı seyrederek ayaklarını yalayan bir kedi kadar mazlum, çok eskiden üzerine sidikli ayaklarla basıldığını saklamak zorunda kalan ve secdesine değen her başın günahını sırtlanan bir seccade kadar kirletilmiş…
Bütün sütler zehirlidir! Günün birinde haram edilmek üzere içirilmişlerdir. Bütün merhabalar, şu tepenin arkasındaki dağın ötesindeki Fizan’a def ol git ricasının naif bir peşrevidir. Ve bütün bu düşünceler birer arka yargıdır. Önyargıları olanlar, zırh giymiş süvarilere benzerler. Göğse isabet eden kurşunu yumuşatacak bir zırhı olmalı aslında herkesin. İçindeki obrukta boğulanların hep arka yargıları vardır ve onların katilleri daima arkadan yaklaşırlar. Arka yargılar bir salyangozun kabuksuz eti kadar yumuşak ve korunmasızdır. Bilmelisiniz ki, en mutlunuzun içinde bile henüz nokta halinde bir obruk vardır ve Rab, toplumu bireyin içindeki obruğu oyması için pek çok aletle donatmıştır.
Size diyecekler ki –yanlış anlaşılmasın, bunu siz gömülürken diyecekler- “Neden bize bu kadar kötü durumda olduğunu söylemedin?” Onlara deyin ki “Siz beni dinleyemeyecek kadar mutluydunuz.”
Bir rüya: Obruğun dibinde, etrafınız tebeşirle çizilmiş, yatıyorsunuz. Gözünüzün biri açık kalmış. Yaklaşan ve size doğru eğilen bir yüz görür gibisiniz. -O kabrinize ilk küfrü basacak olandır. Bunu sinsi gülümsemesinden anlarsınız. Ki, maktulün yanına ilk gelen, onun öldüğünden emin olmak isteyen kişidir.- Gökyüzünde yıldızlar var. Biri bir şarkı söylüyor… “He left no time to regret /o üzülecek zaman bırakmadı.”
Sizi korkutmuyorum ya?
A. ENGİNDENİZ