11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1293
Okunma


Hamamböceklerinin ayağımızın altında gezip oraya buraya koşturmalarına alışmıştık.
Annem ne yapsa bir türlü artarak çoğalmalarına önlem alamıyordu..
Babamın yattığı yatağa kadar tırmanmışlar, beyaz nevresimlerin altında üstünde cirit atıyorlardı. Üst katta ki tavan arasını, annemle iki gün boyunca temizleyip babamın yatağını oraya taşıdık.
Daha sonra da alt katı ilaçlayıp temizledik. En azından görünürde bir şey yoktu.
Davut ağabeyim dört ay önce gittiği kasabadan bir gece ansızın çıkıp gelmişti. Kazandığının yarısından çoğunu yemiş birazını da anneme vermişti…
Annem hoşnutsuz suratını düşürdü:
"Oğlum o kadar zaman çalıştın. Getirdiğin para bu kadar mı?"
" Anne, benimde kendime göre harcamalarım oldu. Ne yapsaydım yani.Hiç bir şey yemeden içmeden nasıl çalışabilirdim?"
Annemin ela gözleri sustu. Bu parayla ancak iki hafta idare edebilirdi. Ağabeyim paranın yetmeyeceğini biliyordu. Yanına giden küçük kız kardeşimi kucağına alıp cebinden çıkardığı çikolatayı eline verdi.
"Annemi ve ablanı üzmüyorsun öyle değil mi?"
“Hayır” der gibi başını iki yana salladı Elif.
Ağabeyim Elifin saçlarını okşadı. Ellerini tutup öptü. "Kocaman olmuş benim güzel kardeşim " dedi...
Bana ve anneme ise bavulundan çıkardığı birer çember vermişti.Annemin ki yeşil, benim ki kırmızı...
"Merak etme anacığım. Yarın akşam şehre gideceğim. Orada daha çok para kazanacağım. Ama baştan hemen para yollayamayabilirim. Ne olur elinizdekini idareli harcayın. İlk fırsatta para yollayacağım. Bir ay olmazsa; ikinci ay mutlaka...
Ağabeyim gideli neredeyse bir buçuk ay oluyordu. Ne gelen vardı ne giden. Annem elinde avucunda ne var ise bitirmiş; aç kalmamak için konu komşuya bahçe işlerine gidiyordu. Onlarda topladıkları fasulyeden ya da domates, biber gibi sebzelerden çantasına koyuyorlardı. En azından geceleri rahatça uyumamızı sağlayan; karnımızı doyuracak yemeğimiz oluyordu.
Un çuvalı neredeyse bitmek üzereydi. Bunun anlamı; artık e kmek yiyemeyecektik. Ya da annem çörek yapamayacaktı. Evde herkes hakkından vazgeçip, küçük Elifin önüne koyuyordu. Babam felçli olduğu için sadece çorba içebiliyordu.O da bir iki kaşık hepsi o kadar.
Zengin sokağının başındaki büyük konaktan ev işleri için yardımcı bir kız aradıklarını haber verdi Kaderiye abla. Bu iş annemin hoşuna gitmişti. En azından eve para girecekti. Para demek; taze ekmek ve et demekti…
Zaman kaybetmemek için, elimden tuttuğu gibi evimizin köşesinden dönüp; köprünün karşısında ki konağa doğru yürümeye başladık. Annem hem bileğimi sıkıyor hem bana orada ki saygın insanlara karşı nasıl terbiyeli ve nazik olmam gerektiğine dair tembihlerde bulunuyordu…
Sokak kapısından içeriye girdiğimizde o gösterişli evin bu kadar yakından daha büyük olduğunu fark etmemişim. Annem kapının önüne geldiğimizde birden durdu. Hırkasının cebinden çıkardığı mendille yüzümü sildi. Ve yine aynı şeyleri söylemeye başladı:
“ Sana seslendikleri zaman, efendim diyeceksin- Olur efendim, peki efendim diyeceksin, tamam mı?”
Ona göre tamamdı. Oysa ben daha ne olduğunu bile anlamamıştım…
Kapının tokmağını vurmak ile vurmamak arası bir kararsızlıkla vurdu. Bu ses en çok kulübesinden başını uzatıp havlamaya başlayan köpeği ürkütmüştü anlaşılan. Kalın sesinin verdiği kuvvetle bizi korkutmayı başarmıştı. Sivri dişlerinden arasından sünerek dökülen salyaları bize ve tabi ki ona göre birer düşmanlık ifadesiydi. Çok şükür ki yanımıza gelmeyi zinciri sayesinde başaramamıştı…
Kapıyı neredeyse annemden daha iri bir kadın açtı. Gözlerinin altı çukurlaşmış. Yanakları ise parlaklığını kaybetmemişti. Önce annemi sonra beni tepeden tırnağa süzdü. Bir eliyle de kapıyı tutuyordu. Doğrusu bu garip gelmişti bana. Ne sanıyordu acaba bizi? Dilenci mi?
“Ne istiyorsunuz” dedi. Sesi görüntüsünün aksine inci ve tizdi. Gözlerim kapalı olmuş olsa ya da karanlık bir yerde kendisini görmemiş olsam- kesin zayıf ve uzun boylu birinin görüntüne benzetirdim.
Üzerinde bembeyaz bir önlük vardı. Diz kapaklarına değin uzanmıştı. Ayağında ise beyazın tam zıddı siyah bir terlik vardı. Bu görüntüyü bozuyordu. Demek ki evde ki diğer hizmetçilerde bunun gibi giyiniyorlardı.
Annem:
“ Ev işleri ve dışarı işleri için birini arıyormuşsunuz” Onun için geldik. Arada boğazını temizleyen annemin yüzüne baktım. Kıpkırmızı olmuştu. Daha önce annemi beni azarladığında ya da korkutmak için üzerime yürüdüğünde yüzünün böyle kırmızı olduğunu, boncuk boncuk terleyip, ellerinin titrediğini biliyordum. Oysa şimdi…
Kapıdaki hizmetçi topuz yaptığı saçını, sağ eliyle düzeltmeye çalışır gibi yaparken, altın küpesinin ucundaki yaprak dikkatimi çekmişti. İlk defa bu kadar farklı bir küpe görüyordum. Sanırım çok dikkatli bakmışım ki; annemin beni omzumdan dürtmesiyle kendime geldim…
...
...