31
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3400
Okunma


Atina’ ya ilk gittiğimde hayal kırıklığına uğramıştım. Açıkçası bu Akdeniz’in tarihiyle ünlü kentini daha güzel bekliyordum. Oturmamıştı bazı şeyler. Binlerce yılın kültür mirası o kent, çirkin binalara bırakmıştı kendini şehrin merkezinde. Tıpkı bizde ki gibi. Ortak çok yönü var iki halkın. Böyle olunca da kenti kent yapan insanlar olduğundan, şehrin güzelliğinde de, çirkinliğinde de ortak paydalar olabiliyor. Sahile kıyısı olan bir kent olmasına karşın, merkezi ve o ünlü Akropolis’in bulunduğu yerler denizden epey uzakta.
2002-2003 yılları arasında tam 1 yıl yaşadım orada. Daha sonrada New York’a geri dönünce 2004 yılının sonuna kadar fırsat bulduğum her zaman Türkiye ile birlikte Atina’ya koşturdum. Bana çok pahalı bir şehir gelmişti orada yaşarken.
Ermou diye bir caddeleri var, aynı İstiklal Caddesi gibi mağazalarla dolu. Trafiğe kapalı ama daha kısa. İstiklal Caddesi gibi bir tat yok. O yıllarda, daha yeni yeni Ermou’nun etrafındaki salaş sokaklara bar, clup yapılıyordu. Ermou Caddesi’nin sonunda, küçücük, tarihi bir kilise var. Çok hoş ve büyüleyiciydi. Ermou’nun paralelinde başka bir caddenin sonunda ise, bir sürü kebap lokantaları var. Özellikle güzel havalarda dışarıda oturması çok hoş. Kebap denilen şeyse büyük bir köfte.Tadı güzeldi. Pita denen bizim pideye benzeyen ama daha ince bir ekmeğin arasında geliyor. İçindeki cacık sosunu akıtmadan daha doğrusu rezil olmadan yiyebilmek için bayağı bir çaba gerektiriyor. Ben her seferinde ıstakoz yemiş gibi o korkunç mücadeleden, yemeği bitmiş ama yorgun, üstüne üstlük o kadar çabadan dolayı hala aç kalkıyordum.
Pireus (Pire) denen bir liman semti var. Orada ben anlatacak pek bir şey bulamadım. Beğenmedim açıkçası ama Pireus‘un biraz üstünde, Deniz Harp Okulunun yanında küçük bir balık lokantası var ki, enfes deniz manzaralı. Orada yediğim kızarmış karideslerin (garides) tadını hala unutamıyorum. Hele ki yazın bahçesinde otururken önümüzden nizami bir sıra ile geçen askeri öğrenciler, giydikleri şortlardan dolayı beni çok güldürürlerdi (etrafa çaktırmadan).
Tourko Limani, yani Türk Limanı ve biraz ilerisinde adını hatırlamadığım ama Mikro Limani olduğunu sandığım yer yok mu? İşte Atina’nın en muhteşem yeri. Önce yat limanındasınız, sonra kıvrıla kıvrıla yukarı çıkan yoldan bar, kafeterya ve restoranların önünden geçerek tam tepeye, harika bir manzaraya ulaşıyorsunuz. Hangi bara, restorana girerseniz girin, o muhteşem manzara sizi büyülüyor. Benim gibi iştahlıysanız şayet o an dünyayı yiyebileceksiniz gibi hissediyorsunuz. Alaturka ya da alagrekolar için ouzo hazır zaten. Veyahut, bira ya da küçük su bardağına benzeyen kalın camlı bardaklarda , o tadı mükemmel Yunan şaraplarından içebilirsiniz.
Halkı her şeyden önce çok dindar ve çok milliyetçi. Çok yabancı memlekete uçtum ama uçak kalkarken ya da inerken, tüm uçağın toplu halde istavroz çıkardığını ya da büyük bir kiliselerin önünden geçerken; otobüste, arabada, yayan çoğu insanın istavroz çıkardığına daha önce hiç şahit olmamıştım. Milliyetçiliklerini de daha önceden biliyordum.Yabancı memlekette yaşayan Yunanların dükkanlarının adı hep mitolojik ya da geldikleri köyün, yerin, adanın adıdır. İstisnasız…Geldikleri yeri anlarımda, mitolojik ad koymaları biraz abartı gelirdi bana. Belki de haklılar. Çünkü hak ettikleri ya da etmedikleri saygıyı görüyorlar Yunan olarak. Türk olmanın aksine.
Paleo Faliro, yaşadığım yer. İzleyenleriniz olduysa,Bir Tutam Baharat filminin başında gösterilen, deniz kıyısında ki semt. Bir Tutam Baharat Filminin orijinal adı Politiki Kouizina’dır.Siyasi mutfak değil anlamı...Poli şehir demek, ama diğer anlamı ise İstanbul, yani Konstantinopoli(s), yani kısaca herkesin dediği gibi Poli…Politiki Kouizina da ,İstanbul mutfağı demek. Filmi bulun izleyin, tavsiye ederim. Ben film piyasaya çıktığında Atina ‘da yaşıyordum. Gerçekten de Yunanlar gözleri yaşlarla dolu izlediler o filmi.
Mutfak dedim de; yaşadığım yerin bir özelliği de Türkiye’den taşınmış Rumlarla dolu olmasıdır. Böyle olunca Türk gazetelerini, Türk malı yiyecekleri kolaylıkla bulabiliyordum. Alt katta bir bakkal amca vardı, İstanbullu. Yufka ve kaymak bile getiriyordu İstanbul’dan. Her gün Kamil Koç ‘un otobüsü gelirdi o semte çünkü. Yunanlar her şeyi taklit edebildiler ama yufka ve kaymağı asla.Yufka yerine milföy tarzı bir şey kullanılıyorlar, yufka ebadında, kaymak yerine hiçbir şey yok, yapamıyorlarmış. Ben New York’a geri taşınmadan hemen önce oturduğum caddeye Güllüoğlu baklava açılmıştı. Atatürk havalimanında elleri Güllüoğlu paketleriyle dolu insanlar görürseniz, onlar Yunanlılar.
Bulunduğum semtte çok Türk restaurantı vardı ama hiçbiri mutfağının Türk mutfağı olduğunu belirtmiyordu.Anatoliki Kouzina, yani doğu mutfağı. Açanların çoğu Yunanistan’a siyasi irtica yapmış Kürtlerdi. Araplarda vardı tabii. Çok leziz Adana, Urfa ve İskender kebaplar yedim. Bizim tarzımızda dönerler de vardı.( Arap ve Yunan dönerlerinin tadı çok kötüdür)
Türkiye’den göçmüş Rumlar…Yunanları beğenmezler. Kaba, köylü bulurlar. Kanlarını inkar etmezler ama biz Türk adetleriyle yetiştik, buralar bize fazla ama yerleştik işte diye dert yanarlar. Gerçektende Yunanlar genel olarak çok kaba ve sürekli her şeye bağırıp çağıran insanlar. Ben alışana kadar psikolojim bozulmuştu. İstanbul’dan tekstil getirip orada satan Rum arkadaşlarım vardı. Hepsinin söylediği; mallar Türkiye’den ama etiketler Made in İtaly. Yoksa kimse almaz derlerdi. Yunanların haberleri yok ama Türkiye’den giyiniyor. O bir şey değil, bizde hiç sıkılmadan ürünlerimize Made in İtaly yi basıyoruz.
Akşam haberlerinde mutlaka Türkiye ile ilgili bir haber vardır. Politik değil. Kim kimin çantasını çalmış ve bunun gibi. Bir de Ege’deki it dalaşları. Halkın Türklerden korkması, bizimle yatıp , nefes alması çok doğal. Medya bunu bilinçli bir şekilde, siyasi olarak yapıyor. Olumsuz diğer örnekse Ermou civarında ki bazı baskı tarzı tişört satan dükkanlarda kimi tişörtler aşırı milliyetçiydi. Örneğin: Yunan bayrağı motifli bir kartal pençeleriyle Türk bayrağını parçalıyor. Hem Yunanistan’a hem de Türkiye’ye giden, aslen Yunan olup ama Amerika’da doğup büyüyen bir tanıdığım, iki ulus arasında ki farkı şöyle söylemişti bana ; Yunanların gereksiz yere aşırı milliyetçi ve kindar, Türklerin ise çok daha affedici ve (inanın böyle söyledi)bu yüzden daha asil . Eminim bu yazdıklarım sol’cu olmanın Türkü ve Türklüğü aşağılamak olduğunu düşünen bazı aydın sıfatlı zatlarca beğenilmeyecektir.
Türk olduğum için kesinlikle bir tepki görmedim. Aksine kucak açtılar, beni tanıdıklarına çok sevindiler. Her ne kadar Yunanlar Türklere gereksiz ve de haksız yere kızsa da bir Türk’e karşı bir şekilde hissedilen eziklikleri var. Bunu biraz zeki ve hisleriniz kuvvetliyse fark edersiniz. Yunan Kominist Partili ve zamanında aktif olarak partide çalışmış yaşlı bir çiftle çok samimiydim. Onların Türklere ve Yunan ordularının Türkiye ye saldırmasına, Osmanlı’ya, Türk kültürüne bakış açışları inanılmaz derecede objektif ve bir Türk olarak bunları duymak sizi hem sevindiriyor hem şaşırtıyor. Aklı başında Yunanlarda varmış diyorsunuz. Örnek vereyim: Yunan ordularının İzmir ve civarına saldırmasının tek sebebinin emperyalist güçlerin elinde Yunanlıların kukla olarak boyun eğmesi ve yaptıkları en büyük hatanın Türkiye’ye saldırmaları olarak görüyorlar.
Yunancada olan Türkçe sözcüklere değinmeden olur mu hiç ?
Atina’da yaşayan ama kendilerini New York’ta yaşarken arkadaşları olduğum çocukları sayesinde tanıdığım İstanbul’dan sadece kısa bir zaman önce göç etmiş yaşlı bir çift vardı.Vasilis amca anlatmıştı bir gün ve ben çok gülmüştüm: Çocukken Yunanistan’a akrabalarını ziyarete geliyor ve Yunan okuluna gitmediği için Yunancası yok. Akrabalarından kendisine Yunanca öğretmelerini istiyor. Onarda başlıyor günlük kelimeleri sıralamaya: Tavani, duvari, sevdas, tenceres… Türkçe kelimelerin sonuna anladığınız gibi genelde –i ekleniyor. Örneğin: saz-i,cam-i vb. Yunanistan’da Türkçe sözcüklerden kurtulmak için bir çaba vardı. Benim yaşımdakilerin bildiği Türkçe kökenli bazı kelimeleri okullu çocuklar bilmiyor kullanmıyordu. Zamanla hepsini teizleyecekler sanırım. Saygı duyarım.
Dedim ya,Yunanistan’da Türk olduğumdan dolayı hiç sıkıntı yaşamadım. Çoğu bana sanki bir sır açıklar gibi aslında şu yemek,Yunan kahvesi, Karagöz Türk biliyoruz dediler. Şu yemeğin ‘’orijinal’’ tarifini verir misin diye benden tarifler aldılar. Onlarda karnıyarık yapıyorlar mesela ama o ağır yemeğin üstüne bir de beşamel sos koyuyorlar. Çok kötü oluyor. Yalnız, kıymalı lahana dolmasını terbiyeli yapıyorlar ki enfes bir lezzet çıkıyor ortaya.
Yunanlar bizim gibi çay içmez. Sorduğunda, niye ben hasta mıyım derler. Çay kültürleri olmadığı içinde yapılan börekler akşam yemeğinde sofrada meze gibi servis edilir. Sürekli kahve içtikleri için sanırım; fazla kafeinden sinirliler ya da hiper aktifler genelde. Türk kahvesini de duble içerler. Bende alışmıştım, hep duble içerim. Eski, siyah beyaz Yunan filmlerinde çok gördüm. Eliniko (Yunan) kafe diye değil, Turkiko kafe diye isterler hep. Hala yaşlılar öyle diyor. Birde frappe kahveleri var ki, harika. Bir kavanoza iki kaşık neskafe klasik koyun, şeker ve süt ilave edip köpürene kadar çalkalayın. Bardağa buzla beraber koyun ve yazın o sıcaklığında afiyetle için. Süt şart değil ama, şeker olmazsa köpürmüyor. Bir de mutlaka klasik kahve olmalı. Afiyet olsun.
Yazımı okuduğunuz için efkaristo para poli .