23
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1729
Okunma

Zeynep, içinde devamlı su durmaktan yer yer küf tutmuş bakracı eline aldı. Çiçeklerine gelişigüzel dökmeye başladı. Oysa çiçeklerini hiç böyle sulamazdı. Onları okşar gibi bütün yapraklarını yıkayarak sular, sararmış yapraklarını, diplerindeki otlarını sökerek sulardı. Sanki bu haline çiçeklerde şaşmış gibi, tepelerine haşince dökülen sudan boyunlarını büküyorlardı.
Boşalan kova elinde, tahta bahçe kapısına kadar yürüdü. Tekrar geri döndü. Sabahtan beri gide gele yol etmişti komşusu Cennet Gelin’in evini. Nasıl etmesin? Cennet, doğum yapmak için kapatıldığı odada üç gündür dışarıya çıkartılmadan bir esir gibi duruyordu. Bu durum Zeynep’in çok canını sıksa da ev halkına bir şey diyemiyor, sessizce suya gelmiş gibi gelip kapalı perdelere bakıp bakıp gidiyordu. Dese ne olacaktı ki?
…/…
Zeynep’le Cennet, altı ay arayla evlenmişlerdi. Evleri karşı karşıya olmasına rağmen birbirlerine istedikleri zaman gelip gidemiyorlardı. Zeynep’in evinde su olmadığı için, günlük su ihtiyacını Cennetlerin evinden alıyordu. Böylelikle, Cennet’le olan dostluğunu pekiştirmişti. Çok dertliydi Cennet Gelin çok!
Nasıl dertli olmasın ki? Kayınvalidesi, kayınpederi, eltisi, kaynı, görümcesi ve eltisinin dört çocuğu ile aynı evi paylaşıyordu. Yaşı küçük olmasına rağmen bunca kalabalık ev halkının yemeğini yapar, çamaşırını yıkar, ineği sağar, üstelik üç ay hamile kalamadı diye de eltisi tarafından kısır lakabıyla çağrılırdı.
Cennet, evde yalnız olduğu zamanlar da Zeynep’le dertleşir, bunca yükün altından nasıl kalkacağı hakkında yardım isterdi. Aslında Zeynep’in durumu da Cennet’ten farklı değildi. O da evindeki aksi ve tembel kocası yanında, bir de akıldan özürlü kaynıyla uğraşırdı. Öyle bir illetti ki kaynı, odasının temizlendiği gün çığlık çığlığa sokaktaki insanları eve çağırıp, “Yengem benim eşyalarımı çaldı!” diye herkese şikâyet ederdi. Onun bu hareketine içerleyip odasını temizlemediği zamanlar da ise, “Gelin görün Zeynep Yengemin pisliğini. Evi ..k götürdü” diye ortalıkta nara atardı. Şaşkındı, çaresizdi Zeynep, tıpkı Cennet Gelin gibi…
Cennet’in görümcesi, her işine kusur bulan evde kalmış bir kızdı. Bazı günler canı öyle sıkılırdı ki, yengesinin dayak yemesi için, yaptığı salatanın kenarına bir parça dolanmış kıl koyar, o kısmı da kardeşinin önüne doğru sürerdi. Kıl çatalına takılan koca, sorgusuz sualsiz Cennet’i döverdi. Kayınpederi ise, buzdolabına koyulmuş yemekleri gece kalkıp yer, kapaklarını da yenmemiş gibi üzerine kapatırdı. Kaç kez öğle yemeğinde dolaptan eli boş dönünce kahrolmuştu Cennet. Bütün bunları iki candan komşu oturup konuşur, bir çözüm bulmak için çırpınırlardı ama nafile… Zeynep, Cennet’in gönlünü almak için;
—Canını hiç sıkma Cennet, görümcen kocaya, kayınbaban mezara gidince eltinle de yolları ayırır rahata kavuşursun. Ya ben ne yapayım? Aklı kıt kayınla ömrüm geçecek. Böyle giderse yakında akıl hastanesi bile kurtaramayacak beni.
—Öyle diyorsun Zeynep de, gel gör ki sabır taşı çatlamak üzere. Nasıl dayanacağımı bilemez oldum. Hele şu eltinin kısır lafları bitti ama şimdi de soysuz köpek demeye başladı. Doğurduklarımın ikisi de kız oldu ya, onunkilerin dördü de oğlanmış, ben sülalenin soyunu kurutacakmışım bu gidişle.
…/…
Zeynep ani bir kararla bakracını sallaya sallaya Cennetlere gitti. Serçe parmağından daha ince akan çeşmenin altına bakracı koydu. Perdeleri kapalı pencereye gözlerini dikti. Bir süre seyretti. Onun için dua etti. Nereye kadar? Tam üç gündür o odada kapalıydı arkadaşı. Onun çektiği acıların aynını çekti bir an yüreğinin derinliklerinde. Ah keşke bir kez olsun o odaya girip arkadaşına sarılsa, diliyle destek olamasa bile gözyaşları ile destek olsaydı. Ama olamıyordu. Kapıları hep yüzüne kapatıyorlar, onun su almaya gelmesine bile ters ters bakıyorlardı. Sonun da dayanamadı Zeynep, akşam yemeği için ocakta kızartma yapan Cennet’in görümcesine, “Meryem, o gelin kaç gündür ağrı çekiyor, Allah rızası için onu bi hastaneye falan götürseniz olmaz mı?” Meryem, çok acayip bir söz duymuş gibi, hışımla Zeynep’e dönüp kaşlarını çattı “Sen aklını falan mı oynattın Kız Zeynep! Doktor hastane de neymiş? Namahrem diye bir şey var bilmiyor musun? Nerden bilecen aklın bir karış havada çünkü! Köy ebesi var içerde, anama dokuz çocuk doğurtmuş yengeme bir çocuk doğurtamayacak mı?” diye azarladı. ‘Senin aklın da yerin yedi kat dibine kaçmış hiç çıkmaz artık oradan’ dedi Zeynep ama içinden. Yoksa bu patavatsız kızla kavga etmesi mümkündü. Onunla kavga etmek istemiyordu. Çünkü ne söylerse söylesin anlamaz, her sözüne bir kılıf uydururdu. Cennet için kaç kez kavga etmişlerdi Meryem’le ama sonuç hep aynıydı. Meryem’in tek yaptığı; tahta kapıyı arkasından süryüleyip su almasına izin vermeyerek cezalandırmasıydı. Diğer komşularının evinde tulumba vardı ve suları içmek için elverişli değildi. Bütün mahalle içme sularını Meryemlerin sicim ipi gibi incecik akan çeşmelerinden sıra ile doldururlardı.
Zeynep sabahı zor etmişti. Aklı, komşusu Cennet’te idi. Sabah erkenden testisini alıp tekrar Cennet’in evine gitti. Daha çeşmeye bile bakmadan pencereye baktı. O da ne? Pencerenin kapalı perdesi açılmıştı. Aklına gelen bin bir soru ile elindeki testiyi nasıl attığının farkına varmadan merdivenleri ikişer üçer çıkıp hayata çıktı. O kadar heyecanlıydı ki kapıyı bile çalmayı akıl edemeden hemen açtı. İlk işi karyolada yatan arkadaşına bakmak oldu. Çok solgun ve yorgun görünüyordu. Ama mutluydu.
—Gel arkadaşım gel, sonunda oğlum oldu, dedi gülen gözlerle Cennet.
Zeynep öyle duygulanmıştı ki, sevincini nasıl ifade edeceğini bilemiyordu. Cennet’e sıkıca sarılıp gözyaşı döktü.
—Komşum mutluysa ben de mutluyum.
Emine UYSAL /06.08.2012