TAŞ TOPRAK DOBRUCA"
Bulgaristan doğumluyum.Uzun yıllarım öğretmenlik yaptığım Silistre'de geçti.Zorunlu göç sırasında(1989),Türkiye'ye sığındım.İstanbul'a yerleştim.Kalemdaşlarımdan
Galip Mehmet de göç edenlerden oldu.
O da ailece İstanbul'da oturmaktadır.
Bulgaristan'ı sık sık ziyaret ederim.
Haziran 2007'nin ilk yarısında Dobruca ve Tuna güzeli Silistre şehrindeydim.Tam o günlere yakın,çok saydığım dostum Galip M. Sertel2in ilk kitabı çıkmıştı İstanbul'da.
Tanıdıklar her yerde merak ediyorlardı.
"Galip'in kitabını gördün mü?"
"Oho çoktan okudum."
"Dobruca'yı çok güzel anlatmış!..."
"Göç edenlerin çileli hayatını da..."
Dinledim durdum böyle bu denli konuşmaları kahvehanelerde de,ayaküstü sokak konuşmalarında da...
Bu denli konuşmaları İstanbul'da da dinşledim ama biraz farklı...Birirleri Şişli'den seslendi:
İşte böyle okur düşünceleri uzayıp gidiyor.Kitapla ilgil görüşlerimi Galip'le paylaştıklarım belleğimde canlanıyor.
"Dostum,demiştim,sende derin düşünce var,amaşiir,şiiriyet,şiir tekniği pek o kadar yok gibi.Hani derler ya,düşüncelerini şiir yazarken zorluyorsun gibime geliyor.
Oysa bunları düz yazıya döksen,dediklerin de
daha güçlü çıkacak.,okuyucuyu daha fazla etkileyecektir..."
Gerçi bu olup bitenlerden biraz da ben suçluyum.Kabiliyetini bildiğim için Galip'i sık sık uyarmışımdır.
"Hadi be,senin de bir kitabını görelim! Ne zaman kitaplı şair olacaksın?..."
Galip güler geçer,sonra bana hafiften:"Kitap için daha erken" olduğuğnğ söyler,"olur o..."derdi.
Galip ilk şiir denemelerini daha 60'lı yıllarda başlamıştı.Silistre'de çıkan "Ziya" gazetesinde dikkatimi çekmişti ilk denemeleri.Bugün bile iyi hatırladığım,
onun "Trabant ta araba mı/ Moda yaktı ya canımı..."
dizeli şiiri günün eğlencesi olmuştu okurların dilinde...Diyeceğim,ben bu denli ilgi çekiici,etkileyiici bir güldeste bekliyordumGalip'ten.O da zamanı ve koşulları iyi değerlendirerek,
"Taş Toprak Dobruca'yı" okurlarına sunuverdi.
İyisiyle kötüsüyle,her yönüyle ortada bir şiir kitabı var Avcıla'da oturanSilistre'li kalemdaşımız Galip Mehmet Sertel'den.Değerlendirmeler de "iyiler" ağırlıklı.
Silistre'il emektar gazeteci Hikmet Şan'a göre:"Vay ne güzel anlatmış Dobruca'yı,Silistre'yi,yörede anılmış öğretmen merhum Bosnalı Hüsnü Efendi'yi!..."
Doğru,tam öyle...Ama bunlar nazım değil,düzyazı olsaydı,daha güzel,daha akııcı ve sevecen anlatılırdı yaşanan, bilinen gerçekler
Kitap,Mart 2007,BAY yayınları No 38,şiir dizisi 27.eseri/Baskı-cilt Prizren,Kosova olarak kayıtlı.
Birinci hamur ve 80 sayfalık olan kitabın ilüstrasyonu İstanbul ve Paris'de eğitim görmüş genç ve yetenekli ressamımız Coşkun Şinasi yapmış...
Her şey güzel ama,ben derinlemesine kitaba değinmek yerine,önemli gördüğüm birkaç soruna ağırlık vermek istiyorum:
1. Ad değişimi yerinde ve ağır basıyor...Bu dizeleri okurken hayalen ya Silistre'de,Dobruca'da gibiyim,ya da Avcılar'da , Türkiye'de...İnsan öyle bir hisse kapılıyor.
Yerden,yurttan kopmanın acılarını,göçün
serüvenlerini,perişanlıkları,zorlukları yaşıyor.Göç'ü göç etmeyen bilmez...Ve bunların her yönünü Galip derinlemeye anlatmış da anlatmış.İsabetli anlatım var dilinde...
"diline sağlık"desem az gelir...
2.Tamam da Galip,sana da söylediğim gibi,o Arapça,Farsca deyim ve sözcükler niye?Bunlar bu güzel şiirlerde kime yarar sağlar okuyucunun anlamamasından gayri?
Birkaç örnek aktarmak yerinde olacaktır:
dehliz(s19),aziz-i vakt,â'da zelil(s.23),nedamet(s.31),bir od sultan-i yegâh(s.52),hasbelkader,şahane(s.69),külli masarafı(s.70),bir mütareke terekesi tevekkül(s.67) v.s.gibi...
Bilinmelidir ki çağdaş şiir çağdaş Türkçe'yi gerektirir.
3.Bir de şu hatalı yazılışları(tashih hataları) kitaplar okumaya bıktım usandım artık.Bu yönde şair dostumun titiz olduğuna inanıyorum ama,yine de işin başında durmayınca
hatalara meydan veriliyor.
Hele de şu bilgisayar çağında.Örneğin:ahradın-avradın(s.27),içitim-içtim(33),çeyiz yıkar(s.35)- çeyiz yıkanmaz,çeyizin hangi elemanı ykanırken görülmüş? Gerliova-Gerlova(s.49)
,Bosna-lı değil,Bosnalı(s.64),
mızaka-mızıka(s.67),tekerleklerin çalparaları-çanparaları (s.75 ) vs...
4.Sonra sayfa düzenindeki dizgi işleminde puntonun en ufağının seçilmesi neyin nesi?Bu,okuyucu zorluyor ki zorluyor.Oysa şiir kitaplarında punto büyük olmalı ki okuyan
kolayca,zevkle okuyabilsin!...
Buna düzenleme işinde biraz dikkat lazım.Aslında bu, matbaacının,dizgicinin özenle yapacağı bir iş ama,nedense kendilerinikaliteye değil,koşuşturmaya veriyorlar.
Sonuçta yapılanlar göze diken gibi batıyor.
5.Şiirlerde dikkat çeken bir şey daha var.Galip Bey Bulgaristan Türkleri'nin folklorundan bol bol faydalanmış.Sık sık rastladığımız Tuna,Tuna boyunda,Alişim,Dobruca,
Göçler,Kız kaçırma serüvenleri,olayların
anlatımı v.s. bunların zengin bir ifadesidir.Ve bu yönde şairimizi tebrik ederim.
6.Nihayet sevdiğim bir dost olarak diyorum ki:şiir yazma cabaları güzel,duyguları güzel ama,çoğunluğun da hemfikir olduğu gibi,bazı şiirlerde,röportaj havası ağır basıyor
.Bu da, şairi nazımdan daha fazla
nesire yaklaştırıyor.Paylaştığım çoğunluğun düşüncesi de bu.Bilinen bir şey var ki,şairimiz nesirde,düz yazıda daha güçlüdür.Eksi diye bütün bu söylediklerime rağmen,
ki bunlar yapııcı diye düşünüyorum,
Galip'in şiirlerinde çok hoşuma giden bazı dizeleri anımsamadan geçemiyeceğim...Bulgaristan Türkleri'nin ad değiştirme olaykarını canlandıran dizelerden örnekler:
Bunlar kör kaderin bilmecesi
Yirminci asrın "soya dönüş " düzmecesi
Hristiyan adları yazıyorlar ezanlı adlarımız üstüne
Kırarak mezar taşlarını geceleri
Şeytanca sırıtarak....
(s.20)
Bir başka şiirinde de madalyonun diğer yönü yansıtılıyor.
Geldiler
Kahvenin adı ne dediler
Bildiği Türk kahvesiydi
Türk dememelidi
Suç işemiş gbiydi aldılar içeri...
(s.22)
"Taş Toprak Dobruca" şiirinde busoykırım çok özgün dizelerle anlatılıyor:
Taşın toprağın dili tutulmuş köy meydanında
Köy meydanı köylülerle tanklara tutsak...
Ve yıl bin dokuz yüz seksen beş
Ve Ocak
Soykırımı sırıtıyor ceviz dallarında çırılçıplak
Kanlı kar taneleriyle soykırımı salkım saçak...
(s.23)
Bir düşünün,soykırımın ceviz dallarında çırılçıplak sırıtmasını...Film gibi, o denli güçlü bir söyleyiş...Şair, olayları öylesine canlı dile getiriyor ki,sanki okuyucu da
olayların seyrinde.Evet,bu sahneler hiçbir
zaman hayallerden silinmeyecek,unutulmayacak.
Sonra 1989 yazı.Bulgaristan Türkleri'nin Türkiye'ye Zorunlu göç serüveni başlıyor...Olaylarca süren acılar,ayrılıklar, ölüm-kalım ve dert yüklü yolculuklar...
Evlâd- Fatihan topraklarında tarih yaratmış olanların göz yaşlarıyla yazılmış en acılı tarihi..."Dobruca 89" bir nebze bu söylenenlerin yankısı oluyor.
Çoluk çocuğu göç yollara dökmüş
Yolların üstünü gam keder örtmüş.
(s.31)
Yuvamı yıkıp da bırakımıyorum
Bırakılmıyor bir türlü
Ata yadigârı Dobrucam ele güne...
(s.32)
Bu göç yolları zelil zebun
Burcu burcu hasret Dobruca'dan Tuna'dan
Bu kara toprak
Bağrında binbir yara...
(s.32)
Esmiş göç yelleri Dobruca'yı yakar gider.
(s.40)
Ve böylece alıp gider şairin soykırımlı,göçlü,acılarla yüklügözyaşlarıyla dolu tarihin gerçeklerini incelikleriyle anlatan hüzünlü,özlemli,unutulmaz şiirleri...
Unutulmaz" diyorum çünkü bunlar çağdaş BulgaristanTürkleri'nin yakın geçmişini anlatan tarihi gerçekler olarak insanlık tarihine silinmeyecek bir şekilde damgasını vurmuştur.
Tarih utansın.
Hüseyin Rasim GÜLER
19 Haziran 2007, TUNA Dergisi, sayı 121-123, İstanbul,