hasreti eskittim bilmem ne demek bildirdiğin kadar dökerim emek okurum okurum neyse okumak kendini okutan dil edin beni
dünyevi harabi dünya harami cehennemden eser yakar çıramı bulunmaz saracak gönül yaramı yaramı saracak el edin beni
Paylaş:
5 Beğeni
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
... ne diyeyim ki ağam ... yarın birgün muhabbetimiz nasıl seyreder onu da bilmem... ...cümle kurguların, emir kiplerini yerli yerinde kullanman, gerekliyi söyleyip şart koşmaman gibi insan nefsini rahatsız etmeyen muhabbetlerdir en çok sevdiğim muhabbetler. bu muhabbetlerdir insan gönlüne işleyen, ki nefsini dizginleyen ve ruhu olgunlaştıran...
insan vardı ve değerliydi,sınandı kaybetti, sonra bir daha denildi...yol işte, hedef şu...
hani der ya, rabbel alemin kuran'da: "allah'ın ahlakıyla ahlaklanın" diye..insan, taşınması gereken insanı, ruh ve akıl süzgeçinden geçirdikten sonra ya taşır, ya taşımaya devam eder, ya da atar üstünden....benim ki haddimce karınca kararınca böyle diyorum kendimce de.... çoğu zaman da aynalar düşman kesiliyor bana... aynadaki gözlerimin bakışı kuyulara salıyor beni de kervan denk gelirse ne ala, gelmezse yandım ağam bir su ver misali...
vurursun hep aynı noktaya, hep aynı noktaya ki vurduğun yer öyle sağlamdır ki yumruğunu kaybedersin, kolunu vurursun kolunu kaybedersin, en son da başını vurursun... son haddinde ya başından olursun ya da yıkarsın o duvarı... sonrası inşaallah hidayettir, farkındalığın lezzetini zerre zerre duyumsamak değil midir...
lale sanırsam ebced hesabında güzel bir ismin ebced hesabına denk geliyor. lakin 2 aydır bilgisayar masamda bir kaktüs var...bu kaktüs ikincisi, ilki kurudu... şimdi ikincisiyle söyleşiyorum....pek kurumaya niyeti yok bunun...
bakalım, bu kaktüs büyüyecek de bu saksı bana dar geliyor demeye başlayacak mı?
lale mi, kaktüs mü düşünmeliyim ve ya aynı saksıya ikisini de bir dikmeliyim... veya iki ayrı saksıda ikisini ayrı ayrı müşahede etmeliyim.
de önce şu aşağıdaki şiirin boşluklarını doldurmalıyım:))
Kardeşim öncelikle ilk yazdığım yorum için o kadar düşünmüş olman beni mutlu etti; ne güzel muhasebe yapmışsın... Kabak öyle olur, hurma böyle olur diyerek ne güzel tefekkür etmişsin... Değilmidir; düşünmeyen aklın ne kendine hayrı olur ne de bir başkasına...
Şimdi; bazı bitkilerden misal olmuş çok önemli ibretlik sözler vardır...Misal, başak henüz genç iken dik olur...Fakat başı doldukça, başını yere doğru büker...İşte insanlarda öyle olmalı aklını kalbini doldurdukça yere doğru bakmalı, gideceği yeri görmeli..
Su için ; su gibi aziz ol derler....Peki su neden aziz olarak misal edilir... Su engindir, o her zaman yüzünü yere sürer de ondan aziz olarak misal verilir... Hani Hz Mevlana demiş ya; yüksekliği arıyordum onu alçak gönüllülükte buldum....
Mesela ; hiç bir meyve kabuksuz değildir...Hangi meyveye bakarsan bak, en zarif meyvenin bile kabuğu vardır....Yani, bir örtüsü ya da bir libası ... Bu şudur ki; ayetle sabit "örtünün" diyor ALLAH taala...
Toprak; işte buraya geldiğimizde işin içine çok şey giriyor... Birgün cocukkken babama sordum; baba ALLAH taala neden insan oğlunu topraktan yaratmış?...Yani, neden demirden yaratmamış, yada plastikten.... Babam dedi ki, oğlum öncelikle ALLAH taalanın yaptığından sual oömaz...İkincisi , sen ne yiyor ne içiyorsun yediğin içtiğin toprak değilmi?...Her ne yiyorsan topraktan değil mi...ALLAH taala insanı topraktan yaratmış ve onu yine toprak ile besliyor... Nane, maydanoz, kavun, karpuz, şeker, biber, ekmek, aklına ne gelirse hepsini say...Mutlaka topraktan geldiğini göreceksin...Ve insan en rahat uykuyu toprakta bulur...Çünkü senin eşin topraktır koyun koyuna çok rahat uyursun...
Yorumunda saksılardan kurtulmam gerek demişsin... Öyle insan var ki; saksısında ot bile yeşermez...Hani derya içinde susuz kalmak var ya; onların ki buna benzer....Erkanı bilmeyen ummanda susuz kalır, bilenler ise katrede ummanı bulur...
Zamanın zor olduğu acı gerçektir; çünkü helal kalmadı....Yani helali arayanlar çok azaldı...Eski insanlar açlığı ganimet bilirmiş, şimdikiler tokluğu biliyor....
Sanıyorum; Ahmet el rifaidir, elindeki kemiği köpeğe atar, köpek yaklaşır koklar ama yemez...Döner arkasını geçer gider....Bu hali gören ülema başlar ağlamaya ve der ki; yazıklar olsun bize ki bir köpek kadar zahid olamadık...Ahmet el rifai diye hatırlıyorum...Umarım yanlış değildir...
Bir kuru ekmeğe razı olan bir insanı kim köle edebilir ki....Kanaat kanaat kanaat ve şükür ve sabır....
şiir yarım kalmış, gözden geçmesi gerekiyor yeniden nasipse bu şiir üzerinde çalışırım tekrar bu zamanlar...
6.1. Saksıdaki Çiçek.
Benim kadar özlemiş olsaydınız toprağı Ve yağmuru getiren bulutları rüzgârı Her dem yere düşmeye başlarken su damlası Benim dünyamın içi savaş verir içimde Köklerim ne zamandır hasret bilemem yâre Bilemem ben ne zaman kavuşurum kendime
Su vermeye gelen bir vefalı dostum olsa Beni yine düşlerde mahkûm gezenler bilir Ne yağmurun kokusu ne göklerden bir haber Benden değil toprakta kurumuş koca ağaç Benden değil el ermez dağlarda ağlayan su Beni ancak Cennete hasret günahkâr anlar
Yâr diyorum güzelin aşığı değilsem de Yâr diyorum zalimin önünde eğilsem de Yâr diyorum anlayın yâr derken boğulsam da Göklere kanatlanmak için çırpınıyorum Çırpındıkça ağlayan bir hüzünlü beste ben Dallarım doğururken ben yine ölüyorum
Kaderimi yazan el beni unutsa şayet Sanmam hasret bir bana reva görülmüş olsun Gördüğüm ve duyduğum her ne varsa gönlüne Ben ne anlatıyorum kim beni dostça dinliyor Kim benim kadar yâre vuslatken hasret içinde Anlayın yalnızlıktan artık aklım şaşıyor
Kaç zaman geçti beni bir tohum doğuralı Kaç zaman geçti sizi doğruya çağıralı Kaç zaman geçti Allah bir diye bağıralı Ben bir tufan için Nuh gibi sabır yüklüyüm Bir sonsuz ihtişamın söylediği son türküyüm Ko eline kalbine dinle neler diyorum
Bir dalımda gül gülse birine bülbül konar Saksımdan ne istersen onun tohumunu ek Domates biber soğan karıncalar arılar Çiçeği sevmiyorsan aşkımı toprağa çak Aldanmayın dünyaya dünyada yaşayanlar Dilim taş değil ateş olup yağarken benim
Seher vakti akşamı kendine yâr eylemiş Tek çarem suskunluğun mezarını sulamak Ve istemek doyası gözümü kapatırken Yârim sana hasretim vuslatın şah damarı Yıldız yıldız gök kubbe al beni yâre götür Gün değil gün doğuran dağlar ufuklar değil Su kadar engin olan bu toprak benim değil Yârim sana hasretim vuslatın şah damarı
böyle güzel sohbetin tamamı olur mu ağam, devam inşaallah....
bizim buralarda gabak çok, hurma ise yetişmiyor. gabağın dal budak sarmasını anlamamıştım. nasreddin hocanın bir fıkrası geldi aklıma. ya gabak ağaçta yetişseydi ve başına düşseydi mealinden... gabağı düşündüm. yaprakları büyüktür, bunu rabbinden devamlı istemesine, merhamet dilenmesine yordum. gövdesini düşündüm fazla kök atmasa da epeyce uzadığı gözümün önüne geldi. sonra meyvesi....
kabak fidesi dal budak sarmaz lakin dala budağa sarar dedim içimden. zaten yüzü de her zaman yerdedir.. yaratılanlar fazla zahmet çekmeden ulaşır o nimete. karıncası, kertenkelesi, geyiği, ineği, koyunu, aklımıza ne gelirse, kimi zaman kuşlar iner yanına onlar nasiplenir...
o yüzden yüzü yerde olan bir meyvenin yüzünü neden yere koyar demenizi idrak edememiştim.
bizim burdaki hurmalar ise çöl hurmalarına benzemiyor. netten hurma resimlerine baktım. dalları yaprakları kıyamdaydı, kıyam halinde elini açmış bir insan hayal ettim. yağmur duasının ayakta yapıldığı geldi aklıma... hem dedim hurma ağacına bir çok hayvanın ulaşamayacığı düşündüm, çünkü yüksekteydi. yani herkes nasiplenemiyordu o nimetten.
sonra insanları önce kendimi, gabak ve hurma olarak düşünmeye çalıştım. aşağı koydum olmadı, yukarı koydum olmadı....
başım dedim dumanlı burda ne hurma yetişir, ne de gabak...allah sonumu hayreylesin dedim içimden...
sonra da saksıya bir zaman hurma çekirdeği dikmiştim. 40-45 cm ve 20-25 cm uzunluğunda iki yaprak verdi. onu düşünüyordum az önce...
sonra gabak da olsam, hurma da olsam bu saksıdayken benim halim harap dedim içimden.
tebdil-i mekan, kısa mesafe de olsa hicret belki iyi gelir... nasipse o da yakında...
7-8 yıldır elma ağaçlarına, elma dermeye(toplamaya) gidemedim hem. gözümde tütüyor elma ağaçları işin açığı...
ağam, kaç seferdir çok güzel şeyler anlatıyorsun vakit ayırıp yazıyorsunuz, geçenki tövbe hikayeleri bugünkü hikmetler rabbim razı olsun. dini hikayeler meseleler çok güzel...
şimdi düşüneceğim benim hangi meyveye benzediğim. hangi meyve beni en güzel anlatabilir bana... lakin saksılardan kurtulmam gerek önce....
saksıdaki çiçek diye bir şiirim vardı nerde hangi sitede onu bulursam az sonra paylaşırım...
Kardeşim hani konu konuyu açtıkca, kayda değer mevzulara temas ederiz .... Ben ilk yazdığım yorumda zaten güzel şeyler yazmıştım...İstersen ordan yola çıkarak izah edelim bazı ayrıntıları...
Kabak biraz dallanınca yüzünü toprağa koyar; yani yükü ağır gelir, yükünü başka yere yaslar... Bu misaldir ki; yükünü taşımayı bil ....Akabinde hurma ağacı, hep başı diktir...O ne kadar ağır gövdeli olsa da meyve ile dolsada yükünü taşır...Sağa sola dayanmaz , işte bu yüzden o ağaçta göğe doğru hakka doğru uzarda uzar....Çünkü ALLAH taala kuluna vermiş olduğu yükü, taşıyanı sever of puf eden kaybeder..... Sabır odur ki sabıra bile sabredesin...
Doktorlardan kasıt; işini düzgün yapması, hakkıyla yapması gerekirken yapmayan...Doğruluktan şaşmış idareciler, baştakiler, ya da insanları düzeltmesi gereken insanların gaflette yanlışta olmasıdır... Yani doktor hasta ise, hasta olan halk ne yapsın...Sonu felaket olur...
Zünnun-u mısrı; bu veliye "zındık" diye iftira atarlar...Ve halifeye şikayette bulunurlar....Mısırdan , bağdata getirilirken yolda kötürüm bir kadınla karşılaşı....Kadın ona der ki; sakın halifeyi kendinden üstün görme ve nefsinden yana çıkarak kendini haklı göstermeye de çalışma.... Zünnun-u mısrı; halifenin karşısına çıkar....Halife der ki sana zındık diyorlar...Zunnun-u mısrı, cevap vermez susar.... Vezir hemen atılır, buna söylenen sözler doğrudur yerindedir... Halife der ki; neden konuşmuyorsun?... işte o zaman zünnun-u mısrı derki; ne söyleyim ya emir el müminin ...Değilim desem, bu suçu bana isnat edenlerin yalancı olmuş olduklarını söylemiş olurum....Evet desem , sadece ALLAHIN bileceği birşeyi söylemiş olurum ....Bu hususta belki de yalancı hükmünü almış olurum...Nasıl gördüyseniz öyle hüküm verin ben nefsimden yana olamam....
Halife bu sözler karşısında. bu adam bu itham ve isnatlardan beridir der ve serbest bırakır....
Zünnun-u mısrı ordan ayrılır; hemen o ihtiyar kadını bulur ....Bu usulü nerden öğrendin der....İhtiyar kadın der ki; hüd hüd ile Hz Süleymanın konuşmasından öğrendim.....
Zünnun-u mısrı bir sözünde der ki; korkan bir arif ol...Halini rastgele anlatma.....
Anlatabildim mi kardeşim....Yükünü taşımayı bilki ALLAH taala seni daha çok sevsin ve başın dik hurma ağacı gibi olsun uzansın göğe doğru...
"O" sabredenlerle beraberdir....
Hz Zekeriya ağacın içinde testereyle kesilirken, testere ilk benenine değdiği an bir kere "ah" demiştir...O anda cebrail gelir der ki; Ya zekeriya ALLAHIN sana selamı var diyor ki , Ya Zekeriya sen ah mı edersin..... İşte o andan itibaren Hz Zekeriya ağacla beraber ikiye kesilene kadar bir defa daha ah etmedi....... Şayet etseydi; peygamberlik divanından silinirdi......
ALLAH taala yârdır her yaraya.....
insan oğlu acizdir şayet aciz olmasaydı onu 5 melek koruyor olmazdı... Elbet bazı vakitler olur sıkıntı, buhranlı günler olur.... İşte sabır şükür bu zamanda lazımdır....Dar vaktin olmasaydı ne zaman neye sabır edecek neye şükür edecektin..... Yeter mi devam mı?.....
meslek olarak sevmediğim ikili, biri hakim biri doktor... lakin onlar da çok insanı sevindirebiliyor, sevindiriyor, aynı zamanda üzebiliyor, üzüyor... ikisinin eline düşürmesin rabbim...
hem kalbimin, hem aklımın seveceği, yok mu ağam bu gece şöyle gönül ferahlandıracak bir şeyler, bir yazı, bir bilgi, bir güzellik...?
... ne diyeyim ki ağam ... yarın birgün muhabbetimiz nasıl seyreder onu da bilmem... ...cümle kurguların, emir kiplerini yerli yerinde kullanman, gerekliyi söyleyip şart koşmaman gibi insan nefsini rahatsız etmeyen muhabbetlerdir en çok sevdiğim muhabbetler. bu muhabbetlerdir insan gönlüne işleyen, ki nefsini dizginleyen ve ruhu olgunlaştıran...
insan vardı ve değerliydi,sınandı kaybetti, sonra bir daha denildi...yol işte, hedef şu...
hani der ya, rabbel alemin kuran'da: "allah'ın ahlakıyla ahlaklanın" diye..insan, taşınması gereken insanı, ruh ve akıl süzgeçinden geçirdikten sonra ya taşır, ya taşımaya devam eder, ya da atar üstünden....benim ki haddimce karınca kararınca böyle diyorum kendimce de.... çoğu zaman da aynalar düşman kesiliyor bana... aynadaki gözlerimin bakışı kuyulara salıyor beni de kervan denk gelirse ne ala, gelmezse yandım ağam bir su ver misali...
vurursun hep aynı noktaya, hep aynı noktaya ki vurduğun yer öyle sağlamdır ki yumruğunu kaybedersin, kolunu vurursun kolunu kaybedersin, en son da başını vurursun... son haddinde ya başından olursun ya da yıkarsın o duvarı... sonrası inşaallah hidayettir, farkındalığın lezzetini zerre zerre duyumsamak değil midir...
lale sanırsam ebced hesabında güzel bir ismin ebced hesabına denk geliyor. lakin 2 aydır bilgisayar masamda bir kaktüs var...bu kaktüs ikincisi, ilki kurudu... şimdi ikincisiyle söyleşiyorum....pek kurumaya niyeti yok bunun...
bakalım, bu kaktüs büyüyecek de bu saksı bana dar geliyor demeye başlayacak mı?
lale mi, kaktüs mü düşünmeliyim ve ya aynı saksıya ikisini de bir dikmeliyim... veya iki ayrı saksıda ikisini ayrı ayrı müşahede etmeliyim.
de önce şu aşağıdaki şiirin boşluklarını doldurmalıyım:))
Kardeşim öncelikle ilk yazdığım yorum için o kadar düşünmüş olman beni mutlu etti; ne güzel muhasebe yapmışsın... Kabak öyle olur, hurma böyle olur diyerek ne güzel tefekkür etmişsin... Değilmidir; düşünmeyen aklın ne kendine hayrı olur ne de bir başkasına...
Şimdi; bazı bitkilerden misal olmuş çok önemli ibretlik sözler vardır...Misal, başak henüz genç iken dik olur...Fakat başı doldukça, başını yere doğru büker...İşte insanlarda öyle olmalı aklını kalbini doldurdukça yere doğru bakmalı, gideceği yeri görmeli..
Su için ; su gibi aziz ol derler....Peki su neden aziz olarak misal edilir... Su engindir, o her zaman yüzünü yere sürer de ondan aziz olarak misal verilir... Hani Hz Mevlana demiş ya; yüksekliği arıyordum onu alçak gönüllülükte buldum....
Mesela ; hiç bir meyve kabuksuz değildir...Hangi meyveye bakarsan bak, en zarif meyvenin bile kabuğu vardır....Yani, bir örtüsü ya da bir libası ... Bu şudur ki; ayetle sabit "örtünün" diyor ALLAH taala...
Toprak; işte buraya geldiğimizde işin içine çok şey giriyor... Birgün cocukkken babama sordum; baba ALLAH taala neden insan oğlunu topraktan yaratmış?...Yani, neden demirden yaratmamış, yada plastikten.... Babam dedi ki, oğlum öncelikle ALLAH taalanın yaptığından sual oömaz...İkincisi , sen ne yiyor ne içiyorsun yediğin içtiğin toprak değilmi?...Her ne yiyorsan topraktan değil mi...ALLAH taala insanı topraktan yaratmış ve onu yine toprak ile besliyor... Nane, maydanoz, kavun, karpuz, şeker, biber, ekmek, aklına ne gelirse hepsini say...Mutlaka topraktan geldiğini göreceksin...Ve insan en rahat uykuyu toprakta bulur...Çünkü senin eşin topraktır koyun koyuna çok rahat uyursun...
Yorumunda saksılardan kurtulmam gerek demişsin... Öyle insan var ki; saksısında ot bile yeşermez...Hani derya içinde susuz kalmak var ya; onların ki buna benzer....Erkanı bilmeyen ummanda susuz kalır, bilenler ise katrede ummanı bulur...
Zamanın zor olduğu acı gerçektir; çünkü helal kalmadı....Yani helali arayanlar çok azaldı...Eski insanlar açlığı ganimet bilirmiş, şimdikiler tokluğu biliyor....
Sanıyorum; Ahmet el rifaidir, elindeki kemiği köpeğe atar, köpek yaklaşır koklar ama yemez...Döner arkasını geçer gider....Bu hali gören ülema başlar ağlamaya ve der ki; yazıklar olsun bize ki bir köpek kadar zahid olamadık...Ahmet el rifai diye hatırlıyorum...Umarım yanlış değildir...
Bir kuru ekmeğe razı olan bir insanı kim köle edebilir ki....Kanaat kanaat kanaat ve şükür ve sabır....
şiir yarım kalmış, gözden geçmesi gerekiyor yeniden nasipse bu şiir üzerinde çalışırım tekrar bu zamanlar...
6.1. Saksıdaki Çiçek.
Benim kadar özlemiş olsaydınız toprağı Ve yağmuru getiren bulutları rüzgârı Her dem yere düşmeye başlarken su damlası Benim dünyamın içi savaş verir içimde Köklerim ne zamandır hasret bilemem yâre Bilemem ben ne zaman kavuşurum kendime
Su vermeye gelen bir vefalı dostum olsa Beni yine düşlerde mahkûm gezenler bilir Ne yağmurun kokusu ne göklerden bir haber Benden değil toprakta kurumuş koca ağaç Benden değil el ermez dağlarda ağlayan su Beni ancak Cennete hasret günahkâr anlar
Yâr diyorum güzelin aşığı değilsem de Yâr diyorum zalimin önünde eğilsem de Yâr diyorum anlayın yâr derken boğulsam da Göklere kanatlanmak için çırpınıyorum Çırpındıkça ağlayan bir hüzünlü beste ben Dallarım doğururken ben yine ölüyorum
Kaderimi yazan el beni unutsa şayet Sanmam hasret bir bana reva görülmüş olsun Gördüğüm ve duyduğum her ne varsa gönlüne Ben ne anlatıyorum kim beni dostça dinliyor Kim benim kadar yâre vuslatken hasret içinde Anlayın yalnızlıktan artık aklım şaşıyor
Kaç zaman geçti beni bir tohum doğuralı Kaç zaman geçti sizi doğruya çağıralı Kaç zaman geçti Allah bir diye bağıralı Ben bir tufan için Nuh gibi sabır yüklüyüm Bir sonsuz ihtişamın söylediği son türküyüm Ko eline kalbine dinle neler diyorum
Bir dalımda gül gülse birine bülbül konar Saksımdan ne istersen onun tohumunu ek Domates biber soğan karıncalar arılar Çiçeği sevmiyorsan aşkımı toprağa çak Aldanmayın dünyaya dünyada yaşayanlar Dilim taş değil ateş olup yağarken benim
Seher vakti akşamı kendine yâr eylemiş Tek çarem suskunluğun mezarını sulamak Ve istemek doyası gözümü kapatırken Yârim sana hasretim vuslatın şah damarı Yıldız yıldız gök kubbe al beni yâre götür Gün değil gün doğuran dağlar ufuklar değil Su kadar engin olan bu toprak benim değil Yârim sana hasretim vuslatın şah damarı
böyle güzel sohbetin tamamı olur mu ağam, devam inşaallah....
bizim buralarda gabak çok, hurma ise yetişmiyor. gabağın dal budak sarmasını anlamamıştım. nasreddin hocanın bir fıkrası geldi aklıma. ya gabak ağaçta yetişseydi ve başına düşseydi mealinden... gabağı düşündüm. yaprakları büyüktür, bunu rabbinden devamlı istemesine, merhamet dilenmesine yordum. gövdesini düşündüm fazla kök atmasa da epeyce uzadığı gözümün önüne geldi. sonra meyvesi....
kabak fidesi dal budak sarmaz lakin dala budağa sarar dedim içimden. zaten yüzü de her zaman yerdedir.. yaratılanlar fazla zahmet çekmeden ulaşır o nimete. karıncası, kertenkelesi, geyiği, ineği, koyunu, aklımıza ne gelirse, kimi zaman kuşlar iner yanına onlar nasiplenir...
o yüzden yüzü yerde olan bir meyvenin yüzünü neden yere koyar demenizi idrak edememiştim.
bizim burdaki hurmalar ise çöl hurmalarına benzemiyor. netten hurma resimlerine baktım. dalları yaprakları kıyamdaydı, kıyam halinde elini açmış bir insan hayal ettim. yağmur duasının ayakta yapıldığı geldi aklıma... hem dedim hurma ağacına bir çok hayvanın ulaşamayacığı düşündüm, çünkü yüksekteydi. yani herkes nasiplenemiyordu o nimetten.
sonra insanları önce kendimi, gabak ve hurma olarak düşünmeye çalıştım. aşağı koydum olmadı, yukarı koydum olmadı....
başım dedim dumanlı burda ne hurma yetişir, ne de gabak...allah sonumu hayreylesin dedim içimden...
sonra da saksıya bir zaman hurma çekirdeği dikmiştim. 40-45 cm ve 20-25 cm uzunluğunda iki yaprak verdi. onu düşünüyordum az önce...
sonra gabak da olsam, hurma da olsam bu saksıdayken benim halim harap dedim içimden.
tebdil-i mekan, kısa mesafe de olsa hicret belki iyi gelir... nasipse o da yakında...
7-8 yıldır elma ağaçlarına, elma dermeye(toplamaya) gidemedim hem. gözümde tütüyor elma ağaçları işin açığı...
ağam, kaç seferdir çok güzel şeyler anlatıyorsun vakit ayırıp yazıyorsunuz, geçenki tövbe hikayeleri bugünkü hikmetler rabbim razı olsun. dini hikayeler meseleler çok güzel...
şimdi düşüneceğim benim hangi meyveye benzediğim. hangi meyve beni en güzel anlatabilir bana... lakin saksılardan kurtulmam gerek önce....
saksıdaki çiçek diye bir şiirim vardı nerde hangi sitede onu bulursam az sonra paylaşırım...
Kardeşim hani konu konuyu açtıkca, kayda değer mevzulara temas ederiz .... Ben ilk yazdığım yorumda zaten güzel şeyler yazmıştım...İstersen ordan yola çıkarak izah edelim bazı ayrıntıları...
Kabak biraz dallanınca yüzünü toprağa koyar; yani yükü ağır gelir, yükünü başka yere yaslar... Bu misaldir ki; yükünü taşımayı bil ....Akabinde hurma ağacı, hep başı diktir...O ne kadar ağır gövdeli olsa da meyve ile dolsada yükünü taşır...Sağa sola dayanmaz , işte bu yüzden o ağaçta göğe doğru hakka doğru uzarda uzar....Çünkü ALLAH taala kuluna vermiş olduğu yükü, taşıyanı sever of puf eden kaybeder..... Sabır odur ki sabıra bile sabredesin...
Doktorlardan kasıt; işini düzgün yapması, hakkıyla yapması gerekirken yapmayan...Doğruluktan şaşmış idareciler, baştakiler, ya da insanları düzeltmesi gereken insanların gaflette yanlışta olmasıdır... Yani doktor hasta ise, hasta olan halk ne yapsın...Sonu felaket olur...
Zünnun-u mısrı; bu veliye "zındık" diye iftira atarlar...Ve halifeye şikayette bulunurlar....Mısırdan , bağdata getirilirken yolda kötürüm bir kadınla karşılaşı....Kadın ona der ki; sakın halifeyi kendinden üstün görme ve nefsinden yana çıkarak kendini haklı göstermeye de çalışma.... Zünnun-u mısrı; halifenin karşısına çıkar....Halife der ki sana zındık diyorlar...Zunnun-u mısrı, cevap vermez susar.... Vezir hemen atılır, buna söylenen sözler doğrudur yerindedir... Halife der ki; neden konuşmuyorsun?... işte o zaman zünnun-u mısrı derki; ne söyleyim ya emir el müminin ...Değilim desem, bu suçu bana isnat edenlerin yalancı olmuş olduklarını söylemiş olurum....Evet desem , sadece ALLAHIN bileceği birşeyi söylemiş olurum ....Bu hususta belki de yalancı hükmünü almış olurum...Nasıl gördüyseniz öyle hüküm verin ben nefsimden yana olamam....
Halife bu sözler karşısında. bu adam bu itham ve isnatlardan beridir der ve serbest bırakır....
Zünnun-u mısrı ordan ayrılır; hemen o ihtiyar kadını bulur ....Bu usulü nerden öğrendin der....İhtiyar kadın der ki; hüd hüd ile Hz Süleymanın konuşmasından öğrendim.....
Zünnun-u mısrı bir sözünde der ki; korkan bir arif ol...Halini rastgele anlatma.....
Anlatabildim mi kardeşim....Yükünü taşımayı bilki ALLAH taala seni daha çok sevsin ve başın dik hurma ağacı gibi olsun uzansın göğe doğru...
"O" sabredenlerle beraberdir....
Hz Zekeriya ağacın içinde testereyle kesilirken, testere ilk benenine değdiği an bir kere "ah" demiştir...O anda cebrail gelir der ki; Ya zekeriya ALLAHIN sana selamı var diyor ki , Ya Zekeriya sen ah mı edersin..... İşte o andan itibaren Hz Zekeriya ağacla beraber ikiye kesilene kadar bir defa daha ah etmedi....... Şayet etseydi; peygamberlik divanından silinirdi......
ALLAH taala yârdır her yaraya.....
insan oğlu acizdir şayet aciz olmasaydı onu 5 melek koruyor olmazdı... Elbet bazı vakitler olur sıkıntı, buhranlı günler olur.... İşte sabır şükür bu zamanda lazımdır....Dar vaktin olmasaydı ne zaman neye sabır edecek neye şükür edecektin..... Yeter mi devam mı?.....
meslek olarak sevmediğim ikili, biri hakim biri doktor... lakin onlar da çok insanı sevindirebiliyor, sevindiriyor, aynı zamanda üzebiliyor, üzüyor... ikisinin eline düşürmesin rabbim...
hem kalbimin, hem aklımın seveceği, yok mu ağam bu gece şöyle gönül ferahlandıracak bir şeyler, bir yazı, bir bilgi, bir güzellik...?
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.