1
Yorum
1
Beğeni
1,0
Puan
1095
Okunma
Öyle bir efkâra daldım ki
Sessizliğe karıştı çığlık ağladı utancından
Sessizliğin en çığlık yerin de
Senin çilene bürünüp Allah’ı andım üstat
Parmaklıklar ardın da gizliydi sırlarım
Kiralık denizlerim vardı
Hayalimin mavi fikirlerin de
Dudağım da eksilmiş tebessümler birikirdi
Fikirlerimin en soğuk yerlerin de
Bir ah çekip yandım üstat
Her şeyin bir hüznü var
Sonbaharın, sarı yaprakların, uzakların
Düşünce göçleri yüzünden
Hüzün hüzün ağlayan
Göçmen kuşlara döndüm üstat
Efkar kalbim kadar yakın
Tebessümler ise kaf dağının ardında ki
Anka kuşunun gözün de saklı sanki
Ben ok gibiydim fırtınalarım vardı
Denizden büyük dalgalarım vardı
Kızıl fikirler saklıydı
Şiirlerimin mahrem yerlerin de
Denizler kurudu
Ağaçlar ölüme ant içti sanki
Topraklar öksüz kaldı
Kalbimin kökleri kuruyunca
Ansızın suyum çekildi, dindim üstat
Mavi mavi düşünceler sarar oldu
Bir turuncu efkârın gölgesin de
Hüzün dikenleri kesti bileklerimi
Gözyaşlarım kurudu
Söz yaşlarına büründüm üstat
İçim de ne yar sancısı ne aşk sancısı
Bu başka bir sızı üstat
Ölüm kadar gerçek; yaşam kadar sahte
Herkes rüyaların koynuna girerken
Ben hüzün doğuran kaldırımlar da uyandım üstat
Tüm düşlerim de parmak izleri
Ruhum da derin depremler
Gök gürüldüyor
Aşk değmemiş dudağım da ki türküler ruhuma dert yanıyor
Gecenin sessizliğine dalmışken
Yusuf kuyusunda ki sabır hazinesine indim üstat
Kızıl gökyüzü yine dert yanıyor insanlara
Kan ağlıyor şimdi karanfiller
Hortum sermayesine adanmış iki ayaklı filler
Kelam kaplı defterim de sözcükler yetersiz kalır bu insanlara
Çare veren de çok; kendine çaresi olmayan da
Ben kendi derdimin hüznün de yanarken yanılmışım
Ben herkesi bir derviş edasında sandım üstat
Yusuf Usuğ
1.0
100% (1)