5
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2444
Okunma

Bu yeli ben tanıyorum bir yerden;
kuş sapanı elimde,
yarpuz kokulu bir dereden
kurbağalı kamışlı dere
yeşil başlı ördek, karameke;
sazlıkları siper edip
yaslanmışım söğütlere
tetikteki elim, pusudaki ben...
Delikanlı, eli kanlı günlerim
balıklı, yengeçli, sülüklü dere
karahayıt, böğürtlen
ardılınca üstüne böğrümde diken
bukalemunları görünce
renkten renge giren,
ansızın irkilen ben...
Asılıyorum; kaç kelfalak!
kaç karatavuk
kaç karabatak
kaçınızı vurdum feleğin affına sığınarak;
suya daldım ölünüzü aldım
boşa çaldım ödünüzü aldım,
orada burada darmadağın
saçma tanesi, sapan taşı
’Kurşun Asker’ çocukluğum;
sevdalandım öcünüzü aldım...
Düştüğü yerde unutulmuşum;
ne kanın sıcaklığı değişmiş,
ne yelin kokusu;
dedemin çiftliğinde bir karış büyümemiş boyum...
Sığırcık sürüsü, arıkuşu
incirlerin sarıkuşu
can havliyle sürüklenişi umudun
ölüyorum diyen gözler
gözlere inen son perde
son çırpınışı kanatların;
meğer ne acımasız gaddarmışım...
Kesilmiş dal, koparılmış yaprak,
iki kazığı birbirine bağlayıp,
kurduğum kapan;
çöp şişe dönmüş yem diye taktığım ,
kıpır kıpır can çekişen solucan;
farkında olmadan canını gagalayan kuşlar?!
benim acımasız canlar yakan...
Omuzumda filinta, bendeki fiyaka;
elimde dünyası tersine dönenler
yürürken ne caka ne caka, dağ taş
dere tepe sel almış da taşıyor
sağ kalan kuşlar izin verirsem yaşıyor;
namluyu gören birbiriyle helallaşıyor...
yaktığım can yüzlerce...
Gün geldi de hepsi kan oturdu içime;
vurulmayı öğrendim sevdiğimi yitirince,
ufuklarda dolandım, bulut bulut yandım ,
ateş düştü ciğerime
gün batarken dağdan dağa havalandım...
Karasevdayla ağardı sabahlar,
yıdızlarda ah ile vahlar,
gecelerce gözlerini aradım sevdiğimin...
Kara, kara, kara, kara;
aslan karam, fukaram;
nedir göğsündeki yara?
Al karameke
al karabatak
al karakarga
al karacuka
al karakartal;
al kanlara boyadığım kuşlar adına,
sen de al akbaba
yüreğimi verdim sana
vur pençeni bağrıma
gagala;
hiçbir şey kalmasın bende karadan,
hiçbir şey kalmasın kanayan bir yaradan !
-II-
Bu yeli ben tanıyorum bir yerden
nereye gitsem adım başı esiyor
ninem sıvamış kollarını, teknesinden hamur kesiyor...
İlkyaz çimenleriyle ocak yeri ,
nar çiçeği ile gölgelendi mi
taze yufka çevirilir, gelene geçene verilirdi
ister tok ister aç, sıcağı sıcağına çomaç
dostlar ziyarete gelir
meşelerin dibine neşeli sofralar serilirdi...
Baklava dilimli tepsiler
kalaylı kaplar içinde
yayvan bakır, çukur çanaklar
bir dolar bir boşalırdı
kocaman kocaman sinilerde
yirmi - otuz kişi birden
yemekler yenirdi, sindire sindire...
Esen yelden kokusu gelir,
taze çilenmiş yufkanın,
dereotu, cacık, sarımsak,
nane, kekik feslikanın
sonra çay - kahve içilir,
edâsından nazından, güzeller seçilirdi,
sazlar vurulur,
dedem çalıp söylerken,
herkes kulak kesilirdi ...
Yelten’li Hüseyin de de; dur hele
tezenesini dokundurdu mu tele,
yeldi Avşar Boyları’ndan esen
diliyle uzanırdı gurbetele
allı turnayı havada vurur
yeşil ördeği göle kondurur
Avşar’ın düzüne kar yağar
kır atın dizine sızılar dururdu,
sarı ipek dokunur
mendili olur yavuklunun
gözyaşıyla okunur,
Al Yazma Zeybeği ile
diz çöken zeybekten korkulurdu...
Akşam sofrada tavşan, bıldırcın, keklik
sutavuğu, üveyik, hatta geyik
az mı av eti yedik,
av yoksa keserdik Ankara Tavuğu’nu,
horozunu, legornlarına kıyamazdı ninem,
tavada yumurta,
ekeleyip üstüne karabiberini, tuzunu
mis gibi tereyağlı,
’otur oğlum;
doymadan kalkılır mı sofradan?’
bulgur pilavı, yanında soğan,
bazen yeşil, bazen kuru,
fasulyesiz hiç olur mu ,
Çandır’dan gelirdi tohumu,
kendimizden nohut ,
her mevsim bulunur peynir, zeytin
tükenmezdi yoğurt...
Elma, armut, kavun, karpuz ,
ayva nar; ne ararsan var,
eğlenirdim köyde yazdan güze kadar...
Çocuk olsam da becerirdim her işi ;
dedem ikide bir,
’Aferin kara oğlum, sen adam olursun ama,
ben görür müyüm bilmem?! ’ derdi...
Çapa, su, orak
esme rüzgâr, esme bırak,
gölgemde çocukluğum
bir ağaca çivili çardak,
hamazlanırsa harmanyeri,
yüzüme gözüme dolar toz toprak ...
işte savrulan zaman;
yaşlı bir çift koca, bir çift öküz gibi
geceyle gündüz gibi
dünya harman
ortada dolana dolana
hatıralar sağ ama
dedem ninem artık yoklar ...
-III-
Bu yeli ben tanıyorum bir yerden;
binlerce yıl öncesi,
kim bilir kaç ölü gömülendi
Kocahöyük tepesinde
kaç ırgat öğünlendi
koca pırnalın, koca servinin
koca dutun, koca yemişin
koca boynuzun gölgesinde...
Yer yemez yemeği
serilirdik upuzun
ölü gibi yorgun
yaz günü
bağa bostana bakmak kolay değil
ağustos böceklerinin ninnisiyle uyurduk,
karıncaların ısırması sonuydu uykumuzun
’Kalkın, kalkın yerim; burası benim yerim!’ dercesine ...
Kendimizi ter içinde bulurduk... Uyurken bir düş, bir sevda, bir nehirdi tenimizde akıp giden...
Hey gidi esen yel ;
şimdi sen söyle,
yel tene mi, ten yele mi
adı Yelten olsa köyümüz
elden bir şey gele mi
gelesi yok bu işin;
yekin altı şeş , ölüm herkese düşeş!
Bendeki yek, kırmızı benek
düştüğüm yerden gül bitecek,
güneş sesime dönerken,
dünya tersine dönecek;
atıyorum, nesine;
sesime gel sesime, yeke yek, sımsıcak nefesime; zarım, intizarım, mezarım...
-IV-
Bu yeli ben tanıyorum bir yerden,
neslimizden dillenir,
dudağımızdan eksilmez,
ya huyundan ya suyundan,
ya da tüyündendir ak sakallı dedemin;
’Seher yeli eser eser kesilmez,
güzellerin gam sözüne küsülmez...’
Şimdi aşk zamanı;
bu toprağın sesi, bir sevgi imecesi ,
neşeleri küme küme,
halay çeken gençlerin yeri döven topuk sesi...
sevgiyle halay,
bir de semah dönesiye
çatlar bu toprakta tohum ,
milyonlarca yüreğin, yüreğimizdeki sesiyle...
Ana Tanrıça Kybele’nin yurdu, aldı kucağına Bes’i, hamurunu yoğuruyor, bereketi doğuruyor,
saçların bir deli orman, meşe palamudum; aşkın beni kavuruyor...
Bu yel, bu dal, bu yaprak;
ne çok şey düşündüm, yüzüne bakıp, rüzgârına kapılarak,
sen kayboldun, ben sevdayla başımda dönen bir dünya buldum...
-V-
Bu yeli ben tanıyorum bir yerden; son sevdamın türküsü, gönülden gönüle esen, dilden dile hasret kesen...
Sen sahipsiz olamazsın / kâlbinde esenin vardır / sarı saçlarında rüzgâr / yellere küsenin vardır...
Aşkın bir yeldeğirmeni / yel eser döner dümeni / esen yelde kaşın gözün / un edip eledin beni...
Söyle kâlbin rüzgâr gülü / bu ateşi kim söndürür / başım döndü taşım döndü / esen yeli kim döndürür...
Daracık sokaklardayım / kâlbi un (u)faklardayım / ay ışıdı yüzün gördüm / yine düş tuzaklardayım...
Şaban AKTAŞ
18.08.1999