3
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1086
Okunma
O şehir
bizi sevmeden once
asit yağmuruyla yıkamıştı
güneş kokan tenimizi.
Üstü yazılı elbiseler giydirmişti bize
İlk mektupta, reklam kokan bir edayla
iyi olduğumuzu yazdırmıştı annemize.
Dudaklarımızdaki izlerden evvel
parmak izlerimiz geçirilmişti.
Kim vurdulu soruşturmalara.
Ona anne demiyorduk
Uykularında göğüslerinden
karbonmonoksit emziriyordu yetimhane çocuklarına’
kıçını eliyle silen sermaye köpekleri,
kokusunu katıyordu ürettikleri genel kullanımlı oyuncaklarına
biz bütün kitaplarda
rüyalarda
düşlerde
patikalarda
oyuncakların tek kişilik olduğunu
-sevgili gibi-
-anne gibi-
-melek gibi-
zannetmiştk.
O şehir
ışıltılı gecelerin birinde
sarmaş dolaşken biriyle
Saçma artığı gerekçelerle
ikimizide yakalayan
cop sesli dilekçelerle
hesap soran
ağaçları tanımayan
çiçekleri koklamayan
üniformaların elindeydi.
Oysa biz Arnavut kaldırımlarını
yap boz zannediyorduk
o şehir
bize besleme gibi davranıyordu
anlamıyorduk.
Her sabah,
kıçı kalkık bir saat dilimi
uykumuzdan yorganımızdan yatağımızdan
sistematik bir ereksiyon zevkiyle
bizi uyandırarak
askılarından uykusuzluk akan
belediye otobüslerinde
kırmızı ışıklı duraklamalarda
ani frenlerle bedenlerimizi
birbirine çarparak
özür dilemeli silkinmelerimize
ne kahkahalar atıyordu bilseniz.
Altında uzandığımız
ilk ağacın gölgesinde
meteliğe kurşun atan cesaretlerle
en haklı
en suçsuz
en büyük ihanetlerle
alaşağı ediyorduk
kirli zevklerini
Dalından düşen ilk yaprağın
üstüne uzanarak
annemize uçuyorduk
küçük düş molalarında
Onu solumuyorduk.