7
Yorum
29
Beğeni
5,0
Puan
248
Okunma
Bu satırlar;
Kaybolan vakitlere bir ağıt değil;
onları hatırlatma çabasıdır.
Bir çorak bozkırda suskun kalan nehir gibi,
içimizde konuşmayı bekleyen nice sükût vardır.
Ve her düşen hilâlle birlikte bir parçamız daha eksilirken,
bu şiir bize yeniden sormak ister:
biz neredeydik?
Nerelere geldik? ve
Nereye gidiyoruz?
Bir zamanlar, Anadolu’nun yağız delikanlısı,
’’Fe eyne tezhebun’’
"O hâlde nereye gidiyorsunuz?"
..................................................
Hani...
bir Ulubatlı taşıyacaktı sancağı,
bir Fatih çekecekti mihrapta zikri,
Surlarda yaşayacaktık düşlerimizi,
Türkmen çadırında kuracaktık otağımızı,
ve kimseler bilmeyecekti yandığımızı.
Hani...
bir mendil sallanıyordu Hicaz’da...
bir anne ağlıyordu kimsesiz mezarda,
bir mezar taşında yarım kalan bir dua,
bir çorak bozkırda suskun bir nehir,
bir Kur’an eskiyordu tozlu raflarda,
bir hilâl düşüyordu her gün önümüze.
Hani...
Göğe bakınca umut büyürdü içimizde,
bir çocuk gülüşüyle başlardı seher,
toprak öperdi alnımızı her secdede,
bir ezan, yankılanırdı karlı dağlarda,
ve bir Yusuf gibi beklerdik sabrı kuyularda.
Hani...
bir söz yeterdi barışa, merhamete,
bir bakış kafiydi dostluğa, kardeşliğe,
bir tas su gibi sadeydi hayallerimiz,
ve bir çınarın gölgesiydi ülkemiz.
Şimdi...
Diller suskun,
dualar yarım,
gölgeler uzun,
yollar harap,
top sesleriyle büyüyor çocuklar,
bir sızı gizleniyor her selâmın ardına
ve biz, hâlâ aldanıyoruz yalancı fecirlere…
ama yorgun, ama üzgün, ama çaresiz...
...andelip...
5.0
100% (14)