5
Yorum
26
Beğeni
4,9
Puan
238
Okunma
Hani öyle bir zaman vardı;
bir sancak göğe asılırdı,
bir dua dağları yerinden oynatırdı.
Bir söz vardı;
milletleri diriltir,
çağları kapatırdı.
“Hani”; bir kayboluşun, bir arayışın
ve en çok da bir yeniden doğuşun hikâyesi vardı.
Tuna’nın serin sularından,
Taklamakan’ın kızgın kumlarına,
Kudüs’ün gözyaşından,
Saraybosna’nın sessizliğine kadar uzanan bir yürüyüşün hikayesi...
Öyle bir zaman vardı ki,
semanın rüzgârla konuştuğu,
toprağın secdeye durduğu
bir vakit...
atların nal sesinde yankılanırdı ferman,
ve çocuklar...
tuğlara bakarak büyürdü her zaman...
Öyle bir zaman vardı ki,
bir tek bakış yeterdi dostu tanımaya,
bir sükût, bir duruş, bir hicran olurdu..
her taşın alnında yükselirdi besmele,
ve bizler...
bir bayrağın gölgesinde
aynı duaya karışırdık el ele..
şimdi…
O zamanın küllerinden
çaresizce bir iz arıyoruz...
bir çadırın ipi kopmuş,
bir sancak devrilmiş,
ve bir hatıradan ibaret kalmışız...
oysa biz yemin etmiştik,
gökler şahitti..
ırmaklar, dağlar, yıldızlar şahitti..
“bölünmeyeceğiz” demiştik
“bu toprak son secdemiz”
“bu ezanlar son nefesimiz”
“bu hilâl son yeminimiz” olmuştu..
unuttuk...
meçhul bir kavganın içine düştük önce,
Sonra...
unuttuk birbirimizi,
unuttuk kendimizi,
ve bizi biz yapan her şeyi...
şimdi yeminler suskun,
bakışlar durgun
tuğlar rüzgârsız esmekte,
elimizde kala kala bir avuç hüzün,
ve çaresiz bir suskunluk,
bir de,
gözlerimizde nem kaldı...
...andelip...
5.0
92% (11)
4.0
8% (1)