0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
234
Okunma

Terinos, bahçe kapısına başını yaslamış, yoldan geçenlere aldırmadan bekliyordu. Burnuna, mutfaktan yükselen mercimek çorbasının kokusu geliyordu. Keliternos, ocağın başında harıl harıl çalışıyor, cevizleri ince ince kıyıyordu. Salatanın üzerindeki geçen yıldan kalma zeytinleri görünce, içinden gülümsedi. "Kadın işte," diye düşündü, "hiçbir şeyi ziyan etmez."
Tontonitos, sahibinin ayaklarının dibinde kıvrılmış, kuyruğunu tembelce sallıyordu. Güneş, Knidos sokaklarının taşlarına vuruyor, eski evlerin duvarlarında uzun gölgeler oluşuyordu.
Timenos’un ayak seslerini duyunca, Terinos bir an doğruldu, ama hemen kendini toparladı. Oğluna duyduğu gururu, içindeki hasreti belli etmemeliydi. "Geldin mi bakalım doktor efendi?" dedi, sesi her zamanki gibi kayıtsızdı. Ama gözlerindeki ışıltıyı, sadece Keliternos fark etti.
Mutfağın bir köşesinde, eski bir sandığın üstünde, özenle katlanmış eski pijamalar duruyordu. Keliternos, onları sabah erkenden yıkamış, güneşte kurutmuş, ütülemişti. Doktor da olsa, ne olursa olsun, Timenos onun oğluydu, evin çocuğuydu. "Bunları giydirirdim ona küçükken," diye düşündü, elleriyle pijamaların üzerine hafifçe bastırarak.
Terinos, kapının eşiğinde hâlâ dikiliyordu. Ama gözleri bir an mutfağa kaydı. Keliternos’un eski pijamaları hazırladığını görünce, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme,
yanağında bir ıslaklık belirdi.