0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
842
Okunma

Uzunca bir süre durdum
gözlerine kurdum zamanı
kirpiklerin
yörüngesini çiziyor güneşin,
yayılıyor zaman tünelinde
gün ışığıyla
tam gözünün göbeğinden
saniyesi, akrebi, yelkovanı
cemre düşürüyor yüreğime
gözlerin bal kovanı
çiçek çiçek, petek petek
bahar iniyor ruhuma birden...
Gülüm, gönlümün medarı
yüzün ikiz güneş taşır
göğüsle beni
mor dağlardan aşır
geldim işte kucağına
gözlerinin ocağına
böcekkapan çiçek gibi
sar sımsıkı, tut beni
bu can sana armağan
ısır, yala, kemir, yut beni
sensiz dünya bana dar
boğuldum boğulacağım
yandım yanacağım kadar
külümde uyut beni!..
Şimdi sana bakma saati
düne göre değişmemişsin
fakat şimdi gerçekte
görsem tanıyamam belki
kaç yıldır aynı resim;
göğsümde kösteklenmiş
ceketimin sol iç cebinde
bir saat gibi taşıyorum seni
burada bir parantez açalım
özlemeseydim yüzünü
saate bakarcasına
bakmak gelir miydi içimden
bir de bu açıdan bakalım
ve kapatalım parantezi.
Keşke yanımda olsaydın
dağlara çıksaydık seninle
yaz geliyor yavaş yavaş
basıyor bağrımı sıcağın
çeşme başında dinlensek
su sesi dinleseydik biraz,
söğüt dallarından geçen yeli
saçımızda t/elleseydik
fırlayacak gibi yerinden
taşarken içinden hasret
çözseydim düğmelerini
koklayıp öpseydim
tomurcuk gül memelerini?!
Mor çiçeklerinde
kıpır kıpır böcekler takılı
Yanartaş - Kimera yolunda
lâvanta kokulu kırçiçeğim
sarıl bana kucak kucak
hasretinden öleceğim;
yanıyor göğsüm
alabildiğine sıcak
başı aslan, kuyruğu yılan
dilinden ateş saçan
bir ejderha gibi
kükrüyor içimde aşk;
olimpos’un doruklarında kar
eteğinde çiçeklenmiş nar
yüreğimde sönmeyen ateş
yanacak sonsuza kadar...
Şaban AKTAŞ
14.05.2016