AŞK ATEŞİYLE YANMAYAN KALPLER HAKİKATİ SADECE UZAKTAN İZLER...
Hayat hiçbir zaman tam anlamıyla bizim çizdiğimiz planlara uymadı. Umutla atılan adımlar çoğu zaman bilinmezl...
O gün atölyeye girdiğinde herkes şaşkınlıkla baktı ona. Çünkü Ömer ilk kez tebessüm ediyordu. Ne büyük bir değişimdi bu! Dudak ucunda küçük bir gülümseme, içinde bir dağ gibi sükûnet. Kimse bir şey demedi, herkes hissetti. Sanki Ömer, susarak anlatıyordu içindekileri... İş çıkışında Ömer, Kadir, Emin, Hasan ve Mahir Müslümlere gitmişti. Çaylar içildi, sohbetler edildi. Namaz saati gelince Ömer öne geçti. O gün farklıydı. Belki yorgunluğun, belki de akşamdan beri defalarca dinlediği Hafız Abdussamet’in etkisiydi. Sesini incelterek Fatiha Suresi’ni güzel bir kıraatle okumaya başladı. Kadir ve diğer kardeşler arkasında saf tutmuştu. Ömer, Fatiha’nın ortalarına gelmişti ki sesi öyle bir titredi ki, odada yankılandı, herkesi derin bir huşûya sürükledi. Tam o sırada Hasan, başını eğmiş, namazın içinde olduğu hâlde Erzurum şivesiyle istemsizce mırıldandı: “Hele sanki arabesk okir.” Dedi. Bir anlık sessizlik. Ardından boğuk bir kıkırdama ve kesilmeyen kahkahalar. Oda gülüşlerle doldu. Kadir secdeden doğrulurken gözlerinden yaş geliyordu; Müslüm yere kapanmış: “Namaz bozuldu!” diye gülüyordu. Sessizliğiyle bilinen Ömer’in bu kadar içten gülüşü, odanın duvarlarını bile ısıtmıştı. Namaz tamamlanamamıştı; beş kalp, secdede bile Allah’ın verdiği samimiyetin sıcaklığını hissetmişti. “Hasan, senin yüzünden bir daha kıraat yapmayacağım!” dedi Ömer, hâlâ gülerek. Kadir tebessümle ekledi: “Yemin ederim Ömer, o an Abdussamed gibi okuyordun. Hasan’ın kabahati yok!” Herkes bir kez daha kahkaha attı. Sonunda cemaatle kılamayacaklarını anlayınca sırayla, ayrı odalarda namazlarını kıldılar. Daha sakince, daha dikkatlice… Ama aynı sıcaklıkla, aynı kardeşlikle. Müslümlerde yaşanan o neşeli an ertesi gün atölyeye yayıldı: “Duydunuz mu dün olanı? Ömer, Fatiha’yı Abdussamed gibi okumuş da Hasan dayanamayıp ‘Sanki arabesk okir’ demiş. Gülmekten namazı kılamamışlar!” Kimi alay etti, kimi tebessümle dinledi. Ama o kahkaha, iş ortamına bir sıcaklık bırakmıştı. Halim Usta bile günler sonra ilk kez Ömer’e selam verdi. Sertliği sürüyordu ama içinde bir yumuşama vardı. Belki de ilk kez onların kötü çocuklar olmadığını düşünmüştü. Bazı çalışanlar öğle arasında mescide uğrayıp merakla sadece bakındılar. “Bir kapı aralandıysa, yeter,” dedi Kadir. “İçeri girmeleri zaman alır. Işığı gördüler. Sessizlik bazen şifa olur; dua gibi…” Üç aylar gelmişti. Bu bereketli zamanların havası İstanbul’un sokaklarına bile sinmişti. Geceler daha sessiz, sabahlar daha dingin görünüyordu. Ömer ile Kadir, bu günlerin kıymetini bilmeye söz vermişti. İşin yorgunluğuna rağmen, akşamları namaz, zikir ve sohbet için Aksa Camii’nin alt katındaki küçük odada buluşuyorlardı. Oda küçüktü; duvarlarında nem izleri, raflarda birkaç eski kitap, yerde solmuş halılar vardı. Ama havası bambaşkaydı. Sobanın çıtırtısı, ince belli bardaklarda fokurdayan çay, Kur’an tilaveti ve samimi muhabbetle gönüller ısınıyordu. Sefalarla bir halka olur, bazen Kadir kısa bir tefsir okur, bazen Ömer içten dualar ederdi. Bazen gözler dolar, bazen tebessümler yayılır, bazen de tatlı bir sükût içinde herkes kalbine dönerdi… Bir akşam kapı usulca açıldı. İçeri Aksa Camii’nin imamı Mustafa Hoca girdi. Ayağa kalkmak istediler ama eliyle oturmalarını işaret etti. “Devam edin gençler, ben dinlemeye geldim,” dedi tebessümle. Ömer biraz çekinerek konuştu: “Hocam, biz kendi çapımızda bir araya geliyoruz. Belki eksiklerimiz vardır.” “Eksiksiz kul olur mu gençler? Önemli olan samimiyet. Bu genç yaşınıza rağmen kahve köşelerinde değil de böyle İslami bir ortamda bulunuyorsunuz. Allah samimi niyetleri bereketlendirir,” dedi Mustafa Hoca. Kadir söze girdi: “Üç aylar girince içimizde bir heyecan oldu hocam. Her günümüzü dolu geçirmek istiyoruz. Burada birbirimizi destekliyor, kalplerimizi diri tutmaya çalışıyoruz.” Mustafa Hoca onların gözlerindeki ciddiyeti görünce: “Ne güzel bir gayret bu… Üç aylar ömürde bir nefeslik fırsattır. Rahmet kapıları açılır. Siz doğru bir iş yapıyorsunuz. Allah sizden razı olsun.” O akşam söylenen sözler kalplere nakşoldu. Nemli duvarların yerini sanki bembeyaz bir huzur aldı. Mustafa Hoca’nın duasıyla halka kapandı, gençlerin gönlünde şu his büyüdü: “Biz yalnız değiliz. Rabbimiz niyetimizi görüp karşımıza destekçi kullar çıkarıyor.” Üç aylar ilerledikçe Ömer ile Kadir daha çok sarıldılar ibadete. Pazartesi ve perşembe günleri oruç tuttular. Akşam ezanı çoğu zaman iş saatine denk gelirdi. Kadir muhasebe odasında birkaç hurma ve bir bardak suyla açardı orucunu. Ömer’in menüsü de aynıydı…. Bir akşam Kadir odasında otururken bir çırak, elinde gazete kâğıdına sarılı yarım ekmek arası bir şeyler ve bir meyve suyu getirdi. Hiçbir şey söylemeden bırakıp gitti. Kadir orucunu açtıktan sonra üst kata çıktı. Ömer hâlâ makine başındaydı, elinde küçük bir ekmek arasıyla hem çalışıyor hem orucunu açıyordu. “Ömer, ekmek arasını sen mi yaptırdın?” diye sordu. Ömer mahcup bir tebessümle karşılık verdi: “Hayır kardeşim, bana da getirdiler. Kim aldı, ben de bilmiyorum.” Kadir gözlerini kısıp: “Görüyorsun değil mi kardeşim? Kul Allah’a pazarlıksız teslim olunca, Allah bütün zorlukları kolay ediyor. Sen sabrettin, rızık sana geldi.” Ömer’in gözleri doldu. O küçük ekmek arası sadece midesini değil, gönlünü de doyurmuştu. Oruç yalnızca aç kalmak değildi; Allah’a güvenmenin en güzel yoluydu. Halim Usta da bu hâli fark etmişti. Normalde işinin başından ayrılmayan Halim usta Ömer orucunu rahat açsın diye özellikle alt kata iniyordu. Ömer, ustasının bu sessiz desteğini hissediyor, içinden: “Rabbim kalpleri dilediği gibi yumuşatıyor” diyordu. Günler geçtikçe Ömer ile Kadir’in hâlini gören işçilerde de bir merak, ardından bir istek doğdu. Akşam ezanına dakikalar kala onları bir bardak suyla, bir lokma ekmekle oruçlarını açarken görmek, herkesi derinden etkiliyordu. Önce Emel denedi. “Bir gün de ben tutayım,” dedi. Ertesi sabah niyetlendi, akşam ezanı okunduğunda, o da bir köşede orucunu açıyordu. Ardından Mahir katıldı. Veli ise, önce işi zor buldu ama birkaç gün sonra o da ortama ayak uydurup oruca başladı. Artık atölyede akşam vakti geldiğinde küçük bir hareketlilik oluyordu. Kimisi yanına hurma getiriyor, kimisi gizlice evden sandviç hazırlıyordu. Ezandan sonra herkes küçücük ikramlarını paylaşıyor, bir lokma ekmeğin bereketini tadıyordu. Halim Usta, bu manzarayı görünce dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessüm belirdi. Bir şey demedi ama işçilerin arasında dolaşırken gözlerinde farklı bir yumuşama vardı. Kadir, bir akşam Ömer’in kulağına eğilip fısıldadı: “Görüyor musun kardeşim? Başta yalnızdık. Şimdi bu atölye koca bir iftar sofrasına döndü. Allah’ın rahmeti işte böyle yayılıyor.” Ömer tebessüm etti. İçinde tarifsiz bir sevinç vardı. O küçük lokmalar, kalpleri birbirine kenetlemişti. Artık sadece iş yeri değil, adeta bir aile olmuşlardı. Günler ilerledikçe atölyede farklı bir hava oluştu. Eskiden yalnızca Ömer ile Kadir’in uğradığı mescit, artık neredeyse her vakit dolmaya başlamıştı. Başta sadece akşam namazına çıkanlar, sonra öğle arasında da cemaatle kılmaya heves ettiler. Küçük mescitte saf tutanların sayısı arttıkça, mekânın havası değişti; makine gürültülerinin arasından yükselen ezan sesi, atölyeye bambaşka bir huzur taşıyordu. İşçiler arasında bir dayanışma doğmuştu. Kimi hurma getiriyor, kimi ekmek arası hazırlıyordu. Herkesin sofrası küçücük ama bereketi büyüktü. Atölyede makinelerin uğultusu devam ederken, mağazaya ürün sevkiyatını yapan Rıza: “Fark ettiniz mi? Şu Ömer’le Kadir oruca başladı başlayalı dükkânda bir bereket var. Sipariş üstüne sipariş geliyor.” Ütücü İsmail de elindeki buhar tabancasını yerine bırakıp onayladı: “Doğru diyorsun. Hem işler açıldı hem de atölyenin havası değişti. Akşamları ezanı bekleyip birlikte oruç açmak, insanı kardeş gibi yapıyor.” Çıraklardan biri merakla sordu: “Rıza ağabey, gerçekten orucun bereketi bu kadar etkili mi?” Rıza gülümsedi: “Olmaz mı? İnsan işine helal niyetle başlayıp Allah’a teslim olunca işin de bereketli olur, gönlün de huzurlu olur.” Masaların arasında bu konuşmaları duyan işçiler birbirine baktı. Kimisi başını salladı, kimisi de kendi kendine: “Ben de yarından tezi yok oruca başlayayım,” diye geçirdi içinden. O gün atölyede kimseye “oruç tut” demediler, kimseyi sözle ikna etmeye çalışmadılar. Ne Kadir ne de Ömer, el uzatıp kimsenin iradesine dokunmadı. Sadece yaşadıklarıyla, duruşlarıyla, sessizce örnek oldular. Ve işçiler farkında olmadan şunu gördü. Gerçek hayır, insanın gönüllere baskı yapmadan tam anlamıyla yaşayarak o gönüllere dokunabilmesindeydi... Ertesi gün atölyenin kapısı erken saatte açıldı. Ömer, her zamanki gibi ilk gelen olmuştu. Makinelerin üzerinde gece bırakılmış iplik parçalarını temizledi. Gün doğmuş, hava yavaş yavaş aydınlanıyordu. Kadir kapıdan girince gülümsedi: “Yine erkencisin kardeşim. Ne okuyordun öyle?” Ömer, elindeki meali kapatmadan cevap verdi: “Nahl Suresi’nden birkaç ayet… Allah’ın nimetlerini hatırlatıyor. Okudukça sanki içim yıkanıyor.” Kadir usulca: “Temizlenmek, kalple başlar kardeş.” O sırada bu güne kadar iş yerinde yaşananlara hep uzaktan bakan Orhan’ın ayak sesleri duyuldu. Her zamanki gibi sertti, ama bakışlarında belli belirsiz bir durgunluk vardı. Aniden pencereden dışarı baktı. Yağmurdan kalma damlalar cama yapışmıştı; o damlaları izlerken derin bir iç çekti. Gözleri Ömer’e kaydı. Elinde Kur’an mealiyle duran Ömer’in sessizliği, sanki yıllardır kaybettiği bir huzuru ona hatırlatıyordu. Bir an sustu, sonra ayağa kalktı. Yavaş adımlarla Ömer’in masasına geldi. Elinde tuttuğu çay bardağını onun önüne bıraktı. “Sabahın bereketi üstüne olsun,” dedi yumuşak bir sesle. Ömer şaşkın bir tebessümle karşılık verdi: “Allah razı olsun Orhan, senin de günün bereketli olsun” Orhan başını hafifçe eğdi, sonra bir köşeye çekilip sessizce oturdu. O an, atölyenin gürültüsüne karışan görünmez bir sükûnet vardı. Öğleye doğru, dışarıda ince bir yağmur daha başladı. Camdan içeriye sızan gri ışık, atölyeyi neredeyse bir fotoğraf karesine dönüştürmüştü. Kadir: “Bugün hep beraber kılalım mı öğle namazını?” Rıza hemen onayladı: “Olur, olur. Artık ben de alıştım o mescide gitmeye.” Bir süre sonra, ütücü İsmail, çıraklar, derken on kişi bir araya geldi. Orhan kapının kenarında durdu; önce izlemekle yetindi, sonra ağır adımlarla içeri girdi. Sessizce, Ömer’in arkasında saf tuttu. Namaz başladığında, Ömer’in sesi tüm odayı doldurdu: “Allahu Ekber…” O ses ne çok güçlüydü ne de zayıf; sadece içtendi. Secdede herkesin içinde bir hafiflik, bir teslimiyet vardı. Namaz bittiğinde kimse konuşmadı. Uzun bir sessizlik oldu. Sonra Orhan derin bir nefes aldı, yüzünü yavaşça kaldırdı. Gözleri doluydu. “Ömer…” dedi, sesi çatallandı, “Ben de birkaç kere böyle halkalarda bulundum. Bir hocamız vardı, adı Hacı Nihat’tı. Her sabah erkenden camiye gider, biz çırakları tek tek kaldırırdı. Namaz kılmadan işe gitmeyin, rızkın bereketi önce secdede başlar derdi. Biz gülerdik o zaman. Sizi görünce, o günleri hatırladım.” Kadir gözlerini yere indirdi, kalbi sıkıştı. “Orhan, belki o hocanın duası bugün bizi buraya topladı,” dedi. Orhan gülümsedi. “Belki de… Ben yıllardır bu makinelerin sesinde kaybolmuştum. Ama bugün… sanki içimden biri bana ‘dön artık’ dedi.” Ömer yaklaştı, elini Orhan’ın omuzuna koydu: “Rabbimiz merhamet sahibidir. Hiç kimse için geç değil.” Bu söz, Orhan’ın kalbine bir ok gibi saplandı. Gözlerinden süzülen yaşları saklamaya çalıştı. Namazdan sonra herkes yavaş yavaş dağıldı. Orhan, en son çıkan oldu. Kapıdan çıkmadan önce geri döndü, Ömer’e baktı: “O günleri bana tekrar yaşattınız. Belki de hayatın en güzel yeri, kalbin tekrar yumuşadığı andır.” Ömer sessizce tebessüm etti. “Biz sadece birbirimize ayna olduk Orhan.” O gün atölyede kimse bağırmadı. Herkesin içinde tuhaf bir huzur vardı. Akşam ezanı yaklaşırken çıraklardan biri küçük bir sofra kurdu. Hurmalar, bir iki ekmek, biraz peynir… Öyle sade, öyle içtendi ki. Herkes elindekini paylaştı. Ezandan sonra Ömer, “Bismillah” diyerek orucunu açtı. Yanında oturan küçük çırak, heyecanla sordu: “Ağabey, oruç tutunca insan neden daha huzurlu oluyor: “Çünkü oruç, karnını değil, kalbini aç bırakır.” Orhan o cümleyi duyunca uzun süre sustu. Sonra sigarasını yavaşça cebine koydu. “Belki de bu gözyaşı, yıllardır unuttuğum duaların cevabıdır,” dedi. Kadir, yumuşak bir sesle ekledi: “Görüyor musun Orhan? Hakikat bazen bir tebessümle başlıyor, sonra gönülden gönüle yayılıyor. İşte iman böyle bir şey…” Ömer Kadir’i destekleyerek: “Bir tebessüm bazen bir kalbi değiştirir. Bir kalp değişirse, bir hayat değişir. Bir hayat değişirse, bir çevre değişir. Samimiyetin gücü sessizdir, ama yankısı sonsuzdur.” Ömer ve Kadir’in bu sessiz değişimi, mahalleye de yayılmıştı. Kasap İhsan, onları sohbetten dönerken görür, içinden “Allah bu gençlerden razı olsun” derdi. Manav Rasim, müşterilerine: “Şu gençlere bak, sabah akşam camideler, ne güzel edepleri var” diye söylenirdi. Kimi bunu hayranlıkla izler, kimi “fazla dindar oldular galiba” diye mırıldanırdı. Ama herkes bir şekilde bu değişimin farkındaydı. Ayça Butik’in üst katındaki sohbet yeri yeniden açıldığından beri artık daha fazla genç toplanıyordu. Ömer’in sessiz hâli, Kadir’in yumuşak tavırları çevredekilere güven veriyordu. Bir zamanlar dedikodu konusu olan o oda, şimdi merak uyandıran bir huzur mekânına dönüşmüştü... Mescidin kapısında bekleyen Emel, onları uzaktan izledi. Ömer’in yüzündeki dinginliği, daha önce hiç görmediği bir sükûneti fark etti. Bir an içinden: “Acaba o huzur bana da dokunur mu?” diye geçirdi, sonra başını öne eğip uzaklaştı. Yine de o gece aynaya baktığında kendi kalbinde bir kıpırtı hissetti. Tarif edemediği bir özlem, bir merak…
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.