Dostlarımızın bize gösterdiği sevgiyi abartmamız, duyduğumuz minnetten değil, takdire ve sevilmeye ne kadar layık olduğumuzu herkese göstermek içindir. la rochefaucauld
AŞK ATEŞİYLE YANMAYAN KALPLER HAKİKATİ SADECE UZAKTAN İZLER...
Hayat hiçbir zaman tam anlamıyla bizim çizdiğimiz planlara uymadı. Umutla atılan adımlar çoğu zaman bilinmezl...
Caminin serin taşlarında buldukları huzur, iş yerinde yerini sıkıntıya bırakıyordu. Secdenin dinginliği, iş yerinin gürültüsü içinde kayboluyor, vakit gelse bile gönülleri diledikleri gibi Allah’a yönelme imkânı bulamıyordu. Namaz kılacak uygun bir yer yoktu… Halim Usta’nın sert bakışları ve ters çıkışları, her defasında üzerlerine kara bir gölge gibi düşüyordu. Sanki kulluğun vakti, işin telaşına kurban ediliyordu. Bir gün Kadir dayanamadı. İçinde biriken huzursuzluğu cesarete dönüştürdü. Ömer ile konuşup muhasebede kullanılmayan boş bir oda bulduklarını söyledi. Gözleri parlıyordu: “Orayı mescit yapabiliriz.” dedi. Hemen gidip muhasebe müdürü Ergin Bey’in kapısını çaldılar. Kadir: “Kolay gelsin Ergin Bey. Bizim şu boş oda var ya, biz orayı mescit olarak kullanmak istiyoruz ne dersiniz?” Ergin Bey kaşlarını çattı, bakışları buz gibi oldu: “Ayin mi yapacaksınız burada, camiye gidin.” Dedi, sesinde küçümseme vardı. Kadir’in yüreği kabardı, gözlerini kısmıştı. “Ayin kilisede olur Ergin Bey, biz ise sadece namaz kılacak yer arıyoruz. Bazı vakitler iş saatine denk geliyor, camiye gidemiyor, namazımızı kazaya bırakıyoruz. Bu da bizi rahatsız ediyor,” dedi. Sözlerinin ardında bir kararlılık vardı. Ergin Bey hiç oralı olmadı. Dudaklarını büküp önündeki dosyalara gömüldü. O an, odanın havası ağırlaştı; Kadir ile Ömer, sessiz bir savaşın kapısında olduklarını hissettiler. Halim Ustanın her fırsatta gösterdiği karşı çıkışlar da bu yükü daha da ağırlaştırıyordu. Sanki namaz, işyerinde yasaklanmış bir suçtu. Her gün bir engelle karşılaşıyor, içlerindeki huzur arayışından vazgeçmiyorlardı. Onların direnişi, bağırışla değil; sessizce, sabırla örülen bir ısrarla sürüyordu… Bir akşam iş çıkışında yan yana yürürlerken Kadir, susturamadığı iç sesini dile getirdi: “Biliyorum, bu yol kolay değil. Ama kalbimizdeki huzuru bulmadan duramayız.” Ömer’in yüzünde hafif bir tebessüm belirdi, gözleri ise ciddiyetle parlıyordu: “Sessizlik bazen en güçlü direniştir. Sabırla yola devam edeceğiz,” dedi... Ömer her zamanki gibi makinenin başında çalışıyordu. Akşam namazına az kalmıştı. İçinde bir sıkıntı vardı; yine Halim Usta ile sürtüşecek, ya da namazını kazaya bırakacaktı. Bu ikilem onu derinden rahatsız ediyordu. Kalbi secdeye varmak istiyor, fakat içinde bulunduğu durum önünü kesiyordu. Tam bu düşüncelerle boğuşurken camdan akşam ezanının sesi yükseldi. Ezanın melodisi, makine seslerini bastırarak kalbine işledi. Biraz sonra Kadir yanına geldi, selam verdi ve bir tabure çekerek yanına oturdu. “Ömer, akşam namazını kıldın mı?” “Hayır, daha kılmadım… Sen kıldın mı?” “Evet, muhasebe odasında bir köşede kıldım,” dedi Kadir. Ömer’in gözlerinde huzursuzluk vardı: “Kadir, namazları kazaya bırakmak beni çok rahatsız ediyor. Halim Usta’yla sürtüşmekten de bıktım. Bu konuyu çözmemiz lazım. Bazen, Halim Ustanın karşısına geçip, “Zalimin zulmü varsa, mazlumun da Allah’ı var” demek istiyorum…” Sözleri daha dudaklarından dökülürken, birden elektrikler kesildi. İş yeri akşamın karanlığına gömüldü, makinelerin gürültüsü sustu, her yer derin bir sessizliğe büründü: “Abdestin var mı?” “Evet, var.” “Öyleyse gel, aşağıda inelim namazını kıl.” İkisi birlikte alt kata indiler. Zifiri karanlıktı, göz gözü görmüyordu. Kadir, köşeden bir karton bulup yere serdi. Sessizlik ve karanlık içinde, ezanın sesi hâlâ kulaklarında yankılanıyordu. O an, sanki dünya durdu, kalpleri Allah’ın huzurunda atıyordu. Karanlık, onları saklayan bir örtü gibiydi… Ömer, namazı bitirmek üzereydi. Son selamı vermeden önce karanlık, huzurun bir parçası gibi ruhunu sardı. Tam selam verecekken elektrikler aniden geldi, ışıklar gözlerini kamaştırdı. Ve o an… Halim Usta ile göz göze geldiler. Ömer, soğuk kanlılığını bozmadan selam verdi ve kalkıp işinin başına geçti. Kadir de ardından yürüdü. Üst kata çıktıklarında, ikisi de kendilerini tutamayarak kahkaha atmaya başladılar. Halim Usta’nın şaşkın yüzü, karanlıkta yakalanan bir suçlunun çaresizliği gibiydi. Onlar gülüyorlardı ama kalplerinde farklı bir duygu vardı. Allah’ın kendilerine böyle bir lütuf sunması. Işık tam da namazın sonunda gelmiş, onları hem korumuş hem de Halim Usta’ya bir işaret vermişti… O gece, Halim Usta uzun süre kendi kendine sustu. İçinden geçenleri kimseye söylemedi ama yüzündeki düşünceli ifade çok şey anlatıyordu. O an, belki de ilk kez, kendisini sorgulamaya başlamıştı... Kadir, Tahir Bey’e durumu anlattıktan sonra işler biraz değişmeye başladı. Tahir Bey, çalışanların manevi ihtiyaçlarını önemseyen biri olarak mescit için onay verdi. Böylece boş oda mescit olarak düzenlendi. Ömer ve Kadir’in gözlerinde umut ışığı yanıyordu. Artık namazlarını iş yerinde de kılabilecek, bir birlerine destek olabileceklerdi. Bu zafer, sadece bir oda-nın değil, inancın ve dostluğun da zaferiydi. Kısa sürede mescit düzenlendikten sonra, Ömer ile Kadir ilk kez iş yerinde birlikte namaz kılmak için odanın kapısından içeri girdiler. İçeride hafif bir huzur vardı; basit bir halı, bir kaç seccade ve loş bir ışık. Ömer, namaza durmadan önce Kadir’e fısıldadı: “Burası bizim küçük sığınağımız artık.” Kadir gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı: “Seninle burada olmak, içimdeki yalnızlığı biraz olsun hafifletti.” Namaz sırasında, sessizliğin içinde kalplerinin konuştuğunu hissettiler. O an, sadece ellerini kaldırıp dua etmek değil; aynı zamanda gayeleri birbirlerine güç vermekti. Namazdan sonra Kadir: “Biliyorum, dışarıda zorluklar var. Burası inancımızın ve dostluğumuzun güvencesi.” Ömer hafifçe gülümsedi: “Suskunluğumda saklı olan bu gücü artık seninle paylaşmak güzel.” İkisi de biliyordu ki, hayatın fırtınaları ne kadar sert eserse essin, dostluk ve inançla ayakta kalacaklardı... İş yerinde kimse namaz kılmıyordu. Çoğunun İslami bir yaşantısı yoktu, bazıları dinin temel gereklerini bile bilmiyordu. Ömer ve Kadir’in mescitte başlattığı bu sessiz ibadet bir çoklarına hem uzak hem de yabancıydı. Bu onları yıldırmadı. Mescidi düzenledikten sonra vakit namazlarını orada eda etmeye başladılar. Her namazı tam vaktinde, işlerini aksatmadan, kılarlardı. Ömer sık sık derdi ki: “ İşini aksatırsan, kul hakkına girersin. O zaman kıldığın namaz da seni korumaz”. Zamanla bu küçük çaba büyümeye başladı. Kadir’in kardeşleri Hasan ve Mahir de bir kaç gün sonra ağabeyleri ve Ömer’in izinden giderek mescitte onlara dahil oldular. Bir gün işten sonra namaza durduklarında bir kişi daha onlara katıldı: Müslüm adında genç bir çalışan. Böylece Ömer ve Kadir’in kurduğu o küçük mescitte artık beş kişilik bir cemaat vardı: Ömer, Kadir, Hasan, Mahir ve Müslüm. Küçük ama sağlam bir topluluk. Kalabalık olmasalar da omuz omuza durduklarında aralarında kocaman bir saflık, büyük bir kardeşlik vardı. İşyerindeki diğer çalışanlar hâlâ uzaktan bakıyor; kimisi sessizce hayranlık duyuyor, kimisi içten içe kendi yaşamını sorguluyordu. Ömer ve Kadir hiç kimseyi davet etmedi, nasihat etmedi. Çünkü onların daveti sözle değil, hal ileydi. Zamanla o küçük mescitte bir düzen oluştu. Ömer’i cemaatin imamı olarak seçtiler. Sessizliğiyle, vakarıyla, huşû dolu kıldığı namazlarla zaten herkesin gönlünde yer etmişti. Öne geçmesi doğal oldu. Kadir ise güzel sesi ile müezzinlik yapıyordu. Namaz vakitleri genellikle paydos saatlerine denk geliyordu. Onlar da bu fırsatı kaçırmaz, o vakitlerde beş kişilik cemaat olarak saf tutarlardı. Ömer öne geçer, sessizce tekbir getirir; ardından huzur dolu bir namaz başlardı. Paydos saatlerine denk gelen vakitlerde, namazdan sonra bazen Ömer, bazen Kadir küçük nasihatlerde bulunur, ellerindeki kitaplardan kısa bölümler okurlardı. Ne öğretmen gibi konuşurlar ne üstünlük taslarlardı. Her söz, bir kardeşin kalbinden diğerine dokunur gibiydi. Kadir bir gün: “İnsan kalbi bir bahçe gibidir... Ne ekerse onu biçer. Kalbine dua ekenin meyvesi huzur olur.” Ömer ise başka bir akşam namazından sonra diz çökerek, elindeki kitaptan şöyle okumuştu: “Dünyada bir köşede Allah’ı anan küçük bir cemaat, bin kalabalıktan daha değerlidir,” dedi Ömer. Çok geçmeden Emin ve Ramazan adında iki arkadaş da cemaate katıldı. Mescitteki sade ama derin atmosfer, işyerinde hâlâ tam anlaşılamasa da dikkat çekiyordu. Kimileri içten içe kıskanıyor, kimileri hayranlık duyuyor, bazıları ise rahatsızlık hissediyordu… İş yerinde Can adında biri vardı; İslam’a uzak, her fırsatta dine ve sahabelere söz söylemekten geri durmayan biriydi. Özellikle Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir’e dil uzatması, herkesi incitiyordu. Onun kardeşi Canan ise daha ılımlıydı. Ara sıra mescidin önünden geçerken namaz kılanları sessizce izlerdi. Bir gün yine böyle durup baktığında, Can yüksek sesle çıkıştı: “Canan… Sana kaç kere söyledim! Bunlara bakma, onlarla muhatap olma” diyerek Kardeşini kolundan sertçe tutup mutfağa götürdü. Namaz bittikten sonra Kadir ile Ömer göz göze geldi. İkisi de aynı şeyi düşünüyordu: Artık Can’a uyarıda bulunmanın zamanı gelmişti. Mutfağa gidip onun yan masasına oturdular. Kadir, gözlerini Can’a dikerek sordu: “Can, senin bizimle derdin ne? Biz sana karışıyor muyuz?” Can biraz ürkek, biraz da alaycı bir sesle cevap verdi: “Sizinle derdim yok. Kardeşimle istediğim gibi konuşurum. Size ne?” Ömer söze girdi: “Can, bize ve inananlara karşı kinini biliyoruz. Her yerde sahabelere dil uzatıyorsun, sustuk. Ama artık yeter. Kendine çeki düzen ver. Yoksa biz uyarımızı daha sert yaparız. Bu sana son ihtar olsun.” Can öfkeyle karşılık verdi: “Siz insanların kafasını karıştırıyorsunuz! İşyerini camiye çevirdiniz! Hem o anlattığınız Ömer ile Ebubekir hakkında söylediklerinizin çoğu da doğru değil.” Bu sözlere dayanamayan Kadir, ayağa kalktı. Elleriyle Can’ın masasını sertçe kavradı, gözlerini kısarak konuştu: “O mübarek sahabe’lerin adını ağzına alırken saygıyla konuşacaksın. “Hz. Ömer, Hz. Ebubekir” diyeceksin. Yoksa dilini tutmayı öğrenirsin!” diyerek masaya sertçe vurduktan sonra Ömer’le birlikte oradan ayrıldılar. Can’ın yüzünde korku okunuyordu. Birkaç gün sonra yemekhanede Can yeniden sahneye çıktı. Bu kez hazırlıklıydı. Okuduklarıyla Ömer’i ve Kadir’i küçük düşürmek niyetindeydi. Tarihten bazı olayları, sahabelere dair tartışmalı meseleleri gündeme getirerek onları sıkıştırmaya çalıştı. Ama her soruya Ömer sakin bir şekilde cevap verdi. Kadir de arada girip onun iddialarını çürütecek sözler söyledi. Can, her denemesinde yenilginin ağırlığını daha çok hissetti. Sonunda sustu, ezik bir şekilde ortamı terk etti. Ömer ile Kadir birbirlerine bakıp tebessüm ettiler. Ömer, şaşkınlıkla fısıldadı: “Kadir, vallahi kardeşim… Can’ın sorduğu soruların hiçbirini ne okudum ne de bir yerde duydum. Ama ne garip ki, sanki zihnimde yazılıymış gibi cevap verdim.” Kadir gülümsedi: “Rabbime şükürler olsun, Ömer. Bu, Allah’ın yardımından başka bir şey değil. Bizim bilmediklerimizi bize söyletip İslam’a ve sahabelere dil uzatanları susturdu.” Ömer, yere baktı: “Demek ki mesele bizim ilmimiz değilmiş. Asıl olan samimiyetmiş. Allah için adım atınca, kulunu yalnız bırakmıyormuş.” Kadir’in sesi titredi, gözleri nemlendi: “Evet Ömer… O an kendimi sanki sahabenin yanında hissettim. Kalbim öyle çarptı ki, onların izzetini savunmak bize düşmüş gibi geldi.” Ömer’in gözlerinde kararlılık vardı: “Belki zayıfız… Ama hak bizimle oldukça, Allah’ın izniyle koca kalabalıklara karşı da dururuz.” Kadir, Ömer’in omzuna elini koydu: “Unutma kardeşim… Biz sadece bir mescitte saf tutan birkaç kişiyiz. Ama o saf, Allah katında binlerce kalabalıktan daha kıymetlidir.” Ömer’in yüzüne güven dolu bir tebessüm yayıldı: “Doğru dedin. Bu küçük mescitte başlayan yol, belki de büyük hayallerin ilk adımıdır.” Kadir gülümseyerek ekledi: “Yolumuz uzun, kardeşim. Can gibiler karşımıza çıkacak. Ama biz secdede güç buldukça, onların sözü gönlümüze işlemeyecek. Çünkü secde, arzularımızı değil, Rabbimizin rızasını büyütüyor, ”diyerek İkisi de sustu. O sessizlikte kelimeler değil, kalplerin duası konuşuyordu. Ne Ömer ne Kadir bu yolda geri adım atmadılar. Çünkü artık orası sadece bir oda değil, yedi kalbin aynı secdeye baş koyduğu, sessizce Allah’a açıldığı bir yer olmuştu. Kadir, Ömer’e dönüp hafif bir iç çekişle: “Namaz tamam da keşke şu arkadaşlarla biraz daha sohbet edebilsek,” dedi. Ömer biliyordu; günlük koşuşturma, iş telaşı ve ev derdi herkesi namazdan sonra hızla dağıtıyordu. Bir akşam, Emin ile karşılaştılar. Emin, iş yerinin üst katında Ramazan ile birlikte asansör odasında kalıyorlardı. Küçük bir yer, içinde iki minder ve küçük bir masa vardı. Sohbet lafı açıldığında Emin’in gözleri parladı: “Buldum!” dedi. “Namazdan sonra herkesin bir araya geleceği bir yer olsun istiyorsanız, bizim orası tam bunun için uygun. Yer küçük fakat kocaman bir terası var. Ramazan’la zaten akşamları hep oradayız. Çay da var.” Kadir ve Ömer birbirlerine baktılar, gülümsediler. O ana kadar hep kısa süreli konuşmalarla yetinmişlerdi. Ama şimdi, Ramazan ve Emin’in kaldıkları yer, onlar için yeni bir başlangıç olacaktı. Burası artık sadece bir oda değil, kalplerin buluşma yeri olacaktı... Ömer şaşırmıştı, mutlu da olmuştu. Kadir de hemen destek verdi: “Tam olması gereken gibi. Sıcak bir oda, sade bir niyet. İşte aradığımız yer bu.” Ayça Butiğin üst katındaki küçük odanın tavanı biraz alçaktı, duvarlarında rutubet izleri vardı. O izler, secdelerin ve duaların gölgesinde şükre dönüşecekti. Ve o günden sonra her Cuma iş çıkışı, Ayça Butik’in üst katında, içinde gürültü değil, dua olan bir masa kurulmaya başlandı. Gençler yavaş yavaş geldiler. Kimi sigarasını söndürerek, kimi şüpheyle, kimi özlemle oturdu o masaya. Ama hepsi kalkarken biraz daha umutlu, biraz daha diriydi. Çünkü Ömer ve Kadir bir karar vermişti: “Kurtuluş yalnızca kendinle değil, yanındakini de alabiliyorsan bir anlamı vardır.” Zaman değişiyordu. Değişmeyen tek şey, kalp arayışlarıydı. Küçük yer minderleri serildi. Orta yere bir örtü, üzerine eski bir Kur’an-ı Kerim ve bir çaydanlık. Sohbet başlamadan önce Ömer bir dua etti: “Ya Rabbi, bizi bu odada kendi rızanla meşgul eyle. Bizi sana anlatanlardan değil, seni yaşatanlardan eyle.” Günler ilerledikçe bu oda başka bir âleme döndü. Her gelen ayakkabısını kapıda çıkarıyor, kalbini de dışarıda bırakıp yalın duayla içeri giriyordu. Bir gün elektrikler kesildi. Karanlıkta mum ışığında okunan bir ayet, bazılarının gözünden yaş akıttı. Emin kendi başından geçen bir tövbe hikâyesini anlattı: “Bu güne kadar hiç namaz kılmamıştım ve siz Allah’ın izniyle buna vesile oldunuz. Allah sizden razı olsun,” diyordu. Kimse konuşmadı. Herkes geçmişinden bir yara hatırladı. Ramazan bir sabah Ömer’e dönüp: “Ömer, benim hayatımda yaşadığın en güzel gün bu gündü. Dedi. Artık her hafta cuma akşamları, orası on kişi ile doluyordu. Oda daraldıkça kalpler genişliyordu. Sohbet arttıkça dil susuyor, gönül konuşuyordu. Ve Ömer her sohbetin sonunda şunu tekrarlıyordu: “Arkadaşlar, bu sohbet odası değil. Burası iman için verilen mücadelenin karargâhı. İçeriye gelen kimse boş çıkmasın.” Ayça Butiğin üst katındaki o asansör dairesi artık sıradan bir yer değildi. Artık orası, yollarını kaybetmiş yüreklerin yön bulduğu küçük bir istasyondu. Fakat ne zaman iyilik büyürse birileri rahatsız olurdu... Ayça butikte zaman geçtikçe Ömer ile Kadir’in o küçük odada başlattıkları faaliyetler zamanla herkesin dikkatini çekmişti. Onların yaşantıları ve duruşları orada çalışanların kendilerine bir çeki düzen vermelerine neden olmuştu… Herkesin şaşırdığı bir gelişme ise Tahir beyin akrabası, herkese tepeden bakıp hor gören, ağzında küfür eksik olmayan Veli’nin bir gün atölyede bir köşeye karton serip namaz kılmasıydı. Veli’nin yere serdiği karton, belki de oradaki en sade seccadeydi ama herkese çok şey hatırlattı: İnsanın gönlü değişti mi, bütün mekân değişirdi. Onu görenlerin kalbinde şaşkınlıkla birlikte derin bir sükûnet oluştu. Sanki yıllardır unutulmuş bir hakikat, o küçük iş yerinin duvarlarına yeniden asılmış gibiydi. Ömer ile Kadir ne bir kürsüye çıkmışlardı ne de kimseyi yönlendirmek için çabalamışlardı. Sadece yaşadılar; doğrulukla, samimiyetle, inançla… Onların bu duruşu, sessiz bir çağrıya dönüşmüştü. Kimisi üç aylarda oruç tuttu, kimisi diline hâkim olmaya çalıştı, kimisi de gönlünde yeni bir yol aramaya koyuldu. Ve herkes şunu gördü: Değişim bazen bir sözle değil, bir bakışla; bazen bir nasihatle, bazen de sessizce yere serilen bir kartonla gerçekleşiyordu… O küçük odada filizlenen bu uyanış, çok daha büyük kapıların açılacağının habercisiydi. Asıl değişim, henüz kimsenin tahmin edemediği bir anda, daha büyük bir imtihanlarla gelecekti… Ayça Butik’in bulunduğu sokaktaki bazı esnaflar, içerideki hareketliliği merakla izliyordu. Ömer, işyerine bir şeylerle uğraşırken, Kadir’in yüzünde derin bir düşünce vardı. Bir haber gelmişti; sıradan bir haber gibi görünse de hayatlarının akışını değiştirecek kadar güçlüydü. Atölyedeki sessizlik, yerini yeni bir yol ayrımının fısıltısına bırakıyordu. İş yerinin hemen yanında bulunan bakkal Mehmet Efendi, müşterilere fısıltıyla şöyle dedi: “Bu gençler yukarıda her hafta toplanıyor. Acaba ne konuşuyorlar? Böyle sessizce toplanmak hayra alamet değil, diyordu.” İnsan bilmediğinden korkar ve onlar bilmediklerini konuşuyorlardı. Bu söylentiler önce mahalleye, sonra Ayça Butiğin sahibi Tahir Bey’e kadar ulaştı. Asıl rahatsız olan biri vardı: Halim Usta. Sohbetlerin başladığı günden beri içinde bir huzursuzluk vardı. Ömer’e dair eski ön yargıları yeniden kıpırdanıyordu. Emel’in de artık bu sohbetlere kulak kabarttığını fark edince, öfke içinde bir akşam Tahir Bey’in yanına giderek: “Tahir Bey! Bu sohbet işlerini durdurmazsanız, iş yerinin adı kötüye çıkacak. Mahallede bazı kişiler bile tepki göstermeye başlamış. Her kafadan bir ses çıkıyor. Bu işin ucu size dokunur.” Tahir Bey sessiz kaldı. Kalbi Kadir’den yanaydı… Bir akşam, sohbetten sonra merdivenlerden inerken Ramazan tedirgin bir sesle fısıldadı: “Ömer, mahallede yaptıklarımız çok konuşuluyor. Halim Usta bugün Tahir Bey’e gitmiş. Hakkımızda kötü konuşuyorlar. Bir iftira ortamı oluşuyor.” Ömer durdu, başını eğdi. Sonra Kadir’le göz göze geldi: “Dava dedik. Zorluk olacak demedik mi?” Kadir gülümsedi: “Bu yolda diken varsa, biz mest olur yürürüz Ömer.” O gece Ömer, dua ederken ellerini kaldırdığında şunu söyledi: “Ya Rabbi. Bu cemaatte niyet edenleri utandırma. Bizi söyleyen değil, yaşayan kullarından eyle.” Kış kapıdaydı. Ayça Butiğin üzerinde gri bulutlar dolaşıyor, rüzgâr pencereleri tırmalıyordu. Asıl fırtına içerideydi. Sözlerde, bakışlarda ve kalplerde... Halim Usta, o gün atölyeye sert bir yüzle girdi. Normalde çayı yudumlar, bir iki emir verir, sonra köşesine çekilirdi… Yüzünde bir kararlılık, içinde kabaran bir öfke vardı. Emel, makine başında bir şeyler ile uğraşıyordu. Birden sesi duyuldu: “Emel! Gel buraya!” Emel birden irkildi, herkes susmuştu. Halim Usta atölyenin köşesindeki küçük odaya girdi. Emel arkasından. Kapıyı kapatırken sesi duyuldu: “Emel, Kulağıma neler geliyor biliyor musun? O Ömer senin kafanı bulandırmasın. Sakın! Bir daha onunla konuşmayacaksın! Sana kalacak tek şey kırık bir kalp olur.” Emel ağlıyordu ama sesi çıkmıyordu. Kızgınlığın değil, kırılmış lığın gözyaşlarıydı bu. Halim Usta’nın son cümlesi bir taş gibi düştü içine. Kapı açıldığında Emel başı eğik bir şekilde çıktı içeriden. İçinde bir fırtına kabarıyordu. Sustu. O gece Emel, yırtık bir defterin yaprağını kopardı. Kelime kelime içini döktü: “Sana bakmak yasak mı bilmiyorum Ömer. Sen susarken ben seni duydum. Kalbimin bir köşesinde sen duruyorsun. Ve ben o köşeye ne zaman baksam, kendimden utanıyorum.” Notu katladı. Ertesi sabah Ömer’in kitaplarının arasına gizlice bıraktı. Ömer notu alırken gözleri Emel’i yakaladı. Hiç bir şey demedi. Sadece gözlerini kaçırdı. İlk kez bu kadar uzun ve bu kadar acı dolu bir bakış geçti aralarında… Aynı gün paydosa doğru, Tahir Bey, Kadir’i odasına çağırdı. Ceketini çıkarmamış, yüzü düşünceliydi: “Kadir, oğlum seni severim, bilirsin. Ortalıkta laf çok. Atölyede çalışanlar, mahalleli. Yukarıda örgüt mü kuruyorlar diyenler bile oldu.” Kadir’in kaşları çatıldı. İçinde bir öfke kabardı ama sözlerine dikkat etti: “Tahir Bey. Biz sadece dua ediyoruz, kitap okuyoruz. Sadece kendimizi düzeltmeye çalışıyoruz. Ne kimseye kötülük yaptık ne kimseyi çağırdık zorla. Örgüt falan da kurmuyoruz; sadece namaz kılıp dini sohbetlerde bulunuyoruz.” Tahir Bey iç geçirdi: “Biliyorum, bazen haklı olmak yetmez Kadir, haklı görünmek de gerekir. Bir şey rica edeceğim: Bu sohbetleri bir süre durdurun. Toz duman dininceye kadar.” Kadir sessiz kaldı. İçinde bir savaş başladı. Sustu. Susmak da kolay değildi. Ömer olsaydı ne derdi? diye düşünerek Derin düşüncelerle odadan çıktı. İş yeri paydos etmişti. Kadir dışarı çıktığında Ömer’in onu parkın girişinde beklediğini gördü. Kadir uzun adımlarla yürüyordu. Kalbindeki sıkıntı, sırtında bir kambur gibiydi. Ömer onu görünce şaşırmadı, gülümsedi: “Gel kardeşim. Yüzünde dert yazıyor yine.” Kadir’in koluna girerek birlikte yürümeye başladılar. Sokaklar tenha, akşamın serinliği üzerlerine ince bir örtü gibi serilmişti. Ay ışığı, kaldırım taşlarını solgun bir gümüşle boyuyordu. Bir süre sessizlik vardı aralarında. Sanki kelimeler, kalplerinin içinde tartılıp ondan sonra dudaklara uğrayacaktı. Parkın kenarındaki boş banka oturdular. Kadir başını eğdi, avuçlarını birbirine kenetledi. Uzun bir iç çekişten sonra, sanki göğsündeki düğümü bırakır gibi konuştu: “Sohbetler yayılıyor, iyi diyorduk. Şimdi mahallede dedikodu, iftira başlamış. Tahir Bey, Sohbeti durdurun diyor.” Ömer, başını hafifçe yana eğip bir süre Kadir’in yüzüne baktı. Sonra derin ve sakin bir sesle konuştu: “Biliyor musun Kadir, hak olan bir işin önüne taş konur. Hele ki kalplere dokunan, insanı değiştiren bir şeyse, buna şeytan da boş durmaz. İftira atarlar, dedikodu yayarlar. Bunlar bizi korkutmamalı.” Kadir’in gözlerinde hem öfke hem kırgınlık vardı: “Ama Ömer, biz ne yaparsak yapalım, konuşuyorlar. Bunlar kendi başına iş çeviriyor diyorlar. İyi niyetimizi gören yok. Sanki ortalığı karıştıran bizmişiz gibi.” Ömer: “Kardeşim, doğru yolda gidenin yoluna taş atılır. Sen, niyetini Allah için temiz tut. Biz insanların gönlünde aklanmak için değil, Allah’ın huzurunda aklanmak için yola çıktık. Dedikodular su gibi; akar gider. Ama sohbetten doğan bir iman tohumu, kalpte kök salınca kolay kolay ölmez.” Kadir sessizleşti, başını önüne eğdi. Ömer ise omzuna dokunarak ekledi: “Biz bu yola başlarken alkış için çıkmadık. Kınayanın kınamasına aldırmayacaksak, işte o zaman doğru yoldayız demektir. Sen korkma, devam edeceğiz. Ama fitneye sebep olmadan, akıllıca.” “Haklısın Ömer. Biz rıza için buradayız. Devam edelim…” O gece, parkta rüzgâr yaprakları sürüklerken, ikisi de biliyordu: bu sohbetler kolay kazanılmamıştı ve kolay kolay da bitmeyecekti. Ömer Kadir’e: “Kadir geçen gün Emel kitabımın arasına bir not bıraktı. Biri bunu görüp Halim ustaya söylemiş olmalı ki, Halim Usta da Emel’i sıkıştırıp azarlamış. Ben şimdi ne yapacağım ne diyeceğim bilmiyorum.” Kadir derin bir nefes aldı. Sonra yavaşça konuştu: “Ömer, dava adamı olmak kolay değil. Sen kalbini Allah’a vermiş birisin. Allah’a yürürken sırtına diken batar. Bunu bilmiyor muyuz?” Ömer’in gözleri dolmuştu. Kadir devam etti: “Emel’in durumu kolay değil. Senin kalbin davaya düşerse, sevda ancak dua olur. Aksi takdirde her sevda seni kendi içine çeker.” Bir süre ikisi de sustu. Sonra Ömer kısık bir sesle: “Bazen onun bakışlarında Arzu’yu görüyorum. Geçmişimi, unuttum sandıklarımı görüyorum.” “Geçmişi unutamazsın kardeşim. Geçmişin seni yutmasına izin veremezsin. Sen bize, bu gençlere örnek oldun. Şimdi bir kâğıt parçası yüzünden yolunu bırakırsan, davanı da bizi de yarı yolda bırakırsın.” Ömer başını Kadir’in omzuna yasladı. İlk defa sustu... Sessizce ağladı… Dostun omzuna bırakacak kadar içten… Kadir başını onun başına yasladı: “Ağla Ömer. Bir dava adamı, sadece Allah tan utanarak ağlar. Bu gözyaşı seni temizler.” O gece uzun sürdü... Zaman bir ağırlık gibi çökmüştü üstlerine. Ayça Butik ‘in üst katındaki sohbetler artık yapılmıyordu. Tahir Bey, Kadir’i savunsa da çevresel baskıya boyun eğmişti. Kadir susmuştu. Emin içine kapanmış, Ömer ise bir köşeye çekilip dua ediyordu. Bu suskunluk, bir tükenmişlik değil, toparlanmaydı...
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.