AŞK ATEŞİYLE YANMAYAN KALPLER HAKİKATİ SADECE UZAKTAN İZLER...
Hayat hiçbir zaman tam anlamıyla bizim çizdiğimiz planlara uymadı. Umutla atılan adımlar çoğu zaman bilinmezl...
İstanbul yine sessizliğe bürünmüştü. Akşam, Şirinevler’in ara sokaklarını sessizce kaplamıştı. Kadir ve Ömer, kuaförde tıraş oluyorlardı. Berberin radyosundan eski bir Türk sanat müziği hafifçe çalıyor, melodiler sokak taşlarına dolup kayboluyordu. Sokak lambaları, soluk ışıklarıyla çevreyi titrek bir huzurla aydınlatıyordu. Kadir tıraş olurken Ömer onu bekliyordu. Bir ara Ömer başını kaldırıp karşısındaki aynaya baktığında, aynada adeta bir film sahnesi gibi bir görüntü belirdi: Başı sarıklı, yüzü nurla aydınlanmış, elinde bir kılıç tutan bir adam, sanki kalabalığın ortasında bir savaş alanındaymış gibi, önüne çıkanları kılıç darbeleriyle yere seriyordu. Ömer, korku içinde kadiri tıraş eden berbere seslendi: “Çabuk ol kardeş, toparla, acil çıkmamız lazım!” Kadir şaşırmıştı. Kısa bir süre sonra işi bitince, ikisi aynaya son kez bakıp dışarı çıktılar. Kelimeler konuşmuyordu; adımlar, bakışlar, sessizlikleri her şeyi söylüyordu. Gece o kadar sakindi ki, saat sanki durmuştu. Ara sokaklar, hafif rüzgârın uğultusuyla bir film karesi gibi donuk ve tedirgin bir şekilde uzanıyordu. Uzaklardan geçen bir araba sesi, boşluğun içinde yankılanıyordu. Bir anda karanlık, neredeyse soluk ışıkların sonuna kadar uzanan ıssız bir sokağa çıkmalarına neden oldu. Sokağın dar geçidi sağa kıvrılıyor, ileride bilinmez bir boşluğa açılıyordu. Ömer bir adım attı, durdu; kalbi hızla çarpıyordu. Tedirginliği yüzüne yansımıştı. “Buradan geçmeyelim,” dedi, sesi titrek, neredeyse bir fısıltı gibi. Kadir: “ Ne oluyor Ömer nedir bu telaşın.” Diye sordu. Cevap gelmedi…Sözlerini tamamlamadan, hızlı adımlarla yön değiştirdi; başka bir sokağa saptı. Kadir arkasından baka-kaldı… Ömer’in ani ürkekliğini anlamlandıramadı, üzerine gitmedi. Sokak lambaları titrek ışıklarını sokağın taşlarına dökerken, gölgeler ikiliyi sessizce takip ediyordu. Bir süre sonra kısa birkaç kelimeden sonra ayrıldılar. Ömer arabasına bindi, anahtarı kontağa takıp marşa uzandığında içini garip bir his kapladı. Arabanın içi, sanki yabancılaşmıştı. Dikiz aynasına baktığında yüreği yerinden fırlayacak gibi oldu. Arka koltukta bir gölge belirdi. Başında beyaz bir sarık vardı; yüzü insan yüzü değildi, parlak bir ışıkla parlıyordu. Yüzündeki parıltı ne güneşe ne aya benziyordu; sanki yıldızların ölü ışığı, ilahi bir nurla bedenine hapsedilmişti. Bu kuaförde, aynada gördüğü kişiydi. Simasına baktıkça, Ömer’in içinden ölüm kokusu yükseliyordu. Kalbine buz gibi bir hançer saplanmış gibi nefesi kesildi. Gözlerini kırpmaya bile cesaret edemedi. Ve adam, sessizliğini delen bir bakışla ona dikildi. O an arabada motorun uğultusu değil, kendi kanının kulaklarındaki uğultusu duyuluyordu. Ömer boğuluyordu. Çaresiz bir iniltiyle fısıldadı: “Dur… ne olur… yapma!” Adamın sesi, derin bir kuyudan yankılanır gibi ağır ve keskin geldi: “Yaaa, yaparken niye düşünmedin?” Diyerek, ellerini kaldırdı. O an, elinin gölgesi bile Ömer’in yüzüne kara bir perde gibi düştü. Yüzüne dokunduğunda, soğukluk kemiklerine işledi. Sanki yüzünden bir maskeyi çıkarır gibi, iki eliyle Ömer’in dudaklarından tutup, sanki bir maskeyi kafasından söker gibi kafa derisini çıkarttı. Dudakları açıldıkça Ömer’in içinden boğuk feryatlar sızdı. Maskeyle birlikte ciğerlerinden nefes, damarlarından kan çekiliyormuş gibi hissetti. Kalbi göğsünde zincirle kırbaçlanıyordu... Ter, buz gibi damlalar hâlinde alnından süzüldü; ayaklarının altı boşluğa düşüyormuş gibi titredi. Gözleri kararırken, boğazından kendi isteği dışında bir çığlık patladı. Öyle keskin bir çığlık ki, sanki odanın karanlığını bile yarıp geçecek gibiydi. Ve o anda uyandı… Uyanmak bir kurtuluş değildi. Karanlık, odasının üzerine kalın bir gölge gibi örtülmüştü. Yatağında dimdik oturuyordu; ciğeri hâlâ parçalanmış gibiydi. Ellerini yüzüne götürdü; dudaklarında hâlâ o dokunuşun soğuk izi, rüyadan taşmış gibi canlıydı. “Bu neydi böyle Allah’ım?” diye fısıldadı, sesi titrek. Tek bir cümle yankılandı içinden: “Yaparken niye düşünmedin?” Güneş doğmamış gibiydi. Ömer, uykusuz ve yorgun ama bir yandan da ürkek bir halde yatağında doğruldu. Ruhunda ağır bir yük vardı. Bu sadece bir rüya değildi içten gelen bir uyarıydı. Saatlerce bu şekilde yatağında oturarak bekledi. Sabah olduğunda, titreyen parmaklarla telefonunu aldı ve Kadir’i aradı: “Müsaitsen biraz görüşelim mi, Kadir?” Kadir, Ömer’in sesindeki ağırlığı hemen fark etti: “Olur kardeşim. Yarım saat sonra Şirinevler’de buluşalım.” Şirinevler’de parkta buluştular. Sabahın ilk sessizliği sokaklara hâkimdi; kalabalık henüz uyanmamıştı. Kuş cıvıltıları ve rüzgârın ince uğultusu yürüyüşlerine eşlik ediyordu. Bir süre sessizlik sürdü; sonra Ömer sordu: “Hiç yüzünde maske varmış gibi hissettin mi kendini?” Kadir şaşkınlıkla baktı: “Ne gibi?” “İnsanların seni sandığı kişiyle, içindeki kişi arasında bir uçurum varmış gibi. Dışarıdan iyi biri sanıyorlar ama içinin öyle değil.” Kadir yavaşladı, bir an düşündü: “Bu, herkesin yaşadığı bir çelişki. Bazısı fark etmez.” Ömer gözlerini yere dikti: “Gece bir rüya gördüm. Arabanın içinde beyaz sarıklı bir adam oturuyordu, yüzü ışık gibiydi. Sadece izledi. Sonra dudaklarımdan tuttu, sanki yüzümü kafamdan çıkardı, bir maskeyi söker gibi…” Kadir gözlerini kaçırmadan dinliyordu. İçinden. “Ona bir kapı açılmış” diye düşündü; bir dostun yavaşça açılan iç kapısını hissedebiliyordu. Ömer devam etti: “Düşünüyorum, Kadir. Ne yapıyorum? Nereye gidiyorum?” Kadir parkın kenarındaki bankta oturdu, sessizce: “Seninle ilk tanıştığımızda içinde bir fırtına olduğunu anlamıştım. Şimdi o fırtına, yağmura dönüyor. Belki de bu, temizlenme vakti, Ömer.” “Nasıl?” Kadir gülümsedi: “Önce kabul ederek. Sonra pişmanlıkla, dua ile. Ve en önemlisi; nefsine savaş açarak…” Ömer, Kadir’in sözlerini dinlerken içindeki fırtınanın sessizleşmeye başladığını hissetti. Bu sessizlik, bir rahatlama değil; dikkatle dinlenen bir gölge gibi ürkütücüydü. Gözlerini gökyüzüne çevirdi; sabahın soluk ışıkları, rüyanın karanlık izlerini silmeye yetmiyordu... Her nefes alışında, sarıklı adamın bakışını, dudaklarından tuttuğu soğukluğu yeniden hissediyordu. “Belki de gerçekten ne yapmam gerektiğini fark etmem gerekiyor,” dedi Ömer, sesi hâlâ titrek. Kadir sessizdi, gözlerindeki anlayış ve sabır Ömer’in ruhuna bir kapı gibi dokundu. Ömer fark etti ki, rüya sadece korkutmak için değil, onu bir yere çağırıyordu. Bu çağrı, içindeki çelişkiyi ve maskeleri parçalamak için bir fırsattı. “Her fırtına sonunda yağmura dönüşür,” dedi Kadir. “Yağmurun içindeki su, kirli ve bulanık olabilir. Temizlenmek, acı ve sabır ister. Korktuğun anlar, aslında bir yolun başlangıcıdır.” Ömer derin bir nefes aldı. Kalbi hâlâ hızlı atıyordu, artık sadece korkudan değil, yaşadığı sırlı olaylardan ötürü atıyordu... Dudaklarından hafifçe bir gülümseme geçti; küçük, güçlü bir işaretti bu. İçinde bir ışık yanmaya başlamıştı; rüyanın gölgesi hâlâ peşindeydi ama şimdi onu tamamen esir edemiyordu. “Bunu kabul etmem mi gerekiyor?” “Evet,” dedi Kadir. “Kabul etmek, ilk adımdır. Sonra nefsinle, geçmişinle yüzleşeceksin. Korkularınla, hatalarınla yüzleşeceksin. Ve en sonunda, kendinle barışacaksın…” Ömer’in içinde karmaşık bir huzur vardı; korku hâlâ vardı, öfke ve çaresizlik yerini bir merak ve kararlılığa bırakıyordu. Rüyanın soğuk gölgesi, artık bir uyarı değil, bir yol gösterici olmuştu. Parkın kenarındaki bankta sessizce otururken, hayatındaki yarım kalan arzular, eksik adımlar ve maskeler. Yalnızca kendi elinde çözülmeyi bekliyordu. Ve ilk kez, kendini bir yolun başlangıcında, karanlığın hemen ardından doğacak ışığı beklerken bulmuştu… Ertesi sabah, Ömer hâlâ uykusuzdu. İçinde hafif bir kararlılık vardı. Kahvesini alıp pencerenin önüne geçti, şehrin sessiz sokaklarını izledi. Güneş yavaşça yükseliyor, sabah ışıkları taşların arasına sızıyordu. İlk adımı küçük ama anlamlıydı. Çantasını aldı ve evden çıkarken, apartmanın kapısının önünde gördüğü yaşlı komşusuna hafifçe gülümsedi: “Günaydın, nasılsınız?” Yaşlı kadın gözlerini Ömer’in yüzüne dikti, bir an duraksadı, sonra da gülümsedi: “İyiyim evladım, teşekkür ederim. Sen nasılsın?” Ömer: “İyiyim, teşekkür ederim.” Diyerek dışarı çıktı. İçinde tuhaf bir hafiflik vardı; basit bir selamlaşma, rüyasının derinliğinde kazdığı korku ve karanlığı biraz olsun törpülemişti. Sokakta yürürken, geçmişte kaçındığı bir yoldan yürümeye karar verdi. Dar ve sakin bir ara sokaktı; yıllardır görmezden geldiği köşe bakkalının önünden geçiyordu. İçeri girdi, sahici bir selamla: “Selamünaleyküm Halil amca, nasılsın?” Bakkal Ömer’e baktı; yüzünde hafif bir şaşkınlık, sonra da bir tebessüm belirdi: “Aleykümselam evlat, iyiyim. Sen nasılsın?” “Şükür Halil amca ben de iyiyim, teşekkür ederim...” Bakkaldan çıkarken içindeki hafiflik büyüyordu. Rüyanın yarattığı korku, artık onu parçalayan bir gölge değil; dikkatle yaklaşması gereken bir uyarıydı. Küçük eylemler, basit selamlaşmalar, iç huzurunu yeniden inşa ediyordu… Yürüyüşüne devam ederken yarım kalan arzuları ve eksik adımları, yalnızca kendi elleriyle tamamlaya bilir ve bu, karanlıkla yüzleşmesi gerektiriyordu. Şimdi, korkuya değil, kararlılığa yaslanan bir adım atıyordu... Ömer, günün ilerleyen saatlerinde Şirinevler sokaklarında yürürken, Kadir’i parkın tenha köşesinde bankta otururken gördü. Kadir’in yüzünde sakin bir ifade vardı; Ömer’in ruh halini hemen sezmiş gibiydi. “Gördüm seni,” dedi Kadir, hafifçe gülümseyerek. “Biraz değişik görünüyordun.” Ömer oturdu, derin bir nefes aldı: “Rüya… dün gece gördüğüm rüya hâlâ peşimde. Ama bugün, fark ettim ki korku yalnızca bir işaretmiş. İçimde neyi değiştirmem gerektiğini gösteren bir uyarı.” Kadir: “Bazen en derin rüyalar, en gerçek rehberlerdir. İnsan kendini en karanlık anlarda görür, ışığı da yine o karanlıkta keşfeder.” Ömer bakışlarını yere indirdi: “Bugün fark ettim ki, her şey, küçük adımlarla başlıyor. Bir selam, bir teşekkür… Önemsiz gibi görünse de aslında bir başlangıç.” “Doğru. Önemli olan, adımların farkında olmak ve onları atmaya cesaret etmektir. Korku, seni durdurmamalı; rehber olmalı.” Ömer gözlerini Kadire dikti, kararlılık ile hafif bir huzur arasında gidip gelen bir ifade vardı yüzünde: “Yavaş yavaş, kendi karanlığımı tanıyacağım ve yüzleşeceğim.” Kadir hafifçe gülümsedi: “İşte bu, gerçek değişimin başlangıcı. Ve unutma, yalnız değilsin. Bu yolculukta birlikteyiz…”
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.