İnsanın çocuğu ile övünmesi kendisiyle övünmesi demektir. somerset maugham
YARIM KALAN ARZULAR
AŞK ATEŞİYLE YANMAYAN KALPLER HAKİKATİ SADECE UZAKTAN İZLER... Hayat hiçbir zaman tam anlamıyla bizim çizdiğimiz planlara uymadı. Umutla atılan adımlar çoğu zaman bilinmezl...
15. Bölüm

15. ÖRTÜ BEDENDEN ÇOK RUHU SAKLAR.

17 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir sabah iş yerine giren Emel, herkesin dikkatini çekti. En çok da Ömer’in. Çünkü o gün Emel başını örtmüştü. Sade, gösterişsiz, vakarlı. Ömer’in kalbi sarsıldı; sanki aylarca rüzgâr almayan bir pencere aniden açılmış, içeri dolan ışık ve sessizlikle birlikte içini ürpertmişti. Göz göze geldiklerinde Emel utandı, Ömer başını eğdi. Hiçbir söz söylenmedi. O sessizlik, tüm kelimelerden derindi; kelimelerin yetersiz kaldığı bir boşluğu dolduruyordu. Ömer gün boyunca kendini toparlayamadı; ders okurken zihni dağınık, namazda gözleri dolu… Bir ara Kadir yanına yaklaştı:
“Ne oldu yine?”
“Bir şey olmadı. Ama bir şey çok derinden değişti, Kadir.” “Emel mi?”
“Evet… kapanmış. Sadece kapanması değil. Gözleri de eskisi gibi bakmıyor artık. Sanki bir şeyin farkına varmış gibi.” Kadir derin bir iç çekti:
“Senin en büyük sınavın Emel olacak, unutma. Kalbiyle değişen insan, yeniden doğar. Sen de yeniden düşmemek için dikkatli olmalısın.” Ömer artık daha da karışıktı; Kadir’in sözleri tek başına yetmiyordu. Ailesi zaten onun bu tür duygularına karşıydı.
Babası olaylardan habersizdi ama abisi Selim net uyarılarda bulunmuştu. O gece Ömer içten bir dua etti:
“Allah’ım, beni bu sevgiden arındır. Bu sevgiyi sana yaklaşmak için bir vesile eyle.” Ve Ömer, daha fazla karşı koyamadı. Karanlıkta yanan bir kandil gibi yürüdü Emel’e doğru… İstanbul’un hafif sisli akşamında, iş çıkışı buluştular. Emel başörtüsünü hâlâ özenle takmış, sessiz ve sakin adımlarla Ömer’in yanına geldi. Ömer, onu görünce bir an duraksadı; kalbi uzun zamandır beklediği duygularla çarpıyordu. Ömer’in sesi, içinde sakladığı bütün yükleri aşarak yankılandı:
“Emel, geçmişte çok kırıldık. Suskunluklarımız, yanlışlarımız aramıza duvar ördü. Ben o duvarı yıkmak istiyorum. Geçmişin gölgesinde değil, geleceğin ışığında yürümek istiyorum seninle.” Bir an sessizlik oldu. Emel gözlerini yere indirdi, parmaklarını birbirine kenetledi. Dudakları titreyerek fısıldadı:
“Ömer, sen hâlâ böyle mi düşünüyorsun?” Ömer’in sesinde hem kararlılık hem de incelik vardı:
“Evet her şeyi geride bırakıp yeniden başlamak istiyorum.”
Emel’in gözleri doldu; şaşkınlık ve umut arasında gidip gelen bir ifade vardı yüzünde. Ömer ellerini ona uzattı, gözlerinden samimiyet ve kararlılık akıyordu.
“Ne dersin?” diye sordu.
Emel, derin bir nefes aldı, hafifçe gülümsedi ve ellerini Ömer’in ellerine koydu. İstanbul’un gürültüsü arasında, o an dünya sanki sadece onlar için durmuş gibiydi. Geçmişin yükü artık bir gölge olarak arkada kalmış, önlerinde temiz ve umut dolu bir yol açılmıştı. İstanbul’un gürültüsü, sisin örtüsü arasında, o an dünya sanki sadece onlar için durmuş gibiydi. Geçmişin yükü artık bir gölge olarak arkada kalmış, önlerinde temiz ve umut dolu bir yol açılmıştı…
Ertesi günün akşamında Şirinevler’e doğru yürürlerken hava serindi. Kaldırım taşları nemliydi, sokak lambalarının sarı ışığı yollara ince bir pus serpmişti. Kadir, Ömer’in yüzüne baktı; bu kez sormadı. Ömer durdu, kaldırımın kenarında usulca konuştu:
“Ben ona geri döndüm, Kadir.”
Kadir şaşırmadı; sadece sustu. Bu kez konuşmayı Ömer’e bıraktı. “Bu sefer farklı. Ne nefis var ne de arzu; sadece teslimiyet.” Kadir: “Peki senin gözlerinde ne var, Ömer? Sevgi mi, yoksa dava adına umut mu?” Ömer duraksadı.
“Her ikisi de. İkisini birden taşıyabilir miyim bilmiyorum.”
Kadir ses tonunu yükselterek:
“Sen değil miydin bir kalpte iki sevgi olmaz diyen? Ne değişti de böyle bir karar alıp geri döndün?” Ömer başını eğdi, biraz düşündü: “Belki de iki sevgi değil bu. Aynı kaynaktan akan iki ırmak gibi. Eğer Allah’ın rızasıyla birleşirse, ikisi de aynı denize varır.” Kadir, içten bir tebessümle konuşmasına devam etti:
“Ömer, kalbin ince bir ip gibi; üzerine hem sevdayı hem davayı yükleyeceksen, her adımın dikkatli olmalı. Unutma, aşk Allah’a götürüyorsa rahmettir; başka yöne çekiyorsa, ne kadar masum olsa da azaptır.”
“Biliyorum kardeşim.
Bu sefer yanlış adım atmamaya kararlıyım…”
O gece Emel eve erken gitmişti. Annesi onu karşısına alıp uzun uzun konuştu:
“Kızım, ne bu halin? Sen örtündün, bambaşka biri oldun. Bir şey mi oldu sana? O çocukla mı ilgisi var?” Emel bakışlarını yere çevirdi: “Hayır, onun sayesinde oldu, onun için olmadı.” Annesi sustu. İlk kez kızının içinde böyle büyük bir huzur gördü. Kızının kendi dünyasına ait bir alanı olduğunu fark etti ve sessizce kabullendi. Yalnız, gözlerindeki ışıltı ona eski günlerden çok farklı bir güven veriyordu… İşyerinde Ömer ile Emel kısa bir bakışla selamlaştılar. Ne gülümsediler ne konuştular; gözlerinde bir söz vardı, sessiz ama derin... Bahçelievler akşamları serin olurdu. Sokak lambalarının solgun ışığında, iki gölge ağır ağır yürüyordu. Ömer ve Kadir bazen saatlerce konuşmazlardı; omuz omuza, adım adım. Sanki konuşsalar bozulacak bir denge vardı aralarında. O gece de öyleydi; ikisi de susuyordu. Zihninde aynı sorular, aynı hesaplaşmalar dönüyordu:
“Acaba Ömer bu sefer kendini daha çok veriyor mu, yoksa yeniden yutulur mu sevgisinin derinliğine?” diye düşündü Kadir. “Acaba Kadir benden bir şey saklıyor mu, yoksa sadece bana anlayışla yaklaşıp eşlik mi ediyor?” diye düşündü Ömer. İkisi de konuşmadı. Göz göze gelmeden, yalnızca yürüdüler. Bazen yolun kenarındaki bir taş dikkatlerini çekerdi. Bazen bir kedinin çöp karıştırışı. Adımlar hiç şaşmazdı. Sanki iki ayrı beden, tek bir kalbin ritmiyle yürüyordu.
Yolda bir çay ocağının önünden geçerken durdular. Kadir eliyle işaret etti:
“Oturalım mı?” Ömer, “olur” der gibi başını salladı. İki çay geldi. Yine konuşmadılar; suskunlukları, içlerinde biriken tüm kelimelerden daha ağırdı. Bir ara Kadir, gözlerini yola dikip sadece şunu dedi: “Bazen en doğru söz, söylenmeyendir.” Ömer:
“Ve bazen en sağlam dostluk, hiç sorgulanmayandır…” Birbirlerine bakıp tebessüm ettiler. Sonra tekrar yürümeye başladılar; adımlar sokaklara değil, içlerine doğru atılıyordu. İkisi birlikte yürürken, geceye yayılan dostluk ve sevgi, soğuk sokakları ısıtıyordu… O gece Emel yatağına uzandığında gözlerini kapatamadı. Başını örteli yalnızca birkaç gün olmuştu ama hayatında yıllar geçmiş gibiydi. Aynaya her baktığında eskisinden başka bir yüz görüyordu. Sanki kirli bir cam silinmiş, ardında saklanan hakiki yüz ortaya çıkmıştı. İçinden fısıldadı:
“Allah’ım, ben bu örtüyü Ömer için takmadım. Eğer onun sevgisi beni sana yaklaştırıyorsa kalbime sabır ver. Eğer uzaklaştıracaksa, aramıza engel koy.” Bir ara masasının çekmecesinden küçük defterini çıkardı. O deftere hiç kimse bakmamıştı; çocukluğundan beri sakladığı sır kutusuydu. Kalemi eline alıp yazdı:
“Bugün göz göze geldik. O sustu, ben sustum. Ama kalbim bağırıyordu. O bakışlarda dünyevi bir arzu yoktu. Belki de ilk defa, bir erkek bana Allah’ı hatırlattı. Bu duygu beni korkutuyor. Hem sevinç hem ürperti. Annem farkında bana sorular soruyor. Ben cevap veremiyorum. Acaba bu yol beni nereye götürecek? Diyerek defteri kapattı…
Ertesi gün iş yerine girdiğinde Ömer onu yine dikkatle izliyordu. Ama bu defa Emel’in yüzünde daha derin, daha sakin bir ifade vardı. Sanki önceki gece verdiği karar gözlerinde parlıyordu. Kendi kendine düşündü:
“Onunla konuşsam mı? Yoksa sessizlik en güvenli yol mu?” Ömer de aynı düşünceyle çırpınıyordu. Kalplerinin ikisi de atıyordu, ama dudakları kilitliydi. Bu kilidi açacak olan belki kelimeler değil, zamanın kendisiydi... Öğle vakti, işyerinde kısa bir mola sırasında Kadir, Ömer’in yanına geldiğinde Emel de aynı masanın öteki ucundaydı. Kadir, Emel’in örtüsüne dikkatle baktı, gözlerinde hiçbir yargı yoktu. Sadece samimi bir tebessüm bıraktı.
“Hayırdır Emel, yeni bir yolculuğa mı çıktın?” diye sordu, yumuşak bir sesle. Emel biraz utandı ama saklamadı:
“Evet. İçimde uzun zamandır bekleyen bir çağrı vardı. Artık erteleyemedim.”
“Allah yolunu açık etsin. Zor olur, ama huzuru boldur.”
Ömer bu konuşmayı duyarken kalbi hem sevinçle hem de kıskançlıkla sıkıştı. Kendi kendine:
“ Keşke bu sözü ben söyleyebilseydim…” diye düşündü. Akşam iş çıkışı Ömer ile Emel yine yan yana yürüdüler. Hava ayazdı, sokak lambalarının titrek ışığında iki gölge birbirine yakın, fakat temkinli ilerliyorlardı. En büyük yakınlık, dokunmadan da hissedilendir.” Emel de kendi kendine:
“Onunla yürümek bile bana güven veriyor. Ama bu yol nereye çıkar, bilmiyorum.” Bir ara Ömer yavaşladı, Emel’e baktı:
“Emel, korkuyor musun?” Emel gülümsedi:
“Korkuyorum, evet. Ama bazen korku insanın en doğru yere tutunmasını sağlar.” Ömer bu sözle sustu:
“Bu kız benden daha derin düşünüyor.” diye geçirdi içinden… Örtünmesinin üzerinden birkaç gün geçmişti. Emel, kendini daha huzurlu hissediyordu ama çevresi aynı huzuru paylaşmıyordu. Öğle molasında kadınlar çay içip sohbet ederken konu Emel’e geldi. “Kız, sana ne oldu böyle? Daha geçen hafta saçlarınla övünüyordun, şimdi örtüyle kapattın.” dedi biri alaycı bir tebessümle. Diğer bir kadın daha açıktan sordu: “Bak, sen gençsin, güzelsin. Niye kendini saklıyorsun? Zaten bu devirde kimse böyle şeylere bakmıyor. Gençliğini heba etme. Bak etrafına, herkes daha modern, daha rahat.” Emel başını öne eğdi, sakin ama kararlı bir sesle:
“Ben öyle bakmıyorum.” dedi.
Ortam bir an sessizleşti. Alaycı bakışlar masanın üzerinde kaldı, Emel susmayı tercih etti. İçinde fırtınalar kopuyordu ama dışarıya tek bir kelime dökmedi. Akşam evde annesi yanına oturdu.
“Kızım, sana baskı yapmalarına üzülüyorum. Ama sen de emin misin bu yolda?” Emel gözlerinden yaş süzülürken:
“Anne, ben hayatımda ilk defa kendime ait bir adım attım. Belki zor olacak ama doğru bildiğim yoldan geri dönemem.” Annesi kızının gözlerindeki kararlılığı görünce sustu. Sadece onun saçlarını okşadı…
Emel, Kadir ile Ömer’i akşam yemeğine, eve davet etmişti. Sofra hazırlanmış, odanın içine yemek kokuları yayılmıştı. Annesi çorbaları mutfakta doldurup getirdiğinde Emel bir tası eline alıp Kadir’e uzattı. Fakat annesi hemen söze girdi:
“O çorba Ömer’in, kızım.”
Emel çorba tasını alıp Ömer’in önüne koydu. Masada ince bir sessizlik oldu. Ömer, hafifçe tebessüm ederek:
“Teşekkür ederim, zahmet etmişsiniz…”
“Olur mu öyle oğlum siz misafirsiniz. Dedi. Emel başını önüne eğmişti ama yanaklarına düşen kızıllık saklanacak gibi değildi. Kadir, ortamı yumuşatmak için söze girdi:
“Ne güzel yemekler yapmışsınız, ellerinize sağlık. Ömer, senin en sevdiğin yemeklerden var burada, fark ettin mi?” Ömer, göz ucuyla Emel’e bakarak, hafif bir sesle:
“Fark etmemek mümkün değil…” dedi.
Yemek boyunca arada ufak tefek sohbetler edildi. Kadir eski hatıralardan bahsetti. Emel ve Annesi misafirperverliğini gösterdi. Çaylar geldi, tatlılar ikram edildi. Gecenin ilerleyen saatlerinde Ömer ile Kadir, teşekkür ederek ayrıldılar… Sokağa çıktıklarında serin bir gece rüzgârı yüzlerine vurdu. Ömer suskun yürüyordu. Kadir, arkadaşının hâlini fark edip gülümsedi:
“ Güzel bir geceydi.”
“Evet bence de güzeldi iyi oldu.”
“Ömer merak ettim senin çorban farklı mıydı?”
“Tadı biraz tuhaftı ayıp olmasın diye içtim. Neden bana özel anlamadım,” dedi.
Sokağın sessizliğinde ağır adımlarla yürürken Ömer in kalbinde yeni bir kapı çoktan açılmıştı….
Bir akşamüstü, ikisi yine Şirinevler’in ara sokaklarından birindeki küçük çay ocağına uğradılar. Masaya oturduklarında çaycı iki çay bardağını şıngırdatarak masaya bıraktı. Çayların dumanı yükselirken Kadir, Ömer’in yüzüne dikkatlice baktı:
“Ömer, farkında mısın? Bir haftadır neredeyse her sözün Emel’den açılıyor. Gözlerin başka yere bakmaz oldu. Ne oldu sana?”
Ömer durdu, gözleri uzaklara daldı.
“Kadir, o evde başka bir âleme düştüm sanki. Çorbayı önüme koyarken göz göze geldik ya, işte o an, kalbimin kapısı tamamen açıldı. Gözlerim Emel’den başka hiçbir şeyi görmüyor artık. Yürüdüğüm yol bile ona çıkıyor gibi geliyor.” Kadir biraz alaycı, biraz da dostça tebessüm etti:
“Dikkat et kardeşim, kalbin ateşe düşmüş belli. Ama bu ateş yakar da yakarken büyütür de…”
“Bilmiyorum Kadir… Ama şunu biliyorum: O evden çıktığımdan beri dünyam değişti.”
Kadir gülümser gibi yaptı, ama sesinde ciddiyet vardı:
“Dikkat et dostum. Belki de sana büyü yapılmıştır.”
Ömer irkildi, sonra hafifçe güldü:
“Büyü mü? Belki… Ama bu büyüyü çözmek de istemiyorum. Çünkü içimde ne kadar derin olursa olsun bir huzur var…”
Kadir bir an sustu. Sonra çayından bir yudum alarak konuştu: “Ömer, senin kalbin ince bir ip gibi demiştim. Ona fazla yük bindirirsen kopar. Ömer gözlerini yola dikti, uzaklara bakar gibi: “Biliyorum Kadir elimde değil. Her sabah onun tebessümüyle uyanıyorum. Ne kitaba dalabiliyorum ne duaya. Her şey Emel’in gölgesinde.”
Çayın dumanı arasında, iki dostun sessizliği geceye yayıldı. Sokaktan geçen insanların ayak sesleri, uzaktan gelen araba kornaları… Ve Ömer için dünya durmuştu. Onun dünyasında sadece bir isim vardı...

Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL