AŞK ATEŞİYLE YANMAYAN KALPLER HAKİKATİ SADECE UZAKTAN İZLER...
Hayat hiçbir zaman tam anlamıyla bizim çizdiğimiz planlara uymadı. Umutla atılan adımlar çoğu zaman bilinmezl...
Tahir Bey, Kadir’i yanına çağırdı. Gözlerinde hem güven hem de sorumluluk ağır basıyordu: “Pazartesi’den itibaren Yeşildirek’teki mağazada çalışmanı istiyorum kadir,” dedi, sesi kararlı ve sıcak. “Ayça butik’ teki işlere devam edeceksin; ağırlıklı olarak orada olacaksın. Zamanının çoğu orada geçecek. Kadir’in gözlerinde hafif bir kararsızlık vardı; aynı zamanda sorumluluk bilinciyle doluydu. “Tamam Tahir Bey, elimden geleni yapacağım,” dedi. Tahir Bey gülümsedi, omzuna hafifçe dokundu: “İyi… Bu sana hayat dersleri kazandıracak. İnsan bazen işinde sabrı, edebi ve disiplinini öğrenir.” Kadir sessizce düşündü. Şirinevler’deki mescit yürüyüşleri, Arif Amca’nın ağır adımları ve Hz. Ali’nin (r.a) menkıbesi aklında yankılanıyordu. Manevî dersler, günlük sorumluluklarla birleşiyordu şimdi. Kadir’in omuzlarında yeni bir yük vardı. Bu yük, onu olgunlaştırıyor, bilinçlenmesini sağlıyordu. “Belki de bu da bir imtihan,” diye geçirdi içinden… Pazartesi sabahı Kadir, Yeşildirek’e doğru yürürken kalbinin ritmini hissetti. Yenibosna’nın sessizliği geride kalıyor, Eminönü’nün hareketli havası yüzüne çarpıyordu. Kalabalık caddeler, simitçilerin “taze simit” sesleri, kahve ocaklarından yükselen duman. Hepsi Kadir’e yabancı, bir o kadar da heyecan vericiydi. Mağazanın bulunduğu sokağa girdiğinde kumaş balyalarının arasından geçen hamallar, bağıran esnaf ve alıcılarla pazarlık eden kalabalık, bambaşka bir dünyanın kapısını aralıyordu. İçeri girdiğinde büyük ahşap raflarda renk renk modeller diziliydi. Eski ama köklü bir işin kokusu sinmişti mekâna. Kadir, kendini hem ürkek hem de meraklı hissetti. Tahir Bey içeriden çıkıp ona doğru yürüdü: “Hoş geldin Kadir. Erken gelmişsin. Burası artık senin ikinci evin olacak. Burada zaman hızlı akar; sabreden çok şey öğrenir.” Kadir başıyla onayladı. İçinde hem telaş, hem bir huzur vardı. Mağazanın kepenkleri yarı açıktı; içerden telaşlı ayak sesleri geliyordu. İçeri girince ellili yaşlarda, yüzünde yılların sert izlerini taşıyan bir adamla göz göze geldi. Omuzları geniş, bakışları keskindi. “Sen yenisin galiba?” dedi adam, kısa bir bakışla. “Evet, Tahir Bey’in yanında çalışıyorum,” diye yanıtladı Kadir. “Ben Hakkı. Bu mağazadan ben sorumluyum. Burada işini ağırdan alanı sevmezler, haberin olsun.” Kadir utangaçça gülümsedi: “Elimden geleni yaparım,” dedi. Gün boyu ağır kumaşları kaldırdı, müşterilere kumaş taşıdı, defterlere notlar aldı. Yorgunluk yerini tatlı bir huzura bırakıyordu. Akşam olup mağazadan çıktığında, sokak lambaları yanmış, Eminönü’nün kalabalığı yavaş yavaş çekilmeye başlamıştı. Kadir, elinde taşıdığı çantayla köprüye doğru yürüdü. Haliç’in üstünde esen rüzgâr yüzüne çarptığında derin bir nefes aldı. Günün ilerleyen saatlerinde, Hakkı Usta defterleri göstererek Kadir’e talimat verdi: “Bak, borç alacak kayıtlarını düzenli tutacaksın. Her hata bana dönüyor, anlaştık mı?” “Tamam abi, dikkat edeceğim,” dedi. Günün sonunda Kadir yorgunluktan çok bir tatmin hissi duyuyordu. İçinden bir ses ona şöyle diyordu: “Bu ter boşuna değil. Her acı, sabrın karşılığıdır. Her yük, insanı büyütür.” Akşam kepenkler kapanırken Hakkı sessizce Kadir’e döndü: “Fena değildin delikanlı. İlk gün için. Ama daha öğrenecek çok şeyin var. Sabır, dikkat ve gözlem… bunlar seni ileri taşır.” Kadir’in kalbine sıcak bir umut serpildi. Belki de Yeşildirek, sadece kumaş ve ticaret değil, aynı zamanda sabrın ve insan olmanın dersini verecekti. Kadir, mağazadan çıkarken gökyüzüne baktı; yıldızlar Eminönü’nün ışıklarıyla birleşmiş, ona yeni bir başlangıcın müjdesini fısıldıyordu. Ancak Kadir’in işten ayrıldığı haberi Ömer’in içine ağır bir taş gibi oturmuştu. Bu sadece bir arkadaşın başka bir işe geçmesi değildi; onlar birlikte sabah çayının buharında umutlarını paylaşmış, öğle aralarında camiye yürürken aynı gökyüzünün altında aynı duaları mırıldanmışlardı. Şimdi bütün bu alışkanlıklar, bir anda geçmişin sisinde kaybolmuştu. Elini uzatsa tutamayacağı bir uzaklığa çekilmişti. Yeşildirek’te yeni bir mağazada çalışmaya başlayan Kadir, “Görüşürüz” dese de Ömer’in içinde derin bir boşluk bırakmıştı. O boşluk, sessiz ama yakıcı bir yalnızlığa dönüşüyordu. Kalabalığın içinde bile Ömer kendini yapayalnız hissediyordu. Çünkü dostluk, sadece birlikte geçirilen zaman değil, aynı zamanda insanın içindeki karanlıkla mücadele etmesine yardım eden bir ışıktı. O ışık şimdi uzak bir yerde yanıyordu. Tam da bu boşluğun ortasında Emel vardı. Onun bakışlarında gizlenmiş, derinden gelen bir çağrı vardı; sanki gözleriyle: “Beni bırakma,” diyordu. Fakat Ömer’in bakışları artık sönüktü. Yorgun, kararsız ve vicdanıyla sürekli savaş hâlinde bir adamın gözleri. İçinde bir uçurum vardı; bir tarafında Emel’in sessiz çağrısı, diğer tarafında kendi iç dünyasının çalkantıları. Bir zamanlar mescitte vakit geçirmeyi hayatının merkezine koyan, namazını vakti vaktine kılan, ders kitaplarının satırlarına kendini kaptıran Ömer-den eser kalmamıştı. Raflarda tozlanmaya terk edilmiş kitaplar, Kadir’in notlarıyla dolu defterler artık açılmıyordu. Günler ağır ağır geçiyor, kimi vakit camiye geç kalıyor, kimi vakitse hiç gitmiyordu. İçindeki ateş sönüyor, ruhu adım adım uzaklaşıyordu. Ömer sessizdi. Sessizliği, isyanla kabulleniş arasındaki ince çizgiyi taşıyordu. Çünkü insan bazen kelimelerle değil, suskunlukla yenilirdi. Ve Ömer, o suskunluğun içinde adım adım kendine yabancılaşıyordu. Ne bir söz ne de bir tebessüm içindeki fırtınayı dindirmeye yetiyordu. Sanki bütün bir dünya, içinden çekilmiş ve yerinde derin bir boşluk kalmıştı. Yalnızca bir ses, hâlâ derinden fısıldıyordu: “Bu sen değilsin, Ömer…” Kadir’in yeni iş temposu ağırdı; sabahları erkenden çıkıyor, gün boyu yoruluyor, fırsat buldukça Yenibosna’ya uğruyordu. Yorgunluğuna rağmen, Ömer’i görmek için çaba harcıyordu. Çünkü dostluk, sadece paylaşılan zaman değildi; kalpleri birbirine bağlayan, insana yeniden nefes aldıran görünmez bir bağdı. Bir akşam, küçük bir çay ocağında buluştular. Dışarıda solgun sokak lambaları taş kaldırımlara vuran loş ışıklarını yayarken, içeride ince belli bardaklardan yükselen çay buharı, havaya ince bir hüzün gibi karışıyordu. Masanın üzerine düşen gölgeler bile hüzünlüydü sanki. Ömer, elinde tuttuğu çay bardağına dalgın gözlerle bakıyordu; çayın dumanı, sanki geçmişin hatıralarını taşıyor ama hiçbirine tutunamıyordu. Kadir, dostunu dikkatle süzdü. Eskiden ceketinin iç cebinden hiç ayırmadığı küçük Kuran artık yoktu. Dudaklarından eksik olmayan tesbih zikri duyulmuyordu. Ömer’in yüzüne yayılan dingin huzur, yerini yorgun ve kırık bir ifadeye bırakmıştı. Gözlerinin ışığı sönmüş, bakışları içindeki dağınıklığı ele veriyordu. “Ömer, nasılsın?” diye sordu Kadir. Sesi yumuşaktı ama içinde ağır bir anlam gizliydi. Ömer başını kaldırmadan zorlama bir gülümseme ile cevap verdi: “İyiyim Kadir. Aynı iş, aynı hayat.” Kadir uzun uzun baktı ona. “Aynı hayat…” Ama karşısında oturan artık aynı adam değildi. Sanki dostunun kalbinde başka bir yol açılmış, o yol Ömer’i ağır ağır uzaklaştırmıştı. Derin bir nefes aldı ve sessizliği bozan kelimeler dudaklarından ağır ağır döküldü: “Sana öğüt vermeyeceğim Ömer. Yalnızca şunu söylemek istiyorum: Senin gözlerin başka bakıyor. Eskisi gibi değil. İçindeki fırtınayı artık kimse göremiyor.” Ömer, gözlerini kaçırdı. Kadir’in sözleri kalbinin en derininde yankılanmıştı. İçinde bir yer, acıyla kıpırdıyordu. Sessizlik bozulmamış gibi görünse de aslında kelimeler, Ömer’in suskunluğunu delip geçmişti. Bir süre sonra ikisi birlikte kalkıp yürümeye başladılar. Sokaklar tenhaydı; ayak sesleri taş kaldırımlara vuruyor, her adım aralarındaki mesafeyi daha da belirgin kılıyordu. Kadir’in içinde fırtınalar kopuyordu. Dostunu kaybetme korkusu, bir kardeşi yitirme acısı gibi ağırdı. “Biz davamızın içine sevgiyi koymuştuk,” dedi Kadir, sessiz ama kararlı bir sesle. “Ama sevgi, yolumuzu alıp götürmemeliydi. Senin için bu kadar karmaşık hâle gelmesine izin veremezdim. Çünkü sen benim kardeşimsin.” Ömer sustu. İçinde fırtınalar vardı, hangi sözle başlaması gerektiğini bilmiyordu. Kadir’in omzuna hafifçe dokunuşunu hissettiğinde kalbi bir anlığına titredi. “Ben buradayım. Ne zaman hatırlamak istersen ne zaman geri dönmek istersen, ben yolun ucunda seni bekliyor olacağım.” Dedi ve ağır adımlarla uzaklaştı. Ömer, arkasından öylece bakakaldı. Gecenin sessizliğinde Kadir’in uzaklaşan ayak sesleri hâlâ yankılanıyordu. İçinde, çoktan unuttuğunu sandığı bir dua kıpırdanıyordu yeniden... O gece Ömer erkenden yatağına girdi. Göz kapakları ağırdı ama zihni hâlâ uyanıktı. Kalbi biraz hafiflemiş gibiydi; fakat yaşadığı karmaşanın gölgesi hâlâ üzerine çökmüştü. Karanlık odanın sessizliğinde derin bir iç çekti. Dudaklarından usulca bir dua döküldü: “Allah’ım. Beni doğruya yönlendir. Yolumu kaybettirmeden, vicdanımı susturmadan yürümemi sağla. Ve Kadir’i daima koru.” O an odanın sessizliği daha da derinleşti. Ömer’in kalbinde hem boşluk hem de huzurla karışık bir kabulleniş vardı. Geçmişin izleri, birlikte yaşanmış dostlukların hatıraları, şimdi sessiz ama güçlü bir yankı olarak ruhunun derinliklerine kazınıyordu…
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.