İnsanın çocuğu ile övünmesi kendisiyle övünmesi demektir. somerset maugham
YARIM KALAN ARZULAR
AŞK ATEŞİYLE YANMAYAN KALPLER HAKİKATİ SADECE UZAKTAN İZLER... Hayat hiçbir zaman tam anlamıyla bizim çizdiğimiz planlara uymadı. Umutla atılan adımlar çoğu zaman bilinmezl...
12. Bölüm

12. YA FANİYİ SEÇ YA BAKİ OLANI.

19 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Ömer gün boyu gözlerini yere dikmişti. Dudakları kıpırdamıyor, kelimeler boğazında düğümleniyordu. Ne bir tebessüm ne de bir selam. İçinde kopan fırtına, dışarıdan görülen o derin sessizlikle gizlenmeye çalışıyordu. Her bakışında dünya ağırlaşıyor, her adımında kalbine biraz daha yük biniyordu. Alt katta çalışan Emel, öğleden sonra yukarı çıktı. Merdiven basamaklarının her tıkırtısı, Ömer’in göğsünde yankılanan bir tokat gibi çarpıyordu. Emel göz ucuyla ona baktı; Ömer başını eğdi, bakışlarını kaçırdı. Dışarıdan sıradan bir an gibiydi, ama onun yüreğinde Emel’in attığı her adım, kalbine basan bir yük gibiydi. Kadir’in sözleri, sabahki dua, Fatih Camii’nde yaşadığı o uyanış…
Hepsi birden zihninde yankılandı. Artık susmak istemiyordu. Derin bir nefes aldı, ellerini ağır ağır dizlerine bastırarak doğruldu. Emel onun kalktığını fark ettiğinde bakışlarını kaçırmadı. Yüzünde bir şeyler soran, bir şeyler bekleyen bir ifade vardı. Ömer bir adım daha yaklaştı ve sessizliği boğacak kadar yavaş ama huzur dolu bir sesle konuştu: “Konuşmamız gerek.” Emel gözlerini kaçırmadan, kısık bir sesle: “Çıkışta buluşalım.” dedi.
Akşam iş çıkışında sessizce yan yana yürüdüler.
Şehrin kalabalığı, arabaların uğultusu, ayak seslerinin telaşı arkalarında siliniyor, sadece ikisinin arasındaki ağır sessizlik kalıyordu. Parka vardıklarında hava serinlemişti. Ağaçların dalları rüzgârla sallanıyor, yaprakların hışırtısı kalplerindeki gerginliğe eşlik ediyordu. Ömer’in yüzünde kararlılıkla karışık bir mahzunluk vardı. Emel ise biraz tedirgin, meraklı gözlerinde “Bir şey olacak” sezgisi vardı. Ömer derin bir nefes aldı, sesi yorgun ama kesin bir kararlılıkla çıktı:
“Emel… biz seninle hiç başlamamalıydık. Bir kalpte iki sevgi olmaz. Senin sevgin beni yolumdan çıkarıyor. Bu yüzden biz mutlu bir beraberlik sürdüremeyiz. İkimiz dünyaya farklı pencerelerden bakıyoruz. Benim inancıma ters gelen şeyler sana normal geliyor. Daha yolun başındayken bitirelim.”
Emel’in gözleri büyüdü. Bir an donakaldı. Ardından yüzünde ani bir sertlik belirdi. Dudaklarının kenarında alayla karışık bir tebessüm oluştu.
“Demek öyle…” dedi, sesi bu kez titremiyordu.
“O zaman daha fazla konuşmaya gerek yok.” Ancak bir an durdu, gözleri karanlıkta Ömer’i taradı.
“Yani sen ayrılalım mı diyorsun?” diye fısıldar gibi sordu. Ömer başını salladı, sessizliğiyle her kelimesini teyit etti. Emel, arkasını dönüp hızla yürümeye başladı. Sanki hiç sevmemiş gibi, kararlı adımlarla çekip gitti. Ayak sesleri rüzgâra karıştı, ardından sadece yaprakların uğultusu kaldı. Ömer olduğu yerde kaldı. İçini bir boşluk kapladı. Elleri dizlerine düştü, başını öne eğdi. İçinde acı bir sızı vardı; aynı zamanda hafifleyen bir kalp.
Doğru olanı yapmış olmanın acı tatlı yükü. Kendi kendine fısıldadı: “Rabbim, kalbimi nefsimin ellerine bırakma. Bana sabır ver…” Parka sessizlik hâkimdi. Ömer başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Artık biliyordu: doğru olanı seçmişti. Acı da olsa… Her adımı, umarsızca çekip giden Emel’in bakışlarıyla doluydu. Ömer, ağır adımlarla parktan çıkarken, yolun kenarındaki banka oturdu. Bu, onların sık sık buluştuğu banktı. Kaç kez yan yana oturmuş, gülmüş, susmuş, hayaller kurmuşlardı. Şimdi ise yalnızdı. Elini cebine attı, parmakları Emel’in daha önce verdiği küçük bir not kâğıdına dokundu: “Unutma, sen gülünce ben varım.” yazmıştı. Kâğıt, birden ağırlaştı; sanki yüreğini ezen bir taş olmuştu. Gözlerini kapattı, rüzgârın getirdiği serinlikle dudakları kıpırdadı:
“Rabbim, benim kalbimi sadece sana bağla. Eğer bu acı bana senin yolunu gösterecekse, bin kere razıyım…” Dedi. Bir süre öylece oturdu. Aklında Emel’in sesi, gözleri vardı; kalbinin derinliklerinde Allah’a duyduğu aşk hevesini bastırmaya yetiyordu. Emel, belki de Ömer’in sözlerini öfkeyle kabullenmiş, belki de kırgınlığıyla yürüyüp gitmişti. Her ne olursa olsun, ikisinin de ha-yatında artık yepyeni bir imtihan başlamıştı. Ömer başını göğe kaldırdı. Gözleri buğuluydu; bu defa acıdan çok, bir teslimiyetin parıltısıydı. İçinden geçirdi:
“Sevda kalbi yakar. Hakiki sevda insanı Yaradan’a götürür…”
Ve o an biliyordu ki, bu ayrılık sadece bir kayıp değil; aynı zamanda bir uyanıştı…
Emel’in içinde fırtına kopuyordu; gözyaşlarını kimse görmesin diye başını eğmişti. Dudaklarından dökülen kelimeleri tutamıyordu: “Bir kalpte iki sevgi olmazmış. Peki ya benim sevgim hiç mi gerçek değil? Hiç mi değeri yok?”
Adımlarını sertleştirdi, neredeyse koşarcasına yürüyordu. Ömer’in sözleri kulağında çınlıyordu:
“Senin sevgin beni yolumdan çıkartıyor…”
Bu cümle kalbine saplanan bir bıçak gibiydi. Eve vardığında odasına kapandı. Aynanın karşısına geçti; gözyaşları yanaklarını ıslatırken kendi yüzüne baktı. Dudaklarını ısırarak fısıldadı:
“Demek ki hiç sevmemiş… O halde ben de unutacağım. Hiç olmamış sayacağım!” Elini kalbine koydu; kalbi o kadar hızlı çarpıyordu ki, yalan söylediğini kendisi de biliyordu. Ömer’i silmek kolay değildi; onunla kurduğu hayalleri, beraber yürüdükleri yolları, güldükleri anları bir çırpıda yok edemezdi. Yine de gururu, gözyaşlarını bastırmaya çalıştı. Yatağa uzandı. Gözlerini kapattı ama Ömer’in yüzü çıkmadı zihninden. Bir yandan onu sevmiyorum, sevmeyeceğim diye tekrarlıyor, bir yandan da içten içe kalbinin boşluğunu dolduramadığını his ediyordu...
O gece, Ömer derin bir uykuya daldığında rüyasında parkta yalnız oturuyordu. Rüzgâr yaprakları savuruyor, bankın etrafında dönen gölgeler kalbindeki sancıyı yansıtıyordu. Önünde bir yol uzanıyordu; ikiye ayrılmış, bir yanda aydınlık bir patika, diğer yanda karanlık bir orman. Ömer, her adımında kalbini tartıyor, hangi yolu seçmesi gerektiğini soruyordu kendine. Kimi zaman Emel in sesi yankılanıyor: “Seni seviyorum, Ömer!” diyordu. Ardından fısıldayan başka bir ses: “Bu yol doğru değil, diyordu.”
Uyandığında hissettiği ağırlık, rüyasında şekil almış, karanlık bir sis gibi etrafını sarmıştı. Gözlerinden yaşlar süzüldü. Rüyasında, Emel’in silueti uzaklaşıp, rüzgârla karışıyor, sonra yok oluyordu. Bu yok oluş, onun kalbine hem acı hem de bir rahatlama getiriyordu: doğru olanı seçmişti... Ömer, o gece gördüğü rüyadan sonra günlerce kendini derin bir sessizliğe bıraktı. Kalbinde Emel’in boşluğu vardı, fakat o boşluk giderek başka bir şeyle dolmaya başladı: içten bir arayış, içten bir teslimiyet. Her sabah namaza kalkıyor, ellerini açtığında dudaklarından tek bir dua dökülüyordu:
“Rabbim, kalbimi yalnız sana bağla. Ne olur, sevgimi senin yoluna çevir.”
Bu dua, zamanla yüreğinin en gizli köşelerine kök saldı. Ömer artık parkta değil, camide vakit geçiriyordu. Cuma hutbesinde hoca, Hz. İbrahim’in ateşe atılışını anlattığında, kendi kalbini düşündü. “Aşk ateşi de böyle bir imtihanmış,” diye geçirdi içinden. “Birini bırakmadan, hakikiyi bulmak mümkün değilmiş.” Her gün işe giderken yolunu biraz uzatıyor, merkez Camii’nin avlusundan geçiyordu. Kuşların kanat sesleri, mermer taşlara çarpan ayakların yankısı, duaların uğultusu kalbine bir serinlik veriyordu.
Avlunun kenarındaki yaşlı bir adam dikkatini çekti. Her sabah aynı yerde, bastonuna yaslanmış halde Kur’an okuyordu. Ömer birkaç kez yanından sessizce geçti. Bir gün dayanamadı, yanına oturdu. Yaşlı adam ona baktı, gülümsedi:
“Evladım, gözlerin çok şey söylüyor. Kalbinin yükünü Rabbine bırak.” Dedi.
Ömer’in boğazı düğümlendi. O an fark etti ki, kendisini tanımayan bu ihtiyar, yüreğinin derinliğini görmüştü. O günden sonra Ömer, o ihtiyarı görmek için her sabah caminin avlusunda saatlerce bekledi. Ve Ömer o gizemli ihtiyarı bir daha hiç görmedi. Kalbindeki yara başka bir renge bürünüyordu. Acı hâlâ vardı ama acının üstüne sabırla işlenen bir huzur da vardı artık…
Akşam, gün batarken caminin avlusunda tek başına kaldı. Gökyüzü kızıllığa bürünmüştü. Ellerini açtı, dudaklarından şu sözler döküldü: “Rabbim, kalbimi senin sevginle doldur. Sen’den başkasına bağlanan gönül, er geç kırılır. Seninle bağlanan gönül asla yalnız kalmaz.” O an, gözlerinden yaşlar süzüldü. Ama bu defa o yaşlar acının değil, teslimiyetin gözyaşlarıydı. Ömer için artık aşk, bir insana duyduğu kırılgan bir bağ değil; Yaradan’a açılan, bütün yolları aydınlatan bir sevdaydı. Kalbi, Emel’in adımlarıyla değil, Allah’ın adıyla çarpıyordu. Ve biliyordu: Bu yol, kolay olmayacaktı. Ama her adımı, onu hakikate biraz daha yaklaştıracaktı...
Ömer’in dönüşü, sadece kendi hayatına değil, iş yerine de yansımıştı. Mescitte düzen yeniden kurulmuştu. Halim Usta hâlâ önyargılıydı ama bu kez sessiz kaldı; çünkü artık Ömer yalnız değildi. İş arkadaşları değişimi fark etmiş, sessiz bir saygıyla ona yaklaşma-ya başlamışlardı. Ömer’in yürüyüşünde, sessiz duru-şunda bir ağırlık vardı. Bu ağırlık, artık kırılganlıktan değil, olgunlaşmış bir kararlılıktan kaynaklanıyordu... Emel ise tüm bu değişimi uzaktan izliyordu. Gözlerinde ne pişmanlık vardı ne öfke; sadece sessiz, derin bir kabulleniş. O, artık kontrol etmeye çalışmadığı, yüreğine dokunmayan bir mesafeyi kabul etmişti. O akşam, pencerenin kenarında uzun uzun dışarı baktı. Sokak lambalarının solgun ışığında, dün gece parkta her şeyi bitiren Ömer’in silueti gözlerinin önünde beliriyordu. Yüzünde alışılmadık bir tedirginlik vardı; sanki kendi dünyasının sınırlarını aşıp yabancı bir hayata düşmüş gibiydi. Her şeyi anlamıştı: Ömer’in düzenli, dar dünyasında yer bulamayan bir kalabalığın içinde sıkışması, yüzünde taşıdığı utanç ve yalnızlık… Gücenmedi, kızmadı da. Çünkü onu anlamak, onu sevmekten önce geliyordu. Gözlerini hafifçe kapadı, derin bir nefes aldı ve sessizce, uzaktan da olsa, Ömer’in yanında olmasının huzurunu hissetti...
O sabah Ömer erkenden kalktı. İçinde tarif edilemeyen bir ağırlık vardı; gece boyunca zihninde tek bir kişi dönüp duruyordu. Kahvaltı sofrasında abisi Ahmet’in sert sesi bu düşünceleri böldü: “Ömer! Sana soruyorum. Bu ara akşamları eve geç geliyorsun. Nereye gidiyorsun?”
Ömer sakinliğini korumaya çalıştı:
“İş çıkışı bazen kitapçıya uğruyorum. Bazen Kadir’le camiye gidiyoruz.” Bu kez Selim söze karıştı:
“Biz senin bu hâlini anlamıyoruz.
Bir yandan namaz, bir yandan kitap; öte yandan kızlarla dolaştığın konuşuluyor.”
Ömer irkildi. Emel’le parkta yürüdükleri o akşam gözünün önünden geçti. Sokağın köşesindeki komşulardan biri mutlaka görmüş olmalı diye düşündü.
“Gördüğünüz her şey sizin sandığınız gibi değil,” dedi, sesi titremeden. Ahmet gözlerini kısarak ekledi:
“Öyle mi? O kız bizim aile yapımıza uymaz. Kaç kere söyledik sana…” Bu sözler Ömer’in sabrını zorluyordu. Yine de sesini yükseltmedi. Başını öne eğdi, içinden fısıldadı:
“Benim sevdam ne sizin sandığınız gibi bir sefa, ne de gizlediğim bir günah. Bu yürekte büyüyen şey, sizin anlayamayacağınız kadar derin bir teslimiyettir…”
Emel ile ayrılıktan sonra, Ömer’in günleri sessizlikle örülüydü. O sessizliğin içinde fırtınalar kopuyordu. Namazlarını daha uzun kılıyor, dualarını daha derinleştiriyordu. Secdeden kalkmak zor geliyordu; çünkü her kalkışta kalbinde eksilen bir parça vardı. Ömer, Emel’i gerçekten sevmişti. Bu sevgi, onu yolundan saptırmıştı. Şimdi pişmandı; fakat bu pişmanlık öfkeyle değil, derin bir kabullenişle yoğrulmuştu... Ömer’in en büyük destekçisi Kadir’di. Beraber, her zamanki gibi Yenibosna’dan başlayıp Şirinevler’e uzanan yollarda yürür, saatlerce sohbet ederlerdi. Bazen komik fıkralar dönerdi aralarında, kahkahalar eşlik ederdi. Bazen de öyle ince meseleler konuşurlardı ki, iki üniversite profesörü bile o derinliğe varamazdı. Kadir, Ömer’in yüzündeki hüznü fark etti ve sessizliğini bozdu:
“Dün akşam Emel’le konuştun mu? Ne konuştunuz?” Ömer derin bir nefes aldı, gözleri uzaklara daldı:
“Konuştuk… Dedim ki, bir kalpte iki sevgi olmaz. Sana olan sevgim, beni yolumdan çıkartıyor dedim.”
Kadir durdu, şaşkınlıkla Ömer’e baktı. Elleri cebinde sallanıyordu, yürüyüşü yavaşlamıştı:
“Nasıl bir adamsın sen, Ömer? Birini bu kadar severken, nasıl olabiliyor da ‘ben seni Allah için terk ediyorum’ diyebiliyorsun? Bu nasıl bir takva? Bu, insanın kalbini paramparça etmez mi?” Ömer’in gözlerinde hem hüzün hem de bir sükûnet vardı:
“Evet, parçalar kardeşim… Ama unutma, ateşte dönen pervane gibi, gerçek aşk ve tutku da yanmayı, kendini Allah’a ve İlahi aşka tamamen teslim etmeyi seçer. Sevgi, her zaman sadece kalpte çarpan bir duygu değildir. Onu sevmek, doğru olanı gözetmeyi de gerektirir. Sevgim bana doğru yolu unutturuyordu; o yüzden bitmeliydi.” Kadir duraksadı, yürüyüşlerini yavaşça sürdürerek:
“İnsan böyle bir acıyı kimseyle paylaşamaz mı? Ya da içine atmak zorunda mı kalır?” Ömer derin bir nefes aldı: “Paylaşılır, fakat bu dediğin doğru olanı değiştirmez.” Kadir gözlerini yere indirdi; Ömer’in sözleri, ayaklarının altındaki kaldırım taşları gibi ağır gelmişti. Ömer in sessizliğinde ve derinliğinde bir güç vardı; hayranlık uyandırıcı, aynı zamanda insanı üzen bir hüzünle doluydu... O günlerde Emel ise yalnızdı. Doğum gününün neşesi çoktan dağılmış, gülüşler yerini boş bir sessizliğe bırakmıştı. Ömer’in ayrılırken söylediği söz zihninde yankılanıyordu: “Seninle başlamamalıydık…”
İlk başta anlamamıştı. Zamanla fark etti: sevgi sadece kalbi çarptırmak değildi; aynı zamanda doğru yolda tutmayı da gerektiriyordu. Aynanın karşısına geçti; makyajsız, süssüz, sessiz. Derin bir nefes aldı ve kendine ilk kez dürüstçe sordu:
“Ben Ömer’e mi âşıktım, yoksa onun içindeki huzura mı?” Bu düşünceler arasında dolanırken hafifçe gülümsedi. Çünkü anlamıştı: gerçek sevgi bazen gitmeyi bilmektir, bazen de kendini Allah’a ve doğruya teslim etmektir...
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL