Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
TÜRKİYE’DE BEYAZ TÜRK HEGEMONYASI
Türkiye’deki “Beyaz Türk” kimliği etrafında şekillenen kültürel-siyasal hegemonya, dünyadaki yönetim modellerinin sınıfsal, etnik ve kültürel iktidar biçimleriyle karşılaştırılarak incelenmiştir. Maka...
40. Bölüm

Türkiye’de Hegemonik Bir Norm Olarak ‘Beyaz Türklük’ İnşası: Analitik Felsefe Işığında Bir Dil, Mantık ve Şiddet Sorgulaması

17 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Özet:

Bu makale, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu modernleşme projesi olan Kemalizm tarafından inşa edilen ‘Beyaz Türk’ kimliğini, analitik felsefe geleneğinin kavram çözümlemesi, dil eleştirisi ve mantıksal analiz yöntemleriyle incelemeyi amaçlamaktadır. Makale, ‘Beyaz Türklük’ün yalnızca sosyolojik bir kategori değil, aynı zamanda dilsel, mantıksal ve epistemolojik bir çerçeve olduğu tezinden hareket eder. Bu çerçevenin, etnik (Türk), dini (Sünni-İslam) ve sosyo-kültürel (seküler-Batılı) nitelikleri normatif bir ideal olarak sabitleyerek, “kendinden olmayan”ı tanımlama, sınıflandırma ve nihayetinde dışlama mekanizması işlevi gördüğü iddia edilmektedir. Wittgenstein’ın “dil oyunları” ve “söylem sınırları”, Russell’ın “tanımlama” teorisi ve Frege’nin “anlam ve gönderme” ayrımı gibi analitik araçlar kullanılarak, bu hegemonik söylemin nasıl bir mantık ve şiddet ürettiği psikolojik, sosyolojik ve felsefi boyutlarıyla ortaya konacaktır. Çalışma, Türkiye’nin toplumsal kırılmalarını anlamak için dilin ve kavramların politik anatomisini derinlemesine kesmek gerektiği sonucuna varacaktır.

Anahtar Kelimeler: Beyaz Türklük, Analitik Felsefe, Kemalizm, Hegemonya, Dil Oyunları, Ötekileştirme, Ludwig Wittgenstein, Sembolik Şiddet.

1. Giriş: Sorunsalın ve Metodolojinin Çerçevesi

Türkiye’nin toplumsal ve siyasi tarihi, merkez-çevre, resmi-gayriresmi, laik-dindar gibi ikili gerilimler üzerinden okunagelmiştir. Bu ikiliklerin merkezinde, genellikle dolaylı ancak güçlü bir şekilde işleyen “Beyaz Türklük” olgusu yer alır. Bu çalışma, bu olguyu salt sosyolojik bir tasvir düzeyinde ele almak yerine, onu mümkün kılan zihinsel, dilsel ve mantıksal yapıları analitik felsefenin keskin bıçaklarıyla diseksiyona tabi tutmayı hedefler.

Analitik Felsefe Neden Bu Konu İçin Uygundur?

Analitik gelenek, felsefeyi belirsiz metafizik spekülasyondan kurtarıp, dilin, kavramların ve argümanların mantıksal yapısını analiz etmeye odaklanır. “Beyaz Türklük” gibi bir hegemonik kategori tam da bu nedenle analiz edilmeye değerdir: O, bir dizi kavramın (Türklük, Sünnilik, Laiklik, Modernlik) belirli bir mantık içinde bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir “dil oyunu”dur (Wittgenstein). Bu oyunun kuralları, neyin söylenebileceğini, neyin söylenemeyeceğini, neyin “anlamlı” neyin “anlamsız” sayılacağını belirler. Bu çalışma, bu kuralların haritasını çıkararak, hegemonyanın sadece siyasi veya ekonomik değil, aynı zamanda derin bir dilsel ve mantıksal bir tahakküm olduğunu göstermeyi amaçlar.

Temel Tez: Kemalist modernleşme, “Beyaz Türklük” kavramını, analitik felsefenin tabiriyle, bir “ideal dil”in merkezi normu haline getirmiştir. Bu normatif çerçeve, kendi iç tutarlılığını (consistency) bir tür a priori doğru olarak sunarken, bu çerçevenin dışında kalan kimlikleri “anlamsız”, “mantıksız”, “çağdışı” veya “tehlikeli” olarak kodlayan bir dışlama mantığı üretmiştir. Bu mantık, söylemden resmi politikalara, oradan da fiziksel ve psikolojik şiddete uzanan bir süreklilik arz eder.

2. Kavramın Anatomisi: ‘Beyaz Türklük’ün Üçlü Sacayağı ve Mantıksal Yapısı

Analitik felsefe bir kavramı çözümlerken onun bileşenlerine, doğruluk koşullarına ve diğer kavramlarla olan mantıksal ilişkisine bakar. “Beyaz Türklük” kavramı, üç temel bileşenden oluşan bir “mantıksal atomizm” (Russell) örneğidir:

Etnik Bileşen (Türk): Burada “Türk” etnisitesi, Frege’nin ayrımıyla, sadece bir “gönderme” (reference) değil, aynı zamanda belirli bir “anlam” (sense) yüklenmiş bir kavramdır. Göndermesi, Anadolu’daki Türkî halklardır. Ancak anlamı, “kurucu unsur”, “devletin temel taşı”, “medeniyet taşıyıcısı” gibi normatif ve üstünlük atfeden yüklemlerle donatılmıştır. Bu, etnik azınlıkları (Kürtler, Ermeniler, Rumlar, vs.) tanımı gereği “eksik vatandaş” veya “potansiyel tehdit” konumuna iter. Kavram, bir totoloji (“Türk olmayan, Türkiye’de tam anlamıyla ‘vatandaş’ olamaz”) ve bir kısır döngü (“Devlete sadık olan Türk’tür, Türk olan sadıktır”) üzerine inşa edilmiştir.

Dini Bileşen (Sünni-İslam): Bu bileşenin analizi ilginç bir çelişki barındırır. Resmi söylem seküler/laik olduğunu iddia eder, ancak din, kimliğin arkaplanında norm olarak varlığını sürdürür. Bu, Wittgensteincı anlamda bir “aile benzerliği” ile işler. Resmi ideoloji, “makul din” olarak Sünni-İslam’ı (özellikle Hanefi mezhebini) merkeze alırken, onun kamusal alandaki görünürlüğünü sınırlandırmıştır. Alevilik ise bu “aile”nin bir parçası olarak görülmemiş, gayriresmi, hatta “sapkın” bir öğe olarak kodlanmıştır. Buradaki mantıksal hata, bir olgu önermesinden (is) bir değer önermesi (ought) çıkarmaktır: “Türkiye’nin çoğunluğu Sünni’dir” olgusundan, “Öyleyse norm Sünnilik olmalıdır” sonucu çıkarılmıştır.

Sosyo-Kültürel Bileşen (Seküler-Kemalist): Bu, “Beyaz Türklük”ün en belirleyici ve “beyaz” sıfatını hak eden bileşenidir. Batılı, modern, kentli, laik bir yaşam tarzını normatif ideal olarak dayatır. Bertrand Russell’ın “tanımlama” teorisi burada devreye girer. “Medeni”, “çağdaş” ve “aydın” gibi kavramlar, analitik olarak “Batılı yaşam tarzını benimseyen” olarak tanımlanmıştır. Bu, analitik-sentetik ayrımını bulanıklaştıran bir dogmadır. “Medeni insan, şapka giyer” önermesi, Kemalist Türkiye’nin erken döneminde analitik bir önerme haline getirilmiştir (yani, tanımı gereği doğru kabul edilmiştir). Bu tanımın dışında kalan her türlü giyim, davranış ve inanç, “sentetik” olarak yani dışsal bir gerçeklikle test edilemez şekilde “geri kalmış” veya “irticai” addedilmiştir.

Bu üç bileşenin birleşimi, “Beyaz Türk” kimliğini, Ludwig Wittgenstein’ın Tractatus Logico-Philosophicus’ta işaret ettiği gibi, “dünyanın resmi”ni çizen bir “olgu” (fact) olarak sunar. Bu resmin dışında kalan her şey, “üzerine konuşulamayan” alana itilir, yani meşru bir söylem alanından yoksun bırakılır.

3. Dil Oyunları ve Sembolik Şiddet: Hegemonyanın İşleyiş Mekanizması

Wittgenstein’ın daha sonraki döneminde geliştirdiği “dil oyunları” kavramı, “Beyaz Türklük” söyleminin nasıl işlediğini anlamak için en güçlü araçtır. Bir dil oyunu, belirli kuralları, doğruluk ölçütleri ve katılımcıları olan bir faaliyettir.

Resmi Dil Oyunu: Türkiye’deki resmi ideolojik söylem, “vatan”, “milletin bölünmez bütünlüğü”, “çağdaşlık”, “laiklik” gibi kavramlarla oynanan bir üst dil oyunu kurmuştur. Bu oyunun kurallarını devlet belirler. Örneğin, “Türk” tanımı, etnik bir içerikle doldurularak, “Türkiyeli” gibi daha kapsayıcı bir alternatifin söyleme girmesi engellenmiştir. Bu, bir sembolik şiddet (Pierre Bourdieu) biçimidir. İnsanların dünyayı algılama ve kategorize etme şemaları üzerinde bir tahakküm kurar.

Ötekini İnşa Etme Oyunu: Hegemonik söylem, “öteki”ni tanımlayarak kendini güçlendirir. “Beyaz” olmayan, bu oyunda “Kürt = Bölücü”, “Alevi = Sapkın”, “Dindar Muhafazakar = Yobaz/İrticacı”, “Rum = Geçmişin Hesabını Soracak Hain” gibi sabit göndermelerle donatılır. Bu, Frege’nin terminolojisiyle, bu grupların bireysel “anlam”larını (sense) yok sayarak, onları tek ve olumsuz bir “gönderme”ye (reference) indirgemektir. Bu indirgeme, psikolojik bir önyargı ve aşağılama mekanizmasının temelini oluşturur. Bireyler, bu olumsuz kolektif kimlik yüküyle (“stigma” - Erving Goffman) mücadele etmek zorunda kalır.

Susma ve Susturma Oyunu: Wittgenstein’ın “Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı” sözü, burada zorunlu bir suskunluğa dönüşür. 6-7 Eylül Olayları, Varlık Vergisi, Dersim Tertelesi, Alevi katliamları gibi tarihsel olaylar, resmi tarih söyleminde ya yok sayılmış ya da çarpıtılarak anlatılmıştır. Mağdurların ve farklı kimliklerin kendi deneyimlerini anlatacak bir dili ve söylem alanı sistematik olarak ellerinden alınmıştır. Bu, epistemik bir adaletsizliktir (Miranda Fricker). Mağdurlar, “bilen özneler” olarak değil, “suskun nesneler” olarak konumlandırılmıştır.

4. Tarihsel ve Sosyolojik Bağlam: Tezler ve Antitezler

Tez (Hegemonik İnşa): Kemalist modernleşme, tepeden inmeci bir mühendislikle, homojen bir ulus yaratma amacı gütmüştür. Tek tip eğitim (Tevhid-i Tedrisat Kanunu), tek dil politikası, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi, kılık kıyafet devrimi gibi uygulamalar, “Beyaz Türk” normunu somut politikalarla hayata geçirmiştir. Devlet aygıtı (yargı, ordu, eğitim) bu normun bekçisi ve uygulayıcısı olarak konumlanmıştır.

Antitez (Direniş ve Çatlaklar): Bu hegemonik proje hiçbir zaman mutlak bir başarıya ulaşmamıştır.

Psikolojik Direniş: Kimliklerini korumaya çalışan gruplar, “özsaygı” (self-esteem) ve “kimlik onayı” (identity validation) arayışı içinde psikolojik savunma mekanizmaları (inkar, yansıtma, içe kapanma) geliştirmişlerdir.

Sosyolojik Direniş: Gayriresmi alanlarda (aile içi, cemaat, mahalle) alternatif dil oyunları ve kimlikler hayatta kalmış, 1980 sonrası neoliberal dönemle birlikte siyasal alanda da kendine ifade alanı bulmuştur. Özellikle muhafazakar burjuvazinin yükselişi, “Beyaz” olmayan bir elitin ortaya çıkışı, hegemonik kategoride bir çatlak oluşturmuştur.

Sentez (Karmaşık Gerçeklik): Günümüz Türkiye’si, tek bir hegemonik merkezin olmadığı, ancak “Beyaz Türklük” söyleminin hala güçlü bir referans noktası olmaya devam ettiği, çoklu merkezlerin çatıştığı bir alandır. Eski hegemonik dil oyununun kuralları sorgulansa da, yerine yeni bir kapsayıcı dil henüz tam olarak inşa edilememiştir. Bu, toplumsal gerilimleri besleyen bir belirsizlik yaratmaktadır.

5. Felsefi ve Etik Bir Sorgulama: Evrensellik, Özgürlük ve Tanınma

Analitik felsefenin sorgulayıcı tavrı, bizi nihayetinde etik sorulara götürür.

Evrensellik İddiasının Eleştirisi: Kemalist modernleşme, “medeniyet” ve “akıl” gibi evrensel olduğu iddia edilen değerler üzerinden meşruiyet kazanmaya çalışmıştır. Ancak, bu evrensellik iddiası, analitik olarak incelendiğinde, aslında belirli bir tarihsel ve kültürel (Batılı) bağlamdan türetilmiş partiküler bir vizyonu evrensel olarak sunmakta ısrar etmiştir. Bu bir kategorik yanılgıdır (category mistake). “Batılı olan” ile “evrensel olan” aynı kategoride değildir.

Negatif ve Pozitif Özgürlük: “Beyaz Türklük” projesi, Isaiah Berlin’in terminolojisiyle, bireyleri “özgürleştirmek” (“pozitif özgürlük”) iddiasıyla yola çıkmış, ancak bunu yaparken onların geleneksel kimliklerinden “kurtulma” (“negatif özgürlük”) hakkını gasp etmiştir. Bireye, devletin tanımladığı bir kimlik dayatılmıştır.

Tanınma (Recognition) Talebi: Axel Honneth ve Charles Taylor’ın vurguladığı “tanınma”, modern siyasetin merkezinde yer alır. “Beyaz Türk” hegemonyasının yarattığı temel tahribat, farklı kimlikleri tanımamak, onları görünmez kılmak ve onların varlığını meşru bir gerçeklik olarak kabul etmemektir. Bu, sadece bir kültürel zarar değil, aynı zamanda bireylerin kimliklerinin onaylanmamasından kaynaklanan derin bir psikolojik zarardır.

6. Sonuç: Dilin Sınırlarının Ötesine Geçmek

Bu analitik sorgulama, Türkiye’nin kronikleşmiş kimlik sorunlarının, sadece siyasi veya ekonomik çözümlerle aşılamayacağını göstermiştir. Sorun, daha derinde, dilimizde, kavramlarımızda ve bu kavramları birbirine bağlama biçimimizde yatmaktadır. “Beyaz Türklük”, analitik felsefenin deşifre edebileceği türden, katı, dışlayıcı ve totalize edici bir kavramsal çerçevedir.

Çıkış yolu, Wittgenstein’ın ikinci dönem felsefesinin işaret ettiği gibi, tek ve katı bir dil oyununun mutlak hakimiyetini kırmakta yatar. Farklı “yaşam biçimleri”nin (forms of life) kendi dil oyunlarını kurmalarına, kendi deneyimlerini ifade etmelerine olanak tanıyacak çok dilli, çok sesli ve çok kültürlü bir söylem alanının inşası gereklidir. Bu, “Beyaz Türklük” normunu ortadan kaldırmak değil, onu mutlak normatif ideal olmaktan çıkarıp, Türkiye’nin zengin ve çoğulcu kimlik mozaiği içindeki yerine oturtmaktır.

Nihai hedef, Wittgenstein’ın erken dönem suskunluğunu aşmak, “üzerine konuşulamayan” her şeyi, yani bastırılmış, yok sayılmış, ötekileştirilmiş tüm hikayeleri, acıları ve kimlikleri, konuşulur kılmaktır. Ancak o zaman, Türkiye, kendi geçmişiyle yüzleşebilir ve gerçekten çoğulcu, demokratik ve barışçıl bir gelecek inşa edebilir.

Kaynakça

Frege, G. (1892). “On Sense and Reference.”

Russell, B. (1905). “On Denoting.”

Wittgenstein, L. (1921). Tractatus Logico-Philosophicus.

Wittgenstein, L. (1953). Philosophical Investigations.

Bourdieu, P. (1991). Language and Symbolic Power.

Goffman, E. (1963). Stigma: Notes on the Management of Spoiled Identity.

Berlin, I. (1958). “Two Concepts of Liberty.”

Taylor, C. (1992). Multiculturalism and The Politics of Recognition.

Honneth, A. (1995). The Struggle for Recognition: The Moral Grammar of Social Conflicts.

Fricker, M. (2007). Epistemic Injustice: Power and the Ethics of Knowing.

Keyman, E. F. (2007). “Modernity, Secularism and Islam: The Case of Turkey.”

Üstel, F. (2004). “Makbul Vatandaş”ın Peşinde: II. Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi.

Yeğenoğlu, M. (2013). Islam, Migrancy, and Hospitality in Europe.

Bora, T. (2017). Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL