Derin bir yurt sevgisi, tarih bilinci, bireysel ve toplumsal duyarlılık taşıyan güçlü bir şiir kitabı olarak çok katmanlı ve kapsamlı bir çalışmadır.
Kitap, yedi tematik bölümde toplanan şiirlerle Tü...
“Tarife sığmıyor aşkın anlamı Ancak çeken bilir bu derdi gamı Bir kördüğüm baştan sona tamamı Çözemedim, çözülmüyor Mihriban...”
Abdürrahim Karakoç *** “Zamana akarmış bütün sevgiler.” III. Bölüm *** Zamana Akan Sevgi
Sular köpürür, sular coşar, Çarpar başını kıyıya Salkım söğüt eğilerek suyun yanağına Öper usulca. Su ve zaman birlikte akmakta...
Gözler sularda dalgın Suya değerken birkaç dal/ılgın Dayanır akımına suyun Akan suya, geçen zamana Beyaza çalmış saçlarım, Gözlerim zamanda dargın...
Bir saman çöpü kadar hafif duygularım Bir saman çöpü kadar çaresiz Bitkin ve yılgın Su ve zamana teslim savrulmakta Seneler kıvrım kıvrım Yaprakları tek tek sayarım...
Duygularım mı akar, ben mi bilmem Yürek sevginde bir değirmen Ve suyunda sen Ununda sen Dumansın bacamda tüten Çarkımsın başımı döndüren...
Saman çöpü nasılsa ırmakta Sararmış, solgun ve yorgun Koşarken kucağına mavi denizin Öylesine zamanla akar giderim Bir kır çiçeği gibi kıyıda El sallar bana güzel gözlerin...
*** Renklerim Uykuda
Kucak kucağa oturmuş Mavilerim ve yeşilim Şaha kalkıp, uçmuş Olmuşum Anadolu’da bir kilim Renklerim dalmış uykuya.
Ne kırmızıya, ne pembeye hasret Öylesine doygun ve dingin Şebnem dolu bir sabahta Anlatmaya dönmez dilim Renklerim dalmış uykuya…
Bu duygular, bu efkâr, bu suskunluk Gelen bu acı sonbahar Yer sarı, gök sarı, her şey sapsarı Büklüm büklüm uzar yollar Renklerim dalmış uykuya Üstünde bir yığın yaprak Sarıp sarmalamış kara toprak Ne silinir, ne de solar Beni bunlar oyalar Renklerim dalmış uykuya…
Sallamıştım fırçamı delidolu Sermiştim sana giden her yolu De ki maviyi, pembeyi, moru Zümrüt yeşili ovalarım uçtan uca Renklerim dalmış uykuya... Başı göklerde değer dağlarım Yedi renge sarılmış doyunca Mavi denizlerim boylu boyunca Ne gülerim ne ağlarım Renklerim dalmış uykuya... Orada aşk beni kovalar, ben kaçarım Şimdi örtülmüş sütbeyaz bir sisle Eğil de kulak ver ve dinle Nefes alır veririm seninle Renklerim dalmış uykuya…
*** Deli ve Karanfil
Denizli’de tarihi meydan Bayramyeri Andırırdı bu dünyada bir mahşeri Bitmezdi koşuşturma, bitmezdi telâş Sesler yükselirdi gün boyu canhıraş Kum gibi savrulurken insan seli Çiçekçi önünde beklerdi bir deli Dudağında bir türkü, dinletirdi herkesi Karşısında boynu bükük karanfil destesi…
“Gözlerin kara üzüm Bakışın süzüm süzüm Ben sevdadan yanmışım Karışmış yazım güzüm...”
Üst-baş palas pandıras, yırtık pırtık Gözlerinde yanardı gizemli bir ışık Köylü, kentli, çoluk çocuk, kadın erkek Gülerdi delinin haline dudak bükerek Sesi de pek dokunaklı, öylesine yanık O söyledikçe artardı çevrede kalabalık.
“Karanfilin aşkına Dönmüşüm ben şaşkına Benim gönlüm delidir Akar sevda köşküne.”
Öpüp okşayıp bir karanfili yakasına takardı Çiçekçi hışımla deliye bir tokat atardı Çiçekçi bu, dini imanı paradır, para Geçmemiş başından ne ayrılık, ne sevda Giderken, gözleri yanarak bizim mecnun Çiçekçi attığı tokattan pek memnun Türkü inlerdi bir zaman arka sokaktan Zar zor duyulurdu gürültüden şamatadan…
“Dudakların bal kiraz Bitmez onda işve, naz Benim bahtım karadır Sen olsun güldür biraz.”
Uzatmayalım yıllar yılları kovaladı Çarşı deliyi, deli çarşıyı oyaladı Bizim delide saç baş ağardı Dev marketler, çarşılar şehri sardı Ağzına kadar doldu taştı Denizli Bilinmez oldu kim yabancı kim yerli.
Gün be gün çarşı sessizliğe büründü Ne deli, ne de karanfil ortalıkta göründü O gün bu gün ararım karanfil delisini Velim sen getir o güzel türkünün gerisini.
“Karanfil sen hasretsin Gönlümde bir servetsin Güzel seven ölmezmiş Ecel bana n’eylesin…”
*** Papatyasını Arayan Adam
Saçlarına karlar yağmış bir adam Dolanır durur tarla, bayır Bilmez ne sabah, ne akşam Mahzun bakışları buğulu Gözleri çelik gibi deler ufku.
Dedim: “Arkadaş hayırdır, hayır Ne arasın böyle kızgın güneşte? Git uzan bak ne güzel gölge Ya da mavi sularda serinle.
Koyu kahve gözlerini bana çevirdi Dedim bu adam ya mecnun ya deli Sözleri sanki bir şiir seli: “Türküler yakmıştım taze baharda Dizeler yazmıştım onun ardı sıra Sulamıştım tutunduğu toprağı Okşamıştım dizi dizi her yaprağı Düşlerime bile girmişti güzelim Nerde bulurum onu tez söyleyin?”
Dedim, “Bu adam öyle boş değil Zavallının hali hiç hoş değil Adını söylersen o güzelin Belki sana yardım ederim.”
Gözleri tararken dört yanı Sesi titrek, ağlamaklı Dedi, “Papatyadır onun adı Damağımda kalmıştı tadı.”
Dedim, “Yaz güneşi geldi kavurdu Yapraklarını yel üfürdü savurdu Ama üzülme, gamlanma sen Başka çiçekler bulurum istersen.”
Bizim şair yere diz çöktü oturdu Dağda, taşta ses var, onda yoktu. Son sözleri zar zor duyuldu: “Hani bekleyecektin beni papatya Yaşanır mı sanırsın sensiz bu dünya!”
*** Düş
Sardıkça dört yanımı yalan dolan Dedim, “Al başını başka yerde oyalan.” Dağlar aştım, ovalar geçtim bir anda Yol gösterdi bana cici bir kelebek Serildi önüme mavi dumanlı bir yayla Savrulduk kelebekle oradan oraya...
Yıkandım ak sularda köpük köpük Bulutlar uçuştu başımda bölük bölük Derdimi aldı börtü böcek Kalmadı ateşim, küllerim sönük Dört yanımı sardı binbir çiçek Çıktı karşıma ay yüzlü bir papatya...
Güzelliğinden gözlerim kamaştı Nutkum tutuldu, dilim dolaştı Dizlerimde derman bitti ha bitecek Derken Papatya bana yaklaştı “Dost çayımdan bir yudum çek 'Sar bedeni bedene' doya doya…”
O çayları peş peşe bardağa döktü Sardı dört yanımı pespembe bir örtü Canlandı elim ayağım tek tek Bir de baktım gece bitmiş, şafak söktü Ortada ne papatya var, ne bir içecek Çınlar kulağımda yanık bir türkü...
“Deli gönül seni avutamadım Papatyadan bir türlü ayıramadım...”
*** Vurgun
Gözlerimde yeşilin bin bir tonu Okşar yaprağı Okşar toprağı Dağ taş, kurt kuş duyar sesimi Koklar nefesimi.
“Divane gönül sevda yorgunu Yemiş bir Papatya vurgunu.”
Geceyi dinlerim sensiz Gece sessiz Bir türkü dudaklarımda Sorma, halim bin beter Gören kim bilir ne der.
Geceyi dinlerim sensiz Gece sessiz. Herkes kol kola kaldırımlarda Kara bağrımı ayrılık ezer Çıkmaz senden bir haber.
Geceyi dinlerim sensiz Gece sessiz. Başımı çarparım duvarlara, Gel artık zülfü kara dilber Yaramı ellerinle sarıver...
*** Bir Kalem Olsam
Bir kalem olsam, durmadan yazan Ellerinde okşanıp ısınan Kalem kaydıkça soldan sağa Hece hece seni okusam...
Bir defter olsam, önünde duran Gözlerinle aydınlanan Döküldükçe harfler boşluğa Ellerimde zıplatsam...
Bir türkü olsam, şöyle sıladan Sazın bam telinde, tam damardan Dağa taşa, kuş kurda Güzelliğini anlatsam...
Bir yağmur olsam, delice yağan Gökteki bulutları yere yığan Rahmet olup inerek toprağa Islatsam seni sırılsıklam...
Olsaydım zaman içinde bir zaman Ucu başı hiç olmayan Saat denilen her durağa Adını yazdırsam...
Ve olsaydım bir şiir, şöyle sevdadan Noktasız, virgülsüz Ezbere okurken soluk soluğa Kucağında yığılıp kalsam…
*** Karadeniz Güzeli
Sırtında ağır küfesi Çıkıp gider yokuştan Boncuk boncuk terleri Silmeye varmaz eli Koynu tombul memeli Kulağı altın küpeli Karadeniz güzeli.
“Karadeniz, Karadeniz Biter mi bizim hasretimiz”
Bir gider, bir bakar koyaktan Ay gibi doğar şafaktan Bakışı canlar yakar Çile yüklü omuzlar Gözleri orman yeşili Burnu kibar kemerli Karadeniz güzeli.
Karadeniz, Karadeniz Biter mi bizim hasretimiz?
*** Karanfil Ak gerdanda gördüğüm Çiçektin dürüm dürüm Bakma bana öyle boynu bükük Boşa çıktı her düşüm Bir ömre sığmayan karanfil Koynumda hasret kokulu mendil...
Yaprağın vardı ince uzun Duruşun vardı pek mahzun Bakma bana öyle boynu bükük Kalmamış benim tadım, tuzum... Ak duvaklı, baldudaklı karanfil Al başımdan bu sevdayı sil...
Toy gençliğin türküsü Yarım kalan öyküsü Yıkılmayan sevda köprüsü Bakma bana öyle boynu bükük Tadı damakta kalan karanfil Sevmek neymiş sen de bil...
*** Kasımpatı
Sıra sıra uzanır yaslı dağlar Duman duman puslu yaylalar Ovalar yorgun, sarı benizli Susmuş börtü böceğin dili. Bu gelen sonbahar Kasımpatı Bulutlar yaprağına ondan ağladı…
Çiçeğin var tabak tabak Eteğin dolu yaprak yaprak Bende sonbahar rüzgârı Sendeki güzelliğe bak…
Dalgalar azgın, çarpar kıyıya Toprak yangın, doymuyor suya Yaprağında çiy tanesi Garip garip öter serçesi. Bu gelen sonbahar Kasımpatı Elimi kolumu çaresizlik bağladı…
Dağlar göz alımına koyu yeşil Etekleri mavi sularda serpilir Çam, çalı, meşe, kocayemiş ve zeytin Her biri ötekinden cömert ve zengin Kızgın güneşte boylu boyunca dinlenir.
Sen bu kıyıları bilmezsin güzelim Bu kumsal, bu deniz seni bilir…
Sütbeyaz noktalar gibi yazlıklar Körfezin koynunda sıra sıra dizilir Acem gülü, yasemin ve begonvil Yoluna serpilmiş al şalvarlı gelindir Nane, kekik, püren kokulu bayırlar Börtü böceğe nimettir, berekettir.
Sen bu kıyıları bilmezsin güzelim Bu çiçek, bu böcek seni bilir…
Bir ay doğar tez akşamdan Kararan sular yıkanır şavkından Sabahtan akşama dolanan şu adam Işık sağanağı yağarken Ay’dan Uzayıp giden yakamozlar Sevdalı adamı usulca yutar.
Sen bu kıyıları bilmezsin güzelim Burası Akbük Körfezi’dir Esen yelinde adın gizlidir…
*** Eleni ile Aliş
Bir temmuz gecesi Ege’de Denizi okşar Ay ışığı Deniz ve ay çalkalanır gece boyunca Kucaklaşır, sevişirler doyunca. Ay maviye, deniz beyaza bürünür.
Bir sevgi seli sarhoş eder her balığı Kımıldayan dalgaları güldürür Çamlar, zeytinler eğmiş başını Balıklar martılara gümüş görünür.
Kara gözlü, yanık yüzlü balıkçı Kulaç kulaca yarar denizi Işıltısı parlarken bir fenerin Mavi sulara usulcacık gömülür.
Karşı kıyıda menekşe gözlü bir kız Açmış kollarını bekler yapayalnız “Aliş gel! Aliş gel!” diye çırpınır Martılar çığlık çığlığa ötüşür.
Neden sonra deniz, ada, sandal, bulutlar dillendi Bilir misin dedi şaire ne sevdalar yaşandı Seninki onun yanında “Acı soğan kuru yavandı.” Dağlar maviye, deniz yeşile boyandı Ege’de hasret ölümle neden öpüşür?
*** Bal Gözlü
Ellerin vardı yumuk yumuk Sardıkça kalemi ince ince Sevinçten uçardı harfler Dört köşe olurdu defter Durmadan adını ezberler Kalemin olmak isterdim o an.
Çevrildikçe sayfalar teker teker Sözcükler el ele bayram eder Noktası virgülü olmuş inci boncuk Ben eli ayağına dolanmış Yanını yönünü şaşırmış çocuk Defterin olmak isterdim o an.
Kulağımda çınlardı kadife sesin Seni andığımda kesilirdi nefesim Duyduğum her şarkıyı, türküyü Yazdığım her şiiri, öyküyü Ezbere sana okumak isterdim Kitabın olmak isterdim o an.
Sarı yıldızdın penceremde her şafak Çiçektin bahçemde açan sarızambak Tarlamda başak başak buğday Gündüzünde Güneş, gecende Ay Gözlerine dolmak isterdim. Işığın olmak isterdim o an.
Toy gençlikte, tozpembe çağımda Yol, yöntem bilmez yaşımda Kavak yelleri eserken başımda İçtiğin suda, yediğin aşında Sofranı ben kurmak isterdim Katığın olmak isterdim o an...
Nice mevsimler geldi geçti üstümden Nice yıllar akıp gitti önümden Seninle başlardı işim gücüm Seninle süslenirdi hayalim, düşüm Hayra yormak isterdim Bal Gözlüm Düşün olmak isterdim o an...
*** Sarı Sıcak Haziran
Sarı sıcak bir haziran Kasıp kavururken Güneş İçimde harlı bir ateş Boynumda sevdadan urgan Sarmış beni dört yandan
Dolaşırken sokaklarda çaresiz Çıkıp gelse rahmetli babam Derdi: “Utan oğul utan! Sıcakta dövülür harman Sırtından ter fışkırmadan Kalırsın aşsız, ekmeksiz Şudur size tek duam: Kıtlık, darlık vermesin yaradan.” Sevda ile yanmak mı oğul? Git sevgi deryasında istersen boğul Yiğit olacaksan eğer yiğit Sevdanı da sinende erit.”
“Sarı sıcak bir Haziran Kor alevden beter sevdan Dayan oğlum, sen de dayan Bir sen misin bu sıcakta yanan...”
*** Su Güzeli Sultan
Su Güzeli Sultanım ben Tat almam otelden, motelden Olsun başımı sokacak bir evim Bir de kitapsız gezmez Velim.
Alırım hortumu, kaparım süpürgeyi Aklarım paklarım her yeri Ördek gibi havuzda, denizde Su Güzeli Sultanım ben evimizde.
Çekerim altıma koca şalvar Allı güllü yazma takar Her yer suyla dolup taşar Görenler bilmem neden şaşar.
Üstümde ak bulutlar dolanır Önümde mavi deniz uzanır Balıklar, martılar beni tanır Kim yorulur, kim usanır Su Güzeli Sultanım ben her yerde...
*** Bir Sen Olsaydın
Kaçkar dağlarında bir çiçek Kınalı keklik gibi sekerek Allı pullu cici bir kelebek Avuçlarıma usulca konan Bir sen olsaydın, Birsen...
Karadeniz’de bir martı olup İstanbul’u mesken tutup Sarıyer sahilinde oturup Dizlerime uzanıp yatan Bir sen olsaydın, Birsen...
Boğaz sularında elleri apak Burnu fındık, kiraz dudak Gamze gamze açmış al yanak Gönlüme inci mercan saçan Bir sen olsaydın, Birsen...
Bakışında her derde ilaç İpek gibi alnına düşmüş saç Kestane renginde güzel bir taç Beni sımsıkı saran yorgan Bir sen olsaydın, Birsen...
Memleket böylesini ne gördü, ne duydu Kaderim zamanın akışına uydu Deyip diyeceğim hepsi buydu Umarsız dertlerime derman Bir sen olsaydın, Birsen...
Ben zamana yenildim, bir bilsen Bu kördüğümü bir sen çözsen Gündüz serap, gece düşsen Bitmez düşlerimi hayra yoran Bir sen olsaydın, Birsen...
*** Resmin Önünde
Mor dağlarım vermiş el ele Etekleri doymuş zümrüt yeşile Yamaçlarda papatya, sümbül, lale Bir de rahmet yağarsa hele Bulutlar el uzatır yüceden yüceden...
Yaylada yanar bir çoban ateşi Akşam yıldızı çobanın ebedi kardeşi Bir kaval sesi yankılanır birazdan Yürek yanıktır, harsız olmaz Türkün dudakta heceden heceden...
Gün ağarırken karşı dağlar ışıldar Uyanır börtü böcek, kuşlar cıvıldar Toprak kokar, ağarır sular Yalansız dolansız dünyalar Uyanır karanlık geceden, geceden...
Kıyılar benzer ince dantele Yar gelip görse, ahvalim böyle Uzanıp dalsam şu mavi göle Olsam balıklara bir yele Yutsa beni inceden inceden...
Bir ulu kavak dibine beni gömseler Yaprağıyla üstümü güzelce örtseler Başucuma körpe bir andız fidanı dikseler Velim adını, sanını hepten silseler Başım kalkmasa secdeden secdeden...
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.