Derin bir yurt sevgisi, tarih bilinci, bireysel ve toplumsal duyarlılık taşıyan güçlü bir şiir kitabı olarak çok katmanlı ve kapsamlı bir çalışmadır.
Kitap, yedi tematik bölümde toplanan şiirlerle Tü...
“Her öykünün altında bir şiir, Her şiirin altında bir öykü yatar.”
*** Öykülerden Uyarlama Şiirler VI. Bölüm ***
Helvayı Neden Yemiş?
Bir papaz, bir haham ve bizim Hoca Arkadaş olurlar bir gün yolda Geç vakitte varırlar bir konağa Sahibini dersen varlıklı bir ağa, Sunar onlara sıcacık helva.
Hoca oruçtu gün boyunca -Yiyelim dedi, helvayı doyunca Ötekiler karşı çıktı ona: -Biz şimdi tokuz, hemen yatalım Kim görürse en güzel bir rüya Sabah helvayı ona bırakalım.
Sabah her biri başladı anlatmaya: -Ben dedi papaz, İsa Mesih’i gördüm Çıktık yedi kat üstüne göğün Vardık onunla Tanrı katına.
Haham aldı hemen sözü: -Ben dedi, aştım Sina çölünü Elinde asa, mübarek Musa’yla Benim hakkımdır bu helva.
Hoca bıyık altından gülerek: -Rüyamda dedi, Resul Muhammed Dedi bana uyan, ha gayret! Onların biri aşarken çölü Biri de arşınlarken mavi göğü, Ye helvayı, olsun afiyet!
Papaz ve haham yerinden fırladı: -Yedin mi yoksa helvayı? Hoca gayet vakur, ağırbaşlı: -Emrine karşı gelir miyim, O mübarek peygamberin!
(Mesnevi’den Uyarlama)
*** Kabağın Sahibi
Zamanın birinde bir derviş Düşünerek derin derin Her şeyden arınmak için Bir berber dükkânına girmiş.
“Usturayı vur başıma usta Kararım kesin bu hususta Dünya malı dünyada kalmalı Neyliyeyim saçı sakalı.” Deyip oturmuş koltuğa...
Yarısı kazınmışken saçın Duymuş yer gök sarsan narayı “Heyt! Tıraş sırası benim Yoksa seni hacamat ederim!” Narayı atan bir kabadayı Yaka paça tutup derviş babayı Kapıvermiş birden ilk sırayı.
Bir “la havle” çekerken derviş Yarı dazlak oracıkta beklermiş Koltukta dört köşe bizim kabadayı Basarmış durmadan kahkahayı “Kabak derviş, kabak dayı İçine dolma koyak dayı” Diye sıralamış bin bir çeşit zırvayı.
Derviş baba sıkmış dişini Berber bitirince işini Alayları ağzında bizim Zıpkın Daha başındayken sokağın Bir at arabası çarpmış ansızın Koşum oku saplanmış döşüne.
Berber dervişe sormuş düşüne düşüne “Biraz fazla olmadı mı beddua babalık Niye bu kadar çok gücendin? Garibi canından ettin”. Derviş başı önde, pek üzgün Demiş, “Ben ona gücenmedim sen de gördün Ama kabağında vardır bir sahibi Sanırım o epeyce gücenmiş gibi...”
*** Tembelliği Aşılar
Bir zamanlar İstanbul’da Kurulmuş bir panayır Keten helvalar, şuruplar, macunlar Ye, iç istediğin kadar Hünkârımız Padişah’tan hayrattır.
İpte yürür iki cambaz Biri ağzından alev çıkarır. Akıl almaz gösterilere Padişah da bayılır.
Bir adam çıkar meydana Elinde incecik bir ip Karşıya bir yorgan iğnesi dikip Beş, on adım geri çekilip Attı mı ipi iğnenin deliğine Geçirirmiş ipi her seferinde.
Patlamış bir alkış tufanı Padişah çağırıp sadrazamı: -Kırk altın verin şu adama Kırk da sopa vurun sırtına! Sadrazam şaşırmış bu fermana: -Padişahım altını anladık ama Nedendir kırk sopa zavallıya?”
Padişah sıvazlayıp sakalını, - Kırk altını hak etti bu cambaz Çünkü yaptığının kimse yapamaz Ne yazık ki yaptığı hiçbir işe yaramaz, Hüneri karın doyurmaz. Kim bilir ne kadar zaman harcadı, Öğrenmek için bu numarayı. Kırk sopa vurmazsak bu haylaza Tembelliği aşılar halkıma…
(Anonim öyküden uyarlama)
*** Minareden At Beni
Minareye çıkmış bizim köyde bir deli Demiş, “Atacağım vallahi kendimi!” Çoluk çocuk toplanmış millet Al gözüm şamatayı sen seyret.
Yalvar yakar seslenmişler hep birden Ev bile alırız sana şehirden Altına da çekeriz bir araba, kırmızı İçinde olacak allı pullu bey kızı.
Ne dedilerse deli oralı olmamış “Atlarım ha!” deyip ayak sallamış Bakmışlar başka çare yok Bizim delinin kuru lafa karnı tok...
Deli deliyi, imam ölüyü sever Çağırmışlar komşu köyden başka bir deli Elinde sallanır kocaman bir bıçak Seslenmiş aşağıdan bağırarak:
“Minareyi keserim, bana bak! İnmezsen oradan çabucak.” Bizim deli yelkenleri indirmiş “Tamam, arkadaş kesme demiş Kesersen düşerim yere şapadanak.”
(Anonim öyküden) ***
Karpuzu Siz Yiyin!
Bir yaz günü bizim köyde Üç beş yaşlı adam Sermişler postu Ulu bir kavağın gölgesine Yanı başlarında gür bir çeşme Suyu çelik gibi, sanki buz...
Suyun içinde atmışlar Kafa gibi bir karpuz Sohbetleri baldan tatlı Hepsi güngörmüş geçirmiş Feleğin çarkından geçmiş…
O sırada birkaç araba Tozu dumana kata kata Gelip durmuş yanlarında. Gelenler takım elbiseli, kravatlı Göbekler de bir hayli yağlı Enseler dersen bin katlı.
Gelen vekiliymiş ilin Demiş, “Ey köylü emmilerim! Görüyorum keyfiniz dört köşe Yüzlerinizden okunur neşe Akıyor gürül gürül çeşme Karpuz dersen bostandan seçme.
Bizimkisi de iş mi canım Çekilmiyor sıcağı Ankara’nın Yatıp kalkıp şükredin halinize Acıyın şu zavallı vekilinize...”
Osman Ağa derler köylü bir bilge Biraz dinleyip bu söyleve Girmiş yavaş yavaş söze Gözünü dikip vekilin gözüne:
“Kolayı var bunun sayın vekilim, Siz oturun burada karpuzu yiyin, Buz gibi suyu doyasıya için. Ben mersedese binip gideyim Ankara’da yanmak neymiş Bir kez olsun ben de göreyim…”
Vekil bir iki yutkunmuş O an nutku tutulmuş. Arabanın kapısını zor bulmuş… Yanındakilere demiş: “Size öğüdüm, Etmeden bir lâf iyi düşünün, Unutmayın verdiği dersi şu köylünün!”
***
Karışmam İşine
Bir yaz günü Nasrettin Hoca, Çalıştı, çabaladı tarlada. Biraz terleyip yorulunca, Baktı ki hava sıcak mı sıcak, Bir gölge aramış başını sokacak.
Bulmuş serin bir ceviz gölgesi, Belden kalındı ağacın gövdesi, Dalda ise küçücük meyvesi. Hoca’nın önünde ger geniş bir tarla, Doluymuş kafa gibi karpuzla. Kökeni de benzer bir ota…
Hoca şaşmış kalmış bu işe: -Allah’ım dedi, bu mudur adaletin? Kocaman ağaca küçücük meyve, Şu kökene de kocaman karpuz niye verdin…
Tam o sırada bir ceviz “Tık” diye düşmüş Hoca’nın kafasına. Hoca’da ne bet kalmışı, ne beniz:
-Karışmam demiş, işine bir daha, Ya ceviz yerine düşseydi başıma Yerde yatan şu karpuz, Kafam olunca tuzla buz Ne yapardı bu kulun, Dağılınca ağız, burun.
(Nasrettin Hoca Fıkralarından uyarlama)
*** Dengeli Beslenme
Malûm ya Nasrettin Hoca Her düğünde, dernekte Kaçırmazdı hiçbir fırsatı. Basardı çorbaya kaşığı Pilavla hoşafın da verirdi hakkını…
Yine böyle bir günde Öğrencileri ile düğünde Sofralar serildi önlerinde Hoca, baş köşeye kuruldu...
-Hocam, dedi öğrencilerden biri, Korumak için sağlığı, bedeni İnsan ne zaman yemek yemeli? Hoca, doğrultarak sofradan başını “Bu iş, dedi çocuklar, kesenize bağlı.” “Hocam, dediler anlamadık ne dediğini Bu cevap bilmece gibi…”
Hoca; “Bu iş gayet basit evlâdım Şudur size son cevabım; Zenginler yemeli acıkınca Yoksullar ise fırsatı bulunca Doyurmalı karnını…”
*** Hekime Gitseydin
Gözü ağrıyan bir adam Acılar içinde kıvranarak Yalvar yakar ağlayarak Yardım ister bir baytardan:
-Gözüme bir ilâç verin beyim Elini ayağını öpeyim... Baytar haline bakar adamın: -Ben der, insandan anlamam Hayvanlardır benim hastam...
Ne dese adam anlamaz Baytar başka çare bulamaz. Hayvanlara ne yaparsa baytar Tıpkısını adama uygular. Lâkin gözü kör olur zavallının Varıp kapısına dayanır kadının:
-Şikâyetçiyim der bu heriften Etti bakın beni bir gözden! Diyetini, bedelini isterim Cezası neyse çeksin derim!
Kadı düşünür, taşınır Ve şöyle bir hükme varır: -Diyeti, miyeti olmaz bu işin İnsan olsan sen hekime giderdin...
Kıssadan hisse al Velim Ne çektinse kendi elinden çektin...
(Sadi Şirazi-Şeçme Öykülerden Uyarlama.)
****
Ayının Dostluğu
Ava çıkan avcının biri Görmüş ki dev bir ejderha Bir boz ayıyı yutmada. Çekip kılıcını, atıp okunu Kurtarmış ölümden ayıyı. Ayı demiş, “Sana can borcum var Olayım sana kul, köle, hizmetkâr.”
Ayı, avcının ardında uymuş her emre Olmuş koca gövdeli ablak bir köle Gel zaman git zaman herkes bunu duymuş Avcının önüne geçmiş bir bilge; “Oğlum demiş, ayıdan köle olmaz insana Bırak gitsin hayvanı ormana Yaptığın iyilik de kalsın senin yanına.” Bizim avcı mağrur, öyle diklenmiş “Hasedinden çatla, patla,” diye bilgeyi terslemiş.
Günlerden bir gün avcı sıcaktan bunalmış Koyu bir gölge bulup uzanmış Uyur uyumaz bir karasinek Havada helezonlar çizerek Avcının okkalı burnuna konmuş Ayı pençe atmış, tekme savurmuş Çaresi yok, sinek orda dururmuş.
Öfkeli ayı kapmış kocaman bir kaya Kucaklamış burnundan soluya soluya Var gücüyle indirmiş avcının başına Dönmüş bizimkinin kafası keşkek aşına Oğul iyi tanı, iyi bil dostunu Deldirmeden gencecik postunu…
(Mesnevi’den uyarlama.) *** Neden Kılıbıkmış?
Bay öküz ile bay aslan Arkadaş olmuşlar pek candan. Çalmak için bir gün felekten Bir solukta çıkmışlar evlerinden.
Meyhanede masalar kurulmuş İçkiler de mezeler de pek hoşmuş. Aktıkça saatleri tatlı gecenin Bay aslan tedirgin mi tedirgin İki de bir saatine bakar dururmuş.
Dipledikçe kadehleri peş peşe Kafayı bulan öküz pür neşe Merakla sormuş kral aslana: “Sen ki şu ormanda bir hakansın Niye ikide bir saatine bakarsın? Kılıbıklık yakışır mı sana Kadehin boşalmış baksana!”
Aslan son bardağı ayakta içerek; “Bunu anlamaz senin öküz kafan Çünkü seni bekler evde bir inek Beni bekleyen pençeli bir dişi aslan Hem de darbesi de pek yaman…”
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.