Biz ancak bize hayran olanları can ve yürekten överiz. la rochefaucauld
Şiirin Gözü
Derin bir yurt sevgisi, tarih bilinci, bireysel ve toplumsal duyarlılık taşıyan güçlü bir şiir kitabı olarak çok katmanlı ve kapsamlı bir çalışmadır. Kitap, yedi tematik bölümde toplanan şiirlerle Tü...
7. Bölüm

Her Öyküde Bir Şiir

18 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
“Her öykünün altında bir şiir,
Her şiirin altında bir öykü yatar.”

***
Öykülerden Uyarlama Şiirler
VI. Bölüm
***

Helvayı Neden Yemiş?

Bir papaz, bir haham ve bizim Hoca
Arkadaş olurlar bir gün yolda
Geç vakitte varırlar bir konağa
Sahibini dersen varlıklı bir ağa,
Sunar onlara sıcacık helva.

Hoca oruçtu gün boyunca
-Yiyelim dedi, helvayı doyunca
Ötekiler karşı çıktı ona:
-Biz şimdi tokuz, hemen yatalım
Kim görürse en güzel bir rüya
Sabah helvayı ona bırakalım.

Sabah her biri başladı anlatmaya:
-Ben dedi papaz, İsa Mesih’i gördüm
Çıktık yedi kat üstüne göğün
Vardık onunla Tanrı katına.

Haham aldı hemen sözü:
-Ben dedi, aştım Sina çölünü
Elinde asa, mübarek Musa’yla
Benim hakkımdır bu helva.

Hoca bıyık altından gülerek:
-Rüyamda dedi, Resul Muhammed
Dedi bana uyan, ha gayret!
Onların biri aşarken çölü
Biri de arşınlarken mavi göğü,
Ye helvayı, olsun afiyet!

Papaz ve haham yerinden fırladı:
-Yedin mi yoksa helvayı?
Hoca gayet vakur, ağırbaşlı:
-Emrine karşı gelir miyim,
O mübarek peygamberin!

(Mesnevi’den Uyarlama)

***
Kabağın Sahibi

Zamanın birinde bir derviş
Düşünerek derin derin
Her şeyden arınmak için
Bir berber dükkânına girmiş.

“Usturayı vur başıma usta
Kararım kesin bu hususta
Dünya malı dünyada kalmalı
Neyliyeyim saçı sakalı.”
Deyip oturmuş koltuğa...

Yarısı kazınmışken saçın
Duymuş yer gök sarsan narayı
“Heyt! Tıraş sırası benim
Yoksa seni hacamat ederim!”
Narayı atan bir kabadayı
Yaka paça tutup derviş babayı
Kapıvermiş birden ilk sırayı.

Bir “la havle” çekerken derviş
Yarı dazlak oracıkta beklermiş
Koltukta dört köşe bizim kabadayı
Basarmış durmadan kahkahayı
“Kabak derviş, kabak dayı
İçine dolma koyak dayı”
Diye sıralamış bin bir çeşit zırvayı.

Derviş baba sıkmış dişini
Berber bitirince işini
Alayları ağzında bizim Zıpkın
Daha başındayken sokağın
Bir at arabası çarpmış ansızın
Koşum oku saplanmış döşüne.

Berber dervişe sormuş düşüne düşüne
“Biraz fazla olmadı mı beddua babalık
Niye bu kadar çok gücendin?
Garibi canından ettin”.
Derviş başı önde, pek üzgün
Demiş, “Ben ona gücenmedim sen de gördün
Ama kabağında vardır bir sahibi
Sanırım o epeyce gücenmiş gibi...”

***
Tembelliği Aşılar

Bir zamanlar İstanbul’da
Kurulmuş bir panayır
Keten helvalar, şuruplar, macunlar
Ye, iç istediğin kadar
Hünkârımız Padişah’tan hayrattır.

İpte yürür iki cambaz
Biri ağzından alev çıkarır.
Akıl almaz gösterilere
Padişah da bayılır.

Bir adam çıkar meydana
Elinde incecik bir ip
Karşıya bir yorgan iğnesi dikip
Beş, on adım geri çekilip
Attı mı ipi iğnenin deliğine
Geçirirmiş ipi her seferinde.

Patlamış bir alkış tufanı
Padişah çağırıp sadrazamı:
-Kırk altın verin şu adama
Kırk da sopa vurun sırtına!
Sadrazam şaşırmış bu fermana:
-Padişahım altını anladık ama
Nedendir kırk sopa zavallıya?”

Padişah sıvazlayıp sakalını,
- Kırk altını hak etti bu cambaz
Çünkü yaptığının kimse yapamaz
Ne yazık ki yaptığı hiçbir işe yaramaz,
Hüneri karın doyurmaz.
Kim bilir ne kadar zaman harcadı,
Öğrenmek için bu numarayı.
Kırk sopa vurmazsak bu haylaza
Tembelliği aşılar halkıma…

(Anonim öyküden uyarlama)

***
Minareden At Beni

Minareye çıkmış bizim köyde bir deli
Demiş, “Atacağım vallahi kendimi!”
Çoluk çocuk toplanmış millet
Al gözüm şamatayı sen seyret.

Yalvar yakar seslenmişler hep birden
Ev bile alırız sana şehirden
Altına da çekeriz bir araba, kırmızı
İçinde olacak allı pullu bey kızı.

Ne dedilerse deli oralı olmamış
“Atlarım ha!” deyip ayak sallamış
Bakmışlar başka çare yok
Bizim delinin kuru lafa karnı tok...

Deli deliyi, imam ölüyü sever
Çağırmışlar komşu köyden başka bir deli
Elinde sallanır kocaman bir bıçak
Seslenmiş aşağıdan bağırarak:

“Minareyi keserim, bana bak!
İnmezsen oradan çabucak.”
Bizim deli yelkenleri indirmiş
“Tamam, arkadaş kesme demiş
Kesersen düşerim yere şapadanak.”

(Anonim öyküden)
***

Karpuzu Siz Yiyin!

Bir yaz günü bizim köyde
Üç beş yaşlı adam
Sermişler postu
Ulu bir kavağın gölgesine
Yanı başlarında gür bir çeşme
Suyu çelik gibi, sanki buz...

Suyun içinde atmışlar
Kafa gibi bir karpuz
Sohbetleri baldan tatlı
Hepsi güngörmüş geçirmiş
Feleğin çarkından geçmiş…

O sırada birkaç araba
Tozu dumana kata kata
Gelip durmuş yanlarında.
Gelenler takım elbiseli, kravatlı
Göbekler de bir hayli yağlı
Enseler dersen bin katlı.

Gelen vekiliymiş ilin
Demiş, “Ey köylü emmilerim!
Görüyorum keyfiniz dört köşe
Yüzlerinizden okunur neşe
Akıyor gürül gürül çeşme
Karpuz dersen bostandan seçme.

Bizimkisi de iş mi canım
Çekilmiyor sıcağı Ankara’nın
Yatıp kalkıp şükredin halinize
Acıyın şu zavallı vekilinize...”

Osman Ağa derler köylü bir bilge
Biraz dinleyip bu söyleve
Girmiş yavaş yavaş söze
Gözünü dikip vekilin gözüne:

“Kolayı var bunun sayın vekilim,
Siz oturun burada karpuzu yiyin,
Buz gibi suyu doyasıya için.
Ben mersedese binip gideyim
Ankara’da yanmak neymiş
Bir kez olsun ben de göreyim…”

Vekil bir iki yutkunmuş
O an nutku tutulmuş.
Arabanın kapısını zor bulmuş…
Yanındakilere demiş: “Size öğüdüm,
Etmeden bir lâf iyi düşünün,
Unutmayın verdiği dersi şu köylünün!”

***


Karışmam İşine

Bir yaz günü Nasrettin Hoca,
Çalıştı, çabaladı tarlada.
Biraz terleyip yorulunca,
Baktı ki hava sıcak mı sıcak,
Bir gölge aramış başını sokacak.

Bulmuş serin bir ceviz gölgesi,
Belden kalındı ağacın gövdesi,
Dalda ise küçücük meyvesi.
Hoca’nın önünde ger geniş bir tarla,
Doluymuş kafa gibi karpuzla.
Kökeni de benzer bir ota…

Hoca şaşmış kalmış bu işe:
-Allah’ım dedi, bu mudur adaletin?
Kocaman ağaca küçücük meyve,
Şu kökene de kocaman karpuz niye verdin…

Tam o sırada bir ceviz
“Tık” diye düşmüş Hoca’nın kafasına.
Hoca’da ne bet kalmışı, ne beniz:

-Karışmam demiş, işine bir daha,
Ya ceviz yerine düşseydi başıma
Yerde yatan şu karpuz,
Kafam olunca tuzla buz
Ne yapardı bu kulun,
Dağılınca ağız, burun.

(Nasrettin Hoca Fıkralarından uyarlama)

***
Dengeli Beslenme

Malûm ya Nasrettin Hoca
Her düğünde, dernekte
Kaçırmazdı hiçbir fırsatı.
Basardı çorbaya kaşığı
Pilavla hoşafın da verirdi hakkını…

Yine böyle bir günde
Öğrencileri ile düğünde
Sofralar serildi önlerinde
Hoca, baş köşeye kuruldu...

-Hocam, dedi öğrencilerden biri,
Korumak için sağlığı, bedeni
İnsan ne zaman yemek yemeli?
Hoca, doğrultarak sofradan başını
“Bu iş, dedi çocuklar, kesenize bağlı.”
“Hocam, dediler anlamadık ne dediğini
Bu cevap bilmece gibi…”

Hoca; “Bu iş gayet basit evlâdım
Şudur size son cevabım;
Zenginler yemeli acıkınca
Yoksullar ise fırsatı bulunca
Doyurmalı karnını…”

***
Hekime Gitseydin

Gözü ağrıyan bir adam
Acılar içinde kıvranarak
Yalvar yakar ağlayarak
Yardım ister bir baytardan:

-Gözüme bir ilâç verin beyim
Elini ayağını öpeyim...
Baytar haline bakar adamın:
-Ben der, insandan anlamam
Hayvanlardır benim hastam...

Ne dese adam anlamaz
Baytar başka çare bulamaz.
Hayvanlara ne yaparsa baytar
Tıpkısını adama uygular.
Lâkin gözü kör olur zavallının
Varıp kapısına dayanır kadının:

-Şikâyetçiyim der bu heriften
Etti bakın beni bir gözden!
Diyetini, bedelini isterim
Cezası neyse çeksin derim!

Kadı düşünür, taşınır
Ve şöyle bir hükme varır:
-Diyeti, miyeti olmaz bu işin
İnsan olsan sen hekime giderdin...

Kıssadan hisse al Velim
Ne çektinse kendi elinden çektin...

(Sadi Şirazi-Şeçme Öykülerden Uyarlama.)

****

Ayının Dostluğu

Ava çıkan avcının biri
Görmüş ki dev bir ejderha
Bir boz ayıyı yutmada.
Çekip kılıcını, atıp okunu
Kurtarmış ölümden ayıyı.
Ayı demiş, “Sana can borcum var
Olayım sana kul, köle, hizmetkâr.”

Ayı, avcının ardında uymuş her emre
Olmuş koca gövdeli ablak bir köle
Gel zaman git zaman herkes bunu duymuş
Avcının önüne geçmiş bir bilge;
“Oğlum demiş, ayıdan köle olmaz insana
Bırak gitsin hayvanı ormana
Yaptığın iyilik de kalsın senin yanına.”
Bizim avcı mağrur, öyle diklenmiş
“Hasedinden çatla, patla,” diye bilgeyi terslemiş.

Günlerden bir gün avcı sıcaktan bunalmış
Koyu bir gölge bulup uzanmış
Uyur uyumaz bir karasinek
Havada helezonlar çizerek
Avcının okkalı burnuna konmuş
Ayı pençe atmış, tekme savurmuş
Çaresi yok, sinek orda dururmuş.

Öfkeli ayı kapmış kocaman bir kaya
Kucaklamış burnundan soluya soluya
Var gücüyle indirmiş avcının başına
Dönmüş bizimkinin kafası keşkek aşına
Oğul iyi tanı, iyi bil dostunu
Deldirmeden gencecik postunu…

(Mesnevi’den uyarlama.)
***
Neden Kılıbıkmış?

Bay öküz ile bay aslan
Arkadaş olmuşlar pek candan.
Çalmak için bir gün felekten
Bir solukta çıkmışlar evlerinden.

Meyhanede masalar kurulmuş
İçkiler de mezeler de pek hoşmuş.
Aktıkça saatleri tatlı gecenin
Bay aslan tedirgin mi tedirgin
İki de bir saatine bakar dururmuş.

Dipledikçe kadehleri peş peşe
Kafayı bulan öküz pür neşe
Merakla sormuş kral aslana:
“Sen ki şu ormanda bir hakansın
Niye ikide bir saatine bakarsın?
Kılıbıklık yakışır mı sana
Kadehin boşalmış baksana!”

Aslan son bardağı ayakta içerek;
“Bunu anlamaz senin öküz kafan
Çünkü seni bekler evde bir inek
Beni bekleyen pençeli bir dişi aslan
Hem de darbesi de pek yaman…”

***

Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL