Bir köyün sükûnetine konuşan bu roman, yalnızlık ve iletişimsizlik üzerine dokunaklı bir demeç sunuyor. Kitap boyunca, içsel sessizliğine gömülmüş bir adamdan üç kuşak sonrası torunu Cihan’a uzanan hi...
İlçeden gelen memur, köy meydanında siyah ceketinin düğmesini ilikleyip kalabalığa baktı. Adı Sedat’tı. Genç, soğukkanlı ve görevini ciddiyetle yapan biri olarak tanınıyordu. Yanında taşıdığı evrak çan tası, köylüler için adeta bir hüküm kitabı gibiydi. Muhtar Halil Efendi söze girdi: “Buyurun Sedat Bey, köylülerimiz burada. Gereken belgeleri ha zırladılar.” Sedat memnun bir baş hareketi yaptı. “Teşekkür ederim Halil Bey. Devletimizin son dönemde başlattığı toprak reformu çerçevesinde, kayıtların güncellenmesi zorunludur. Hepinizin belgelerini inceleyip kayıt altına alacağız.” Kalabalığın içindeki mırıldanmalar, kaygıyı gizleyemiyordu. Ha san, Sedat’ın bakışlarının kısa bir süreliğine Ayşe’ye takıldığını fark etti. O bakışta tuhaf bir hesap vardı. Ayşe öğretmen, köydeki tek eğitimli kadın olarak dikkat çekiyor du. İlçeden atandığından beri, hem çocukların hem de yetişkinlerin saygısını kazanmıştı. Ancak son zamanlarda, köye gelen yabancı gözlerin ona farklı bir ilgiyle baktığı da konuşuluyordu. Sedat belgeleri toplamaya başlarken, Bekir Ağa’nın sesi duyuldu: “Sedat Bey, bizim sınır taşlarımız yerli yerinde. Dedelerimizden kaldı. Bu işin altında başka bir şey yoktur, değil mi?” Sedat, gözlüğünü düzelterek cevap verdi: “Devletimiz her şeyi inceler Bekir Ağa. Endişeniz olmasın. Lakin eksik ya da geçersiz kayıt varsa, kanun ne diyorsa o uygulanır.” 17 Sessiz Sofra Bu söz, köylüler arasında yeni bir tedirginlik dalgası başlattı. Çün kü çoğu ailenin elindeki belgeler, babadan kalma sözlü beyanlara ve eski muhtarlık kayıtlarına dayanıyordu. O sırada, köyün delisi Mahmut, meydanın kenarında yüksek sesle bağırdı: “Toprak, toprağın sahibini bekler! Gece gelenler gündüzü göre mez!” Kalabalık kısa bir sessizliğe gömüldü. Mahmut’un bu tür sözleri, eskiden beri köyde kehanet gibi algılanırdı. Sedat kısa bir gülümsemeyle başını salladı ve işine devam etti. Fakat Hasan’ın içindeki huzursuzluk büyüyordu. Akşam, Hasan evde düşünceler içinde otururken, annesi Emine Hanım bir tabak sıcak çorbayla geldi. “Ne oldu oğlum, neden düşüncelisin?” “Anne... Bu devlet işleri kolay bitmeyecek gibi. Birilerinin top raklarımızda gözü var sanki.” Emine Hanım derin bir iç çekti. “Toprak kadimdir oğlum. Üstünde yaşayan değişir, altında yatan lar kalır.” Bu sözler, Hasan’ın içindeki kuşkuları daha da derinleştirdi. Se dat’ın gelişi, sadece evrak kontrolü meselesi değil, çok daha karanlık bir hesabın başlangıcı gibiydi. Halil başını hafifçe kaldırdı; gözleri boşluğa dalmıştı. Elif, baba sının bakışlarını takip etti ama onun dalıp gittiği yerlere erişemezdi. Çünkü o yollar, Halil’in çocukluk anılarına çıkan eski, tozlu yollardı. Halil, bu köyde doğmuştu. Toprağın diliyle büyümüş, rüzgârla konuşmuş, kışın ayazına, yazın sıcağına alışmıştı. Babası İsmail, sert mizaçlı bir adamdı. Çok konuşmazdı; ama gözleri her şeyi anlatırdı. Halil, çocukken babasının ellerine bakardı sık sık. Nasır tutmuş, çat lamış eller… Emeğin, yoksulluğun ve gururun elleri. 18 Sessiz Sofra “İnsanın toprağı olmalı oğlum,” derdi İsmail, “toprak seni doyu rur. Ama önce sen onu dinleyeceksin.” İsmail’in sözleri, Halil’in zihninde yıllar boyunca yankılandı. Çocuk yaşta sabah ezanıyla birlikte uyanıp babasının peşinden tarlaya koştuğu günleri hatırlıyordu. Küçük elleriyle çapayı tutmaya çalışır, kolları çabuk yorulurdu. Ama babası, oğlunun alnındaki teri gördü ğünde sadece başını okşardı. “Alışacaksın,” derdi. Ve alıştı. Okula pek gidemezdi Halil. Köy öğretmeni iyi niyetliydi; ama tar lada çalışmak çoğu zaman ders çalışmaktan önce gelirdi. Defterleri samanlıkta unuttuğu çok gün olmuştu. Okuyamadı belki; ama topra ğın, ağacın, yağmurun kitabını öğrendi. Annesi Fatma Hanım ise evin gerçek direğiydi. Babasının sertliği ne kadar keskinse, annesinin şefkati de o kadar yumuşaktı. Halil’in çocukluk gecelerinde, sobanın başında dinlediği masallar, annesinin ince sesiyle iyice büyülü bir hâl alırdı. “Her işin içinde bir hayır vardır oğlum,” derdi annesi. “İnsan ne kadar sıkılırsa sıkılsın, sabretmek lazım.” Halil büyüdükçe anladı annesinin ne demek istediğini. Özellikle babasının ani vefatından sonra... O gün, Halil henüz on yedisindeydi. Bahar yeni gelmiş, erik ağaç ları çiçek açmıştı. Babası sabah yine tarlaya gitmişti. Ama akşam olunca dönmedi. Köyün gençleri, Halil’le birlikte tarlaya koştular. Babasının bedeni, traktörün yanında hareketsiz yatıyordu. Kalbi dur muştu. Halil, o günden sonra kendini başka bir adam olarak buldu. Artık tarlanın sahibi, evin direği oydu. Babasının yerini almak zorunda kal mıştı. Henüz gençti ama omuzlarına yüklenen sorumluluk ağırdı. O yıllar boyunca, yorgunlukla sabrı yoğurarak kendini büyüttü. 19 Sessiz Sofra Emine ile o günlerin biraz sonrasında tanıştı. Genç kız, köye yeni taşınan bir ailenin kızıydı. Elif’le yıllar sonra aynı sofra etrafında bir leşecek olan o aşkın filizleri, işte o günlerde atıldı. Emine’yi ilk kez köy çeşmesinde gördüğünde, içindeki yalnızlığa bir ses yankı yapmıştı. İlk bakışta sevda denir ya; Halil bunu o gün anlamıştı. Ama fakirlik, cesareti törpüleyen bir kılıç gibiydi. Aylarca dile getiremedi duygularını. Sonunda bir akşam, ay ışığında konuşma cesareti buldu. “Seninle bir ömür kurabilir miyiz?” demişti Halil. Emine’nin gözleri dolmuştu. “Kurabiliriz,” dedi. Ve kurdular. Şimdi, karşısında oturan küçük kızları Elif’e baktıkça, yılların yü künü omuzlarında hissetse de kalbinde bir sıcaklık vardı. Babasının öğrettiği toprak sevgisi, annesinin öğrettiği sabır, hepsi birleşmiş; bu sıcak sofrada hayat bulmuştu. Halil kaşığını yavaşça çorbaya daldırdı. Yüzünde ince bir tebes süm belirdi. Sessizlik, geçmişle bugünün arasında bir köprü gibi sa lınıyordu. Kurak Mevsim YASAK MEKTUP Muhtar, sarı zarfı uzattı: “Devlet diyor ki: ‘Toprak kayması riski. Köy boşaltılacak.’” Halil mührü parçaladı. Haritada kırmızı çizgiler köyün etrafını sarmıştı. “Babamın kemikleri bu toprakta! Çadırda doğdum, burada öleceğim!” Zarfı sobaya attı. Alevler, 1960 kışını hatırlattı: Babasının donmuş cesedi, karda bir kara leke... Emine, ya nan kâğıttan sıçrayan kıvılcımı eliyle söndürdü. Parmakları yanmıştı ama hissetmedi. 20 Sessiz Sofra KANLI MENDİL *Emine, aynada saç diplerini kontrol ederken bir tutamı avucu na döküldü. “Tıpkı annem gibi,” dedi sessizce. Telaşla saçını topuz yaptı. Mutfakta domates sosu hazırlarken öksürük krizi tuttu. Mendile sıçrayan kırmızı lekeleri görünce soğuk suya bastırdı. Halil içeri girdiğinde mendili ateşe attı. “Neydi o?” – Domates. *Ateş, mendili yutarken Emine’nin yüzüne turuncu bir ışık vurdu: Yalanının rengi. YAĞMUR DUASI Köy meydanında toplanan kadınlar, taşlara diz çöktü. Hoca dua ederken Emine’nin dudakları kıpırdamadı. “Yağmur yağsa bile be nim ekinim biçilmiş,” diye düşündü. Halil, uzaktan bakarken Elif’in dua kitabındaki İstanbul fotoğrafını gördü. Sinirle toprağı tekmele di: “Sen de mi?!” Kız, kitabı hemen kapattı. O anda rüzgâr, toz bu lutunu halkın üzerine savurdu. Herkes öksürürken Emine’nin ağzına kan doldu. Yutkundu. GECE HESAPLAŞMASI *Elif, gece Halil’in ceketini katlarken cebinden İstanbul Üniversitesi kayıt belgesi çıktı. Tam saklarken Emine yakaladı: – Ka çacak mısın? – Ölmek istemiyorum anne! Burası... çürüyor. *Emine belgesi aldı, katladı, kızının cebine soktu: – Beni götür. *Elif şaş kın: “Ne?” – Tedavi için. Kimse bilmeyecek. *Koridorda gıcırtı oldu: Halil dinliyordu. Odasına çekilirken bıçakla parmağını kesti. Kanını toprak saksıya damlattı: “Bak, ben hâlâ canlıyım!” SON TESTİ *Emine, kuyuda son testiyi çekerken başı döndü. Yere yığıldı. Ha lil koşarak geldi. Onu kucaklarken entarisinin arkasındaki kan leke 21 Sessiz Sofra sini gördü. “Bu domates değil,” dedi korkuyla. Emine gözlerini açtı: – Söyleyecektim... *Halil, testiyi kuyunun taş ağzına vurup kırdı. Kı rıkları avuçlayarak: – Artık saklayacak suyumuz yok. Bölüm Final Cümlesi: “Yalan, kuraklıktan beter bir düşmandı.”
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.