Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
67. Bölüm

Varoluşun Sınavından Toplumsal Sözleşmeye: Kierkegaardiyen Bir Pencereden Atatürk’ün İnsan-ı Kâmil ve Rızalık Eksenli Medeniyet Tasavvuru

36 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, Søren Kierkegaard’ın varoluşçu felsefesinin temel kavramlarını, “köpek metaforu” üzerinden şekillenen bir “insan olma” ve “rızalık” felsefesi ile diyaloga sokmayı amaçlamaktadır. Makale, öncelikle bireyin öznel doğruluk, içsellik, özgür irade ve sorumluluk sıçramasıyla “gerçek insan” haline gelme sürecini Kierkegaardiyen bir çerçevede inceler. Ardından, bu bireysel dönüşümün toplumsal bir projeye nasıl dönüştürülebileceği sorusunu sorar. Bu sorunun yanıtı, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelinde aranmaktadır. Çalışma, Atatürk’ün projesinin, salt bir siyasi ve ekonomik modernleşme hamlesi olmanın ötesinde, Kierkegaard’ın “birey” vurgusu ile metaforik anlatıdaki “insan-ı kâmil” idealini buluşturan, “rıza”yı toplumsal düzenin temel dayanağı haline getirmeyi hedefleyen derin bir felsefi ve etik temele sahip olduğunu iddia etmektedir. Bu iddia, psikolojik, sosyolojik, tarihsel ve felsefi bir sorgulama ile desteklenerek, “insan merkezli bir uygarlık” anlayışının teorik ve pratik imkânları tartışmaya açılacaktır.

Giriş: Suretten Sîrete Varoluş Sıçraması

İnsanı diğer varlıklardan ayıran nedir? Biyolojik bir kategori olarak “homo sapiens” tanımı, bu ayrımı açıklamakta yetersiz kalır. Verilen metafor, bu ayrımı “sûret” (dış görünüş, form) ve “sîret” (iç yüz, öz, essence) kavramları üzerinden yapar. Köpek, sûreten bir hayvandır ve içgüdüsel eyleminin (tavuk yemek) etik sonuçlarından bihaberdir. Onun için eylem, nötrdür. Sûreten insan olan ancak eylemlerinin ahlaki anlam ve sonuçlarını idrak etmeyen, dolayısıyla sîreten hayvani düzlemde kalan varlık da benzer bir konumdadır. İnsan olma yolculuğu, işte buradan, eylemin etik boyutunun farkına varma anından başlar. Bu farkındalık, kişiyi Kierkegaard’ın deyimiyle “estetik varoluş alanı”ndan (haz ve acı ile yönetilen, içgüdüsel düzlem) “etik varoluş alanı”nın eşiğine getirir.

Ancak metafora göre, farkındalık tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, hatayı kabul etmek, onu telafi etmek (tavukların parasını ödemek) ve mağdurun rızasını almaktır. Bu, Kierkegaardiyen anlamda bir “sıçramayı”, daha doğrusu birbirini tamamlayan iki sıçramayı gerektirir: İlki, içgüdüsel benlikten etik benliğe yapılan sıçrama (eylemin sorumluluğunu alma). İkincisi ve daha radikal olanı ise, etik benlikten, telafi ve rıza ile karakterize edilen “dinsel varoluş alanı”nın sınırlarına yapılan sıçramadır. Kierkegaard için dinsel alan, evrensel etik kuralların (metaforumuzdaki “iyi-kötü bilgisi”) ötesine geçen, öznel, kişisel ve mutlak bir bağlanmayı içerir. Metaforumuzda bu, kişinin kendi vicdanı ve mağdur ile kurduğu mutlak, öznel ve telafisi imkansız görünen bir zararı telafi etme iradesini gerektiren diyalog olarak tezahür eder. Bu, “iman sıçraması”nın seküler ve etik bir yorumudur: İnsan-ı kâmil olma sıçraması.

I. Bölüm: Kierkegaard Felsefesinde Bireyin Doğuşu ve Sorumluluk Yükü

Søren Kierkegaard (1813-1855), modern varoluşçu felsefenin kurucusu kabul edilir. Onun felsefesinin merkezinde, soyut sistemler veya evrensel hakikatler değil, somut, tek tek “birey” (den Enkelte) vardır. Kierkegaard’a göre insan, öncelikle kitle içinde eriyen, sürü psikolojisiyle hareket eden, “herkes” gibi olan (Danish: ‘Ombud’) bir varlıktır. Gerçek anlamda varoluş, kişinin bu anonimlikten sıyrılıp, özgür iradesiyle kendi yaşamını seçmesi ve bu seçimin getirdiği kaygı (angst) ve sorumlulukla yüzleşmesiyle başlar.

Kierkegaard, bu varoluşsal yolculuğu üç aşamalı bir modelle açıklar:

Estetik Alan: Birey, haz peşinde koşar, acıdan kaçar. Anlık zevkler, duygusal dalgalanmalar ve dışsal uyaranlar onun yaşamını yönlendirir. Metaforumuzdaki henüz sorumluluk bilincine ermemiş, eyleminin sonucunu düşünmeyen “sûreten insan” bu alandadır. Kierkegaard’ın deyimiyle buradaki birey, “umutsuzluğun farkında olmayan” haldedir.

Etik Alan: Birey, evrensel ahlak yasalarını, görev ve sorumluluklarını fark eder. Haz yerine, iyiyi, doğruyu yapma iradesini merkeze alır. Toplumsal normlar, ailevi görevler ve evrensel ahlak kuralları rehberdir. Metaforumuzdaki eyleminin “kötü” olduğunu fark eden kişi, bu alana adım atmıştır. Bu, umutsuzluğun farkına varmak ve onunla yüzleşmektir.

Dinsel Alan: Bu en üst aşamadır. Birey, evrensel etik kuralların bile çözemediği bir çıkmazla (Kierkegaard buna “teleolojik süspansiyon” der) karşı karşıya kalır. İbrahim’in oğlunu kurban etme emri örneğindeki gibi, dini bir buyruk, evrensel ahlakı askıya alır. Burada devreye “iman sıçraması” girer. Birey, aklın ve evrensel etiğin ötesine, öznel, içsel ve riskli bir inanç alanına sıçrar. Bu, mutlak bir teslimiyet ve mutlak bir sorumluluktur.

Metaforumuzla bağlantı kurarsak: Eylemin kötü olduğunu fark etmek (etik alan), kişiyi içgüdüsel yaşamdan (estetik alan) kurtarır. Ancak telafi ve rıza arayışı, evrensel “ödünç-ver” etiğinin ötesine geçer. Bu, kişisel, öznel ve derin bir vicdan muhasebesini gerektirir. Mağdurun rızasını almak, onunla kurulan diyalog, adeta Tanrı ile kurulan diyalog gibi kişiseldir ve bir “sıçrama” gerektirir. İşte bu sıçrama, insan-ı kâmil olma mertebesine, Kierkegaardiyen anlamda “dinsel alan”ın seküler bir tezahürüne işaret eder.

II. Bölüm: Rızalık Yolu: Bireysel Kemaletten Toplumsal Sözleşmeye

Metafor, bireysel dönüşümü anlatırken, kaçınılmaz olarak toplumsal bir boyuta evrilir: “Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır?” Rızalık kavramı, bu geçişin anahtarıdır.

a) Rızanın Psikolojik ve Sosyolojik Temelleri:
Psikolojik düzeyde, rıza arayışı, suçluluk ve utanç duygularını sağlıklı bir şekilde bertaraf etmenin yoludur. Carl Jung’un “gölge” arketipi bağlamında, birey kabul etmekte zorlandığı kusurlu yanını (gölgesini) görür, onu bütünleştirir ve bu süreçte daha olgun bir benliğe ulaşır. Sosyolojik düzeyde ise rıza, toplumsal düzenin en eski ve en kalıcı yapı taşıdır. Max Weber’in otorite tiplerinden “karizmatik” ve “geleneksel” otoritenin aksine, “hukuki-rasyonel otorite”, yönetilenlerin rızasına dayanır. Modern toplumsal sözleşme teorileri (Hobbes, Locke, Rousseau) de bir devletin meşruiyetinin, onu oluşturan bireylerin –açık veya zımni– rızasına bağlı olduğunu savunur.

b) Türkiye Bağlamında Rıza Krizinin Tarihsel Arka Planı:
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri, derin bir “rıza krizi” ile karakterize olmuştur. Toplum; etnik, dini ve sınıfsal olarak parçalanmış, merkezi otorite (Padişah) birçok kesim nezdinde meşruiyetini yitirmiş, “kümes” metaforundaki gibi bir kaos ve güvensizlik hâkim olmuştur. Bu ortamda, toplumsal birliği ve kolektif rızayı yeniden tesis etmek, hayati bir önem taşımaktaydı.

III. Bölüm: Atatürk’ün Projesi: Kierkegaardiyen Bireyi İnşa Etmek ve Rıza Temelli Bir Toplum Kurmak

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 arasındaki devrimleri, bu felsefi ve psikolojik arka plan ışığında yeniden okunabilir. Onun projesi, salt bir “devlet kurma” eylemi değil, “insan-ı kâmili” inşa etme ve onun üzerinden “rıza temelli” bir toplumsal sözleşme yaratma projesidir. Bu, Kierkegaard’ın birey odaklı varoluşçu perspektifiyle son derece uyumludur.

a) Bireyi Güçlendirmek: Kula Kul Olmaktan Kurtarmak:
Kierkegaard, bireyin “kitle” içinde erimesine, dogmalara ve körü körüne itaate şiddetle karşı çıkmıştır. Atatürk’ün “akıl ve bilimi” rehber edinme çağrısı, tam da bu “kitle” psikolojisinden, dogmatik düşünceden bireyi kurtarmayı hedefler. Laiklik ilkesi, bireyin vicdanını ve aklını dini otoritenin dogmalarından özgürleştirerek, onu özgür irade sahibi, kendi kararlarını verebilen bir özne haline getirmeyi amaçlar. Bu, Kierkegaard’ın “iman sıçraması”nın ön koşuludur: Özgür ve sorumlu bir irade. “Kula kul olmamak” direktifi, bireyin hem dini hem de siyasi otoriteler karşısında özerkliğini vurgular.

b) Siyasi ve Hukuki Altyapı ile Rızanın Kurumsallaştırılması:
Atatürk, bireysel dönüşümü, onu güvence altına alacak kurumsal bir çerçeveyle tamamlamıştır.

Cumhuriyet: Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması, nihai rızanın tek meşru kaynağı olarak “halk iradesini” tesis etmiştir.

Demokrasi: Halkın, temsilcilerini seçme ve değiştirme yoluyla yönetime rızasını veya rızasızlığını göstermesinin mekanizmasıdır.

Hukuk Devleti: Bireyin devlete karşı haklarını güvence altına alır. Metaforumuzdaki “zararın tazmini” ilkesi, hukuk devletinde “haksız fiil hükümleri”, “tazminat davaları” ve “ceza hukuku” ile kurumsallaşmıştır. Adalet, rızanın temelidir; adaletsiz bir sistemde rızadan söz edilemez.

Vatandaşlık Hakları: Medeni Kanun, kadın hakları, eğitim hakkı vb. ile bireyi güçlendirerek, onu toplumsal sözleşmenin eşit ve özgür bir ortağı haline getirmiştir. Eşitlik olmadan, gerçek bir rıza ilişkisinden söz edilemez.

c) Ekonomi ve Helal Kazanç: Rızanın Maddi Temeli:
Metafor, “alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç”ı merkeze alır. Atatürk’ün “ekonomi milli müdafaanın birinci şartıdır” sözü ve başlattığı kalkınma hamleleri (örneğin, özellikle 1930’lardaki devletçi sanayileşme), bireyi ekonomik bağımlılıktan kurtararak özgür iradesinin maddi temelini inşa etmeyi hedefler. Ekonomik özgürlük olmadan, siyasi ve bireysel özgürlükler kırılgandır. “Helal kazanç”, toplumsal rızanın da ekonomik boyutudur; emeğin sömürülmediği, adil bir bölüşüm sistemine işaret eder.

IV. Bölüm: Eleştirel Bir Analiz: Tez, Antitez ve Sentez

Tez: Atatürk’ün projesi, Kierkegaardiyen anlamda özgür, sorumlu, ahlaki bilince sahip bireyler yetiştirmeyi ve bu bireylerin karşılıklı rızasına dayanan akılcı, adil ve insani bir toplum (medeniyet) inşa etmeyi hedefleyen köklü bir felsefi harekettir.

Antitez 1 (Felsefi/Tarihsel): Kierkegaard’ın felsefesi son derece bireyci ve içseldir; Atatürk’ün projesi ise kolektif, siyasaldır ve “toplum mühendisliği” eleştirisine açıktır. Tek parti dönemi uygulamaları, bireyin özerkliği ile devletin jakoben modernleşme çabaları arasında gerilimler yaratmıştır.
Antitez 2 (Sosyolojik): Toplumsal dönüşüm, idealize edilmiş “kâmil insan” modeli üzerinden yürütülemez. Toplum çok daha karmaşık, çıkar çatışmalarıyla dolu ve heterojendir. Rıza her zaman kusurlu ve kısmi olabilir.
Antitez 3 (Güncel): Günümüz Türkiye’sinde yaşanan kutuplaşma, adalet sorunu ve demokratik gerileme, bu projenin tam anlamıyla hayata geçirilemediğini veya sekteye uğradığını göstermektedir.

Sentez: Bu eleştiriler, projenin tarihsel pratikteki zorluklarını ve çelişkilerini gösterse de, onun temel felsefi hedefini geçersiz kılmaz. Aksine, bu hedefin ne denli iddialı ve zorlu olduğunu ortaya koyar. Atatürk’ün projesi, jakoben bir dayatma değil, uzun vadeli bir kültürel ve eğitimsel dönüşüm hedefiydi. Günümüzdeki sorunlar, bu dönüşümün tamamlanamamasından veya kesintiye uğramasından kaynaklanıyor olabilir. Projenin özü, sürekli bir özeleştiri, telafi ve rıza arayışını içerir. Dolayısıyla, bugünkü krizler bile, bu felsefenin ne kadar gerekli olduğunun bir kanıtı olarak okunabilir.

Sonuç: İnsan Merkezli Bir Uygarlık Yolunda

Kierkegaard, bireyin kendi varoluşunu anlamlandırmasının, özgürce seçimler yapmasının ve bu seçimlerin sorumluluğunu üstlenmesinin filozofuydu. “Köpek metaforu” ve onun genişletilmiş yorumu, bu süreci “sûretten sîrete”, “estetik olandan etik ve dinsel olana” bir sıçrama olarak betimler. Mustafa Kemal Atatürk, bu bireysel ve varoluşsal sıçramayı, kolektif bir düzleme, bir ulusun küllerinden doğuş projesine taşımıştır.

Onun inşa etmeye çalıştığı sistem, kula kul olmayan, aklı ve vicdanı özgür, eylemlerinin sorumluluğunu alan, hata yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, helal kazanç peşinde koşan ve nihayetinde birbirinin rızasını arayan bireylerden oluşan bir toplumdu. Bu, insan-ı kâmilin toplumsal karşılığıydı. Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti, bu insan tipinin yeşerebileceği, rızanın kurumsal garantörü olarak tasarlandı.

Sonuç olarak, bu iki düşünsel hat –Kierkegaard’ın varoluşçu bireyciliği ile Atatürk’ün toplumsal rıza projesi– birbirini dışlamaz; tam aksine, birbirini tamamlar. Gerçek anlamda insan olmak, hem kendi özümüzü yoklamakla (Kierkegaard) hem de verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir huzur inşa etmekle (Atatürk) mümkündür. İnsan merkezli uygarlık yolu, işte bu zorlu, onurlu ve hiç bitmeyen rıza arayışının ta kendisidir.

Kaynakça (Örnek Gösterim):

Kierkegaard, Søren. (1843). Fear and Trembling. Various editions.

Kierkegaard, Søren. (1846). Concluding Unscientific Posts cript to Philosophical Fragments. Various editions.

Jung, Carl Gustav. (1959). The Archetypes and The Collective Unconscious. Routledge.

Weber, Max. (1922). Economy and Society. University of California Press.

Rousseau, Jean-Jacques. (1762). The Social Contract. Various editions.

Zürcher, Erik Jan. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.

Mardin, Şerif. (2006). Türk Modernleşmesi. İletişim Yayınları.

Hanioğlu, M. Şükrü. (2011). Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton University Press.

(Metaforik metnin kaynağı belirtilmemiştir, ancak bu tür anlatılar genellikle Anadolu Tasavvuf geleneği ve halk hikmetinden beslenir).
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL