Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
47. Bölüm

Rıza Medeniyeti: Köpek Metaforundan Atatürk'ün Hümanist Projesine İnsan-ı Kâmil ve Toplum İnşası

28 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Öz: Bu makale, insan olma halini "rızalık yolu" üzerinden tanımlayan geleneksel bir metni merkeze almaktadır. Metinde sunulan "köpek metaforu", bireyin ahlaki sorumluluk, öz-bilinç ve telafi mekanizmalarıyla "sûretten sîrete" ve nihayetinde "insan-ı kâmil" mertebesine nasıl evrilebileceğini açıklamaktadır. Çalışmanın temel argümanı, bu bireysel etik ve manevi yolculuğun, bir toplum mühendisliği projesi olarak da okunabileceğidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti, bu makalede, "rızalık" felsefesinin kurumsal, hukuki ve toplumsal düzeyde tezahürü olarak yorumlanmaktadır. Erasmus ve Thomas More gibi Rönesans hümanistlerinin dünyevileşmiş, akıl merkezli ve insan odaklı bakış açılarıyla paralellikler kurularak, Atatürk'ün projesinin, "kul" değil "özgür birey", "tebaa" değil "hak sahibi yurttaş" yetiştirmeyi hedefleyen bir "hümanist modernleşme" olduğu tezi işlenecektir. Psikolojik, sosyolojik, felsefi ve tarihsel perspektiflerden ele alınan bu analiz, bireysel kemalin toplumsal kemale nasıl evrilebileceğine dair bir model sunmayı amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Köpek Metaforu, Atatürk Hümanizmi, Sorumluluk, Tazmin, Laik Hukuk Devleti, Rönesans Hümanizmi, Toplum Sözleşmesi.

Giriş: Sûretten Sîrete İnsan Olma Yolculuğu
İnsanı diğer varlıklardan ayıran nedir? Bu kadim soru, felsefe tarihinin temel sorusudur. Akıl, dil, alet yapma becerisi, dini inanç gibi birçok yanıt verilmiştir. Ancak, metnimizin çıkış noktası olan geleneksel bilgelik, bu soruyu etik ve sorumluluk temelinde yanıtlar: İnsanı yücelten, onu hayvani durumundan çıkarıp "insan-ı kâmil" mertebesine taşıyan şey, eylemlerinin ahlaki sonuçlarının farkında olması, hatalarından dönme (tövbе) ve bu hataların yol açtığı zararları telafi ederek mağdurun rızasını alma (ıslah) kapasitesidir. İşte bu zorlu yol, "Rızalık Yolu" olarak isimlendirilir.

Bu çalışma, öncelikle bu yolculuğu anlatan "köpek metaforu"nu derinlemesine inceleyecek, onun psikolojik ve felsefi katmanlarını açığa çıkaracaktır. İkinci aşamada, bu bireysel erdemlerin toplumsal bir düzene nasıl aktarılabileceği sorusuna yanıt arayacak ve Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'ni inşa sürecini, bu felsefenin bir tezahürü olarak okuyacaktır. Nihayetinde, Atatürk'ün akıl, bilim ve hümanizme dayalı projesi ile Erasmus ve Thomas More'un düşünceleri arasındaki paralellikler gösterilerek, her iki düşüncenin de merkezine "insan"ı alan ortak bir medeniyet tasavvurunun paylaştığı ortaya konulacaktır.

1. Bölüm: Metaforun Anatomisi: Köpek, İnsan ve Sorumluluk Bilinci
1.1. Hayvani Sûret ve İnsani Sîret
Metaforumuzun temelini, "sûret" (biçim, dış görünüş) ve "sîret" (öz, karakter, içyüzü) ayrımı oluşturur. Köpek, fiziksel olarak (sûreten) bir köpektir ve içgüdüleriyle hareket eder. Kümese girip tavuk yemesinin ahlaki bir değeri yoktur; bu, onun doğasının bir parçasıdır. Metne göre, sûreten insan olan bazı bireyler de eylemlerinin etik boyutunu düşünmeden, sadece içgüdüsel veya kişisel çıkar dürtüleriyle hareket edebilir. Bu durumda, onların "sîreti", yani ahlaki özü, hayvani düzlemde kalmaya devam eder. Bu, Aristotelesçi bir terimle, "potansiyel" insan olmaktan "aktüel" insan olamama halidir. İnsan olmanın özü, bu potansiyeli realize etmektir.

1.2. Ahlaki Şuurun Uyanışı: İlk Adım
İnsan olma yolculuğunun ilk ve en kritik adımı, "eyleminin farkına varma" anıdır. Birey, yaptığı bir davranışın başkaları üzerinde yarattığı etkiyi, sebep olduğu acıyı, haksızlığı veya kaybı idrak ettiği anda, hayvani bilinç düzleminden çıkıp ahlaki bilinç düzlemine adım atmış olur. Bu, Immanuel Kant'ın deontolojik etiğindeki "kategorik imperatif" (koşulsuz buyruk) ile paralellik gösterir: "Öyle davran ki, eylemine ait maksim, aynı zamanda genel bir yasa olabilsin." Köpek, bu maksimi hiç düşünemez. Sûreten insan olup da düşünmeyen, Kant'ın tabiriyle "kendi kendisinin amaç olmasından ziyade araç olması" tehlikesiyle karşı karşıyadır.

1.3. Telafi ve Rıza: Kemale Giden Yol
Farkındalık tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, metnin vurguladığı gibi, "döktüğünü doldurmak, ağlattığını güldürmek, yıktığını yapmak"tır. Yani, hatayı kabullenmek (öz-eleştiri), onarıcı adalet ilkesiyle hareket etmek (tazmin) ve nihayetinde mağdurun gönlünü alarak onun "rızasını" kazanmaktır. Buradaki "rıza" kavramı, son derece derindir. Basit bir "affetme" değil, ilişkinin onarılması, güvenin yeniden tesis edilmesi ve dengenin sağlanmasıdır. Bu süreci tamamlayan birey, artık sadece "insan" değil, "insan-ı kâmil" (olgunlaşmış, kusursuzlaşmış insan) mertebesine yükselir. Bu, psikolojideki "onarıcı şifa" (restorative healing) ve sosyolojideki "onarıcı adalet" (restorative justice) kavramlarıyla birebir örtüşen bir modeldir.

2. Bölüm: Bireyden Topluma: Rıza Felsefesinin Kurumsallaşması
2.1. Toplumsal Sözleşme ve Rıza
Bireysel düzeyde geçerli olan bu ilkeler, toplumsal düzeye nasıl taşınır? Bu sorunun yanıtı, "toplumsal sözleşme" (social contract) teorilerinde aranmalıdır. Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau, farklı biçimlerde de olsa, modern devletin, bireylerin doğa durumundaki güvensizlik ve kaostan kurtulmak için özgürlüklerinin bir kısmını bir otoriteye (devlete) devretmesiyle ortaya çıktığını savunur. Bu devrin meşruiyet kaynağı, açık veya zımni de olsa, bireylerin "rızası"dır. Metaforumuzdaki birey, zarar verdiği kişinin rızasını alarak mikro düzeyde bir sözleşme yapar. Atatürk'ün inşa ettiği devlet ise, makro düzeyde, tüm toplumun rızasına dayalı, meşru bir sözleşmedir.

2.2. Atatürk'ün Projesi: Rıza Devleti Olarak Cumhuriyet
Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 arasındaki devrimleri, Osmanlı'nın "tebaa" toplumundan, Cumhuriyet'in "yurttaş" toplumuna geçişi hedefliyordu. Bu geçiş, metaforik dilde, "sûreten Osmanlı, sîreten Cumhuriyet" olma çabasıdır.

Laik Hukuk Devleti: Tekil bireyin rıza arayışında olduğu gibi, devlet de tüm bireyler ve gruplar nezdinde meşruiyetini sağlamak zorundadır. Bunun yolu, dogmalardan ve keyfi uygulamalardan arınmış, akla ve nesnel kurallara dayalı bir hukuk sistemidir. Laiklik, devletin tüm inançlara eşit mesafede durarak, hiçbirının diğeri üzerinde tahakküm kurmasına izin vermemesi, böylece toplumsal "rıza"nın önündeki en büyük engellerden olan mezhep ve tarikat çatışmalarını bertaraf etme çabasıdır. Medeni Kanun'un kabulü, kadını metalaştıran bir anlayıştan kurtararak birey statüsüne yükseltmiş, böylece toplumun yarısının "rıza"sının hukuki teminatını oluşturmuştur.

Demokratik Katılım: Demokrasi, ulusal iradenin tecelli ettiği, halkın kendi kendini yönettiği sistemdir. Seçimler, temsiliyet, meclis; tüm bunlar, yönetilenlerin yönetime "rıza"sının kurumsal araçlarıdır. Atatürk'ün "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözü, bu rızanın nihai sahibini ilan eder.

Sosyal Devlet Anlayışı: Metaforumuzdaki "tazmin" ilkesi, sosyal devlet anlayışında kitlesel bir boyut kazanır. Toplumdaki ekonomik ve sosyal eşitsizliklerden doğan zararlar, devlet eliyle telafi edilir. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi temel hizmetlerin ücretsiz veya erişilebilir olması, en temel insan hakkı olan "onurlu bir yaşam hakkı"nın garantisidir. Bu, kolektif bir rıza ve sosyal barışın temelidir.

2.3. Özgür ve Sorumlu Bireyin İnşası: Eğitim ve Kültür
Atatürk'ün hedefi, "kula kul olmayan" bireyler yetiştirmekti. Bu, metaforumuzdaki "köpek" gibi içgüdüleriyle veya bir "sürü"nün parçası olarak hareket eden değil, aklı ve vicdanı ile hareket eden, eylemlerinin sorumluluğunu alan bireydir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Harf Devrimi, dogmatik düşünceden kurtulmuş, eleştirel aklı işleten, bilimsel düşünen bir nesil yetiştirmenin araçlarıydı. Bu proje, bireyleri "insan-ı kâmil" olma yolunda donanımlı hale getirmeyi amaçlayan bir kültür devrimiydi.

3. Bölüm: Atatürk Hümanizmi ve Rönesans Hümanizması: Paralel Yollar
3.1. Rönesans Hümanizmasının Özü
ve 16. yüzyıl Rönesans Hümanizmi, Orta Çağ'ın skolastik düşüncesine, tanrı-merkezci (teosantrik) dünya görüşüne bir tepki olarak doğdu. Erasmus ve Thomas More gibi düşünürler, insanı, aklı, bireyselliği, dünyevi erdemleri ve eleştirel düşünceyi merkeze aldılar. Kilisenin mutlak otoritesini sorguladılar, klasik Yunan ve Roma metinlerine dönüşü savunarak insan potansiyelinin keşfedilmesini önemsediler. Erasmus, "Deliliğe Övgü" adlı eserinde kilisenin dogmalarını ve toplumsal ikiyüzlülüğü hicvederek, saf bir Hıristiyan ahlakı ve insani değerlerin önemini vurguladı. Thomas More ise "Ütopya"sında, akıl, hoşgörü ve ortak mülkiyet üzerine kurulu adil bir toplum modeli hayal etti.

3.2. Atatürk'ün Hümanist Vizyonu ile Kesişimler
Atatürk'ün projesi, bu hümanist gelenekle derin bir akrabalık taşır:

Aklın ve Bilimin Merkeziliği: Her iki düşünce de dogmaya, cehalete ve bağnazlığa karşı aklı ve bilimi kılavuz edinir. Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözü, Rönesans'ın rasyonalist ruhuyla tam bir uyum içindedir. Erasmus'un skolastik düşünceyle mücadelesi ile Atatürk'ün softa zihniyetle mücadelesi benzer bir temele dayanır.

İnsan Odaklılık (Hümanizm): Her ikisi de odak noktasını tanrıdan veya kuldan, "özgür insan"a kaydırmıştır. Atatürk'ün "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" anlayışı, devleti insanın refahı için bir araç olarak görür. Bu, More'un Ütopya'sındaki devlet anlayışıyla benzerdir.

Dünyevileşme ve Pratik Erdemler: Rönesans hümanistleri, öbür dünyaya değil, bu dünyadaki yaşamın iyileştirilmesine odaklandı. Atatürk devrimleri de tamamen dünyevi, pratik ve yaşamı iyileştirmeye yönelik adımlardı: kılık kıyafet, soyadı kanunu, ölçü birimlerinin değişimi vb.

Eleştirel Düşünce ve Özgür İrade: Her iki gelenek de itaati değil, sorgulamayı, eleştirel düşünmeyi ve özgür iradeyi teşvik eder. Atatürk'ün gençliğe hitabesindeki "akıl ve mantığın hükümlerini" rehber alma vurgusu, Erasmus'un eleştirel hümanizminin yankısıdır.

Ancak önemli bir fark vardır: Rönesans hümanizmi dini tamamen dışlamazken, Atatürk'ün laiklik anlayışı, dini, kamusal ve hukuki alanın dışına çıkarmış, böylece daha radikal bir sekülerizasyon projesi sunmuştur.

Sonuç: Rıza Yolunda Kolektif bir Yürüyüş
Köpek metaforu, bize sadece bireysel bir ahlak dersi vermez. O, bir toplumun, bir medeniyetin inşasına dair derin ipuçları barındırır. İnsan olmanın anlamı, sorumluluk almaktan, hatayı kabul etmekten, telafi etmekten ve nihayetinde ilişkileri "rıza" zemininde yeniden inşa etmekten geçer.

Mustafa Kemal Atatürk'ün vizyonu, bu bireysel etik ilkeleri, bir ulusun temel operating system'i haline getirme cesaretinin ve vizyonunun adıdır. Laik hukuk devleti, demokrasi ve sosyal adalet mekanizmaları, bireyin "insan-ı kâmil" olma yolculuğunu destekleyen, toplumsal düzeydeki "tazmin" ve "rıza" araçlarıdır. Bu proje, Rönesans hümanizminin akıl, özgürlük ve insan onuruna dair vurgusunu yakalamış ve onu modern bir ulus-devlet çerçevesine başarıyla entegre etmiştir.

Bu yolculuk bitmemiştir. "Ayağımıza dolanan taşı kendimizden bilmek", toplumsal sorunların kaynağını hep dışarıda değil, önce kendi içimizde, kendi kurumlarımızda, kendi eksikliklerimizde arama olgunluğunu gerektirir. Gerçek kemalet, hem bireyin hem de toplumun, sürekli kendini yoklayarak, eksiğini bulup telafi ederek ve kolektif bir rıza ile ilerlemesindedir. Köpek metaforunun ve onun Atatürk'ün projesiyle buluştuğu bu nokta, bize hem geçmişimize dair derin bir anlayış hem de geleceğe dair aydınlık bir rota sunmaktadır.

KAYNAKÇA

Aristoteles. (MÖ 4. Yüzyıl). Nikomakhos'a Etik. (Özellikle "Erdem" ve "Pratik Bilgelik" kitapları).

Atatürk, Mustafa Kemal. (1927). Nutuk. Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Berkes, Niyazi. (1978). Türkiye'de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yayınları.

Erasmus, Desiderius. (1511). Deliliğe Övgü. (Türkçe çeviri: Kabalcı Yayınevi).

Kant, Immanuel. (1785). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi. (Türkçe çeviri: Türkiye Felsefe Kurumu).

More, Thomas. (1516). Ütopya. (Türkçe çeviri: İş Bankası Kültür Yayınları).

Rousseau, Jean-Jacques. (1762). Toplum Sözleşmesi. (Türkçe çeviri: İş Bankası Kültür Yayınları).

Tanilli, Server. (1996). Uygarlık Tarihi. Alkım Yayınevi.

Zehra, İlber Ortaylı & Şerif Mardin. (Çeşitli eserler). Osmanlı Modernleşmesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluşu üzerine analizler.

Gözaydın, İştar. (2009). Diyanet: Türkiye Cumhuriyeti'nde Dinin Tanzimi. İletişim Yayınları. (Laiklik analizi için).

Braithwaite, John. (1989). Crime, Shame and Reintegration. Cambridge University Press. (Onarıcı adalet teorisi için).
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL