Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
51. Bölüm

Kartezyen Aklın İzdüşümünde Bir Rızalık Toplumu Projesi: Atatürk'ün İnsan-ı Kâmil ve Modern Devlet İnşası

32 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, “köpek metaforu” üzerinden tanımlanan “Rızalık Yolu” felsefesi ile Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği modern devlet modeli arasındaki organik bağı irdelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma, bu ilişkinin felsefi temellerini, modern felsefenin kurucusu kabul edilen René Descartes’ın “Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) ilkesi ve onun getirdiği özerk, rasyonel özne kavrayışı ışığında analiz etmektedir. Makale, metaforik anlatıda vurgulanan “sûret-sîret ayrımı”, “öz-bilinç”, “sorumluluk” ve “tazmin” kavramlarının, Descartesçı düşünceden beslenen bir “insan merkezli uygarlık” tasavvurunun nasıl temel taşlarını oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Atatürk’ün projesinin, yalnızca siyasi ve kurumsal bir dönüşüm değil, aynı zamanda Descartes’ın öngördüğü türden rasyonel ve ahlaki özneler yetiştirmeyi hedefleyen felsefi ve etik bir temele sahip olduğu argümanı geliştirilecektir. Sonuç olarak, bu çalışma, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, Kartezyen akıl ile Anadolu irfanından süzülmüş bir “rızalık ahlakı”nın sentezi olarak yeniden okumanın imkânlarını sorgulayacaktır.

Anahtar Kelimeler: Rızalık Yolu, İnsan-ı Kâmil, René Descartes, Cogito, Özne, Sorumluluk, Atatürk İlkeleri, Laik Devlet, Modernleşme, Türkiye Cumhuriyeti.

Giriş: Metafor, Felsefe ve Bir Devletin İnşası
“Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı” başlıklı metin, görünüşte basit bir hikâyenin ardına, bireysel ve toplumsal varoluşa dair derin bir felsefi sorgulamayı yerleştirir. Köpeğin içgüdüsel eylemi ile “sûrette insan” olanın bilinçsiz eylemi arasında kurduğu paralellik, insan olma halinin özüne, yani “sîret”e dair bir uyarıdır. Bu metne göre, insanı insan yapan, eylemde bulunma kapasitesi değil, bu eylemin ahlaki ve toplumsal sonuçlarının bilincine varabilme, hata yapıldığında onu tazmin edebilme ve nihayetinde “rıza”yı arayabilme yetisidir.

İşte bu çalışma, söz konusu metaforik çerçeveyi, Batı düşünce tarihinde “özne” kavramını kökten dönüştüren ve modernitenin felsefi temellerini atan René Descartes’ın düşüncesi ile diyaloğa sokmayı hedeflemektedir. Descartes’ın şüpheci metodundan süzülen “düşünen özne”, kendi varlığının ve bilgisinin kaynağı olarak aklı keşfeder. Bu keşif, bireyi geleneğin ve dogmanın edilgen alıcısı olmaktan çıkarıp, kendi doğrularını inşa eden, özerk ve sorumlu bir varlık haline getirir.

Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa sürecinin, bu Descartesçı özne anlayışı ile “rızalık yolu”nun ahlaki talepleri arasında nasıl bir köprü kurduğu ana sorunsalımızdır. Atatürk’ün hedeflediği “aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolu”, yalnızca bilimsel ve teknolojik bir ilerleme değil, aynı zamanda Descartes’ın özerk bireyi ile metaforumuzun “insan-ı kâmil”inin kesişiminde şekillenen, sorumluluk sahibi, hukuka saygılı, birbirinin hakkına riayet eden ve nihayetinde kolektif bir “rıza” ile toplumsal sözleşmesini yenileyen bir toplum modelidir.

Bu makale, öncelikle Descartes’ın felsefi devrimini ve “cogito”nun doğurduğu özerk özneyi inceleyecek, ardından köpek metaforuyla sunulan “rızalık” felsefesini Descartesçı bir bakışla yeniden yorumlayacak, son olarak da bu iki eksenin Atatürk’ün devlet inşasındaki tezahürlerini psikolojik, sosyolojik, felsefi ve tarihsel boyutlarıyla analiz edecektir.

1. Bölüm: René Descartes ve Modern Öznenin Doğuşu
1.1. Metodolojik Şüphe ve ‘Cogito, Ergo Sum’ İlkesi
yüzyıl, Avrupa’da otoritelerin (kilise, skolastik felsefe) sarsıldığı, bireyin ve aklın yükselişe geçtiği bir dönemdir. René Descartes (1596-1650), bu dönemin en radikal düşünürlerinden biridir. “Hakikate ulaşmak” için öncelikle mevcut tüm bilgilerinden şüphe etmeye başlar. Duyular bazen yanıltır, rüyalar gerçeklik duygusu uyandırır, hatta kötücül bir cin (genius malignus) onu sürekli aldatıyor olabilir. Bu metodolojik şüphe, her şeyin yanlış olabileceği mutlak bir belirsizlik uçurumuna sürükler onu.

Ancak bu uçurumun tam ortasında, sarsılmaz bir gerçeklik keşfeder: Şüphe etmek, düşünmektir. Düşünmek ise, bir düşünen varlığın olmasını gerektirir. Böylece, tüm felsefe tarihini değiştirecek olan o meşhur önermeye ulaşır: “Dubito, ergo cogito, ergo sum” (Şüphe ediyorum, öyleyse düşünüyorum, öyleyse varım.) Buradaki “varım”, biyolojik bir beden olmaktan öte, düşünen bir zihin (res cogitans), bir bilinç olarak varolmaktır.

1.2. Kartezyen Özerklik ve Sorumluluk Sahibi Özne
Descartes’ın bu keşfi, felsefede bir epistemolojik kopuş yaratır. Artık hakikatin nihai yargıcı, dışarıdaki bir otorite değil, bireyin kendi aklıdır. Bu, inanılmaz bir özgürleşme ve aynı zamanda ağır bir yüktür. Birey, kendi aklına dayanarak yargıda bulunmak, seçimler yapmak ve bu seçimlerin sonuçlarına katlanmak sorumluluğunu taşımak zorundadır.

Descartes’ın öznesi, özerk (autonomous) bir varlıktır; yasasını kendi aklından çıkarır. Bu durum, onu metaforumuzdaki “içgüdüleriyle hareket eden köpek”ten kesin bir çizgiyle ayırır. Köpek, edimlerinin sonuçlarından habersiz, determinist bir doğa yasasının parçasıdır. Oysa Kartezyen özne, eyleminin kaynağı ve failidir. Bu nedenle, eylemlerinin ahlaki ve toplumsal sonuçlarından da sorumludur. Descartes’ın ahlak felsefesi, bu sorumluluğu “doğuştan gelen ideası” olan Tanrı’ya ve onun düzeni olan evrene dayandırsa da, bu yargıya varan yine bireyin kendi aklıdır.

2. Bölüm: Köpek Metaforunun Kartezyen Bir Okuması: Sûretten Sîrete, Bilinçsizlikten Sorumluluğa
2.1. Sûret-Sîret Ayrımında ‘Cogito’nun Yeri
Metafor, insanı iki düzlemde ele alır: Sûret (görünüş, form) ve Sîret (öz, karakter, içsel hakikat). “Sûrette insan”, biyolojik olarak insan bedenine sahip olandır. Descartes terminolojisiyle “res extensa”dır (yani yer kaplayan, uzamlı varlık). Ancak metafora göre, eğer bu varlık eylemlerinin ahlaki anlamının bilincinde değilse, “sîreti” itibarıyla hayvani düzeydedir. Tıpkı köpek gibi, onun eylemleri de içgüdü, arzu veya toplumsal koşullanmalar tarafından yönlendiriliyor olabilir.

İşte bu noktada Descartes devreye girer. “Sîrette insan” olmanın yolu, Descartes’ın ‘cogito’su ile açılan bilinç kapısından geçmektir. Kişi, “Ben ne yapıyorum? Bu eylemim iyi mi, kötü mü? Sonuçları neler olabilir?” diye sormaya, yani kendi eylemleri üzerine düşünmeye başladığı an, içgüdüsel varlık olmaktan çıkıp, ahlaki bir özne haline gelmeye başlar. Bu, “düşünüyorum”un pratik ve etik tezahürüdür. Köpek, kümesi basıp tavuğu yiyebilir ama bu eylemi üzerine düşünemez, onu ahlaki bir kategoriye yerleştiremez. İnsan ise bu kapasiteye sahiptir. İşte “Rızalık Yolu”nun ilk adımı, bu Kartezyen uyanış, bu öz-bilinç (self-consciousness) halidir.

2.2. Hatadan Dönme ve Tazmin Etme Erdeminin Rasyonel Temeli
Metafor, bilinçlenmeyi yeterli görmez. Asıl erdemi, “farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte” bulur. Yani, tavukların parasını ödemek ve rızalık almaktır. Bu ikinci adım, Descartesçı sorumluluğun somut eyleme dökülmüş halidir.

Descartes için akıl, yalnızca doğruyu yanlıştan ayırt etme aracı değil, aynı zamanda pratik yaşamı yönlendiren bir kılavuzdur. “Provisional Morality” (Geçici Ahlak) üzerine düşüncelerinde, şüphe sürecinde dahi nasıl doğru davranılacağına dair kurallar koyar. Bu kurallardan biri, “karar verdikten sonra eylemde kararlı olmak”tır. Ancak bu, inatlaşmak değil, aklın verdiği kararın arkasında durmaktır. Eğer akıl, sonradan o kararın hatalı olduğunu tespit ederse, onu düzeltmek de yine aklın görevidir.

Metaforumuzdaki kişi, aklı (cogito) ile eyleminin hatalı olduğunu idrak eder. Descartesçı anlamda, kendi içsel bir yargılama süreci yaşar. Ardından, bu yargının gereğini yapmak için harekete geçer: Tazminatı öder. Bu, salt duygusal bir pişmanlık değil, rasyonel ve iradi bir düzeltme eylemidir. Rızalık almak ise, bu süreci toplumsal ve diyalojik bir düzleme taşır. Fail, mağdur ile aklın ve diyaloğun ortak zemininde buluşarak, bozulan sosyal dengeyi onarır. Bu, Hobbes’un “herkesin herkesle savaşı”ndan ziyade, rasyonel bireylerin ortak iyiyi inşa ettiği bir toplum modelinin mikrokozmosudur.

3. Bölüm: Atatürk’ün Projesi: Kolektif ‘Cogito’dan ‘Rızalık Devleti’ne
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 arasındaki devlet inşası süreci, yukarıdaki analizler ışığında, bir ulusu “sûretten sîrete”, yani geleneğin edilgen alıcıları olmaktan, modern dünyanın aktif, rasyonel ve sorumlu özneleri haline getirme projesi olarak okunabilir. Bu proje, Descartesçı aklın toplumsal ve siyasal düzeyde kurumsallaşmasıdır.

3.1. Laiklik ve Özerk Aklın Kurumsal Teminatı
Descartes, aklı kilisenin dogmalarından özgürleştirmişti. Atatürk ise, bu özgürleşmeyi kurumsal düzeye taşıdı. Laiklik ilkesi, bireyin inanç alanını tamamen özelde bırakarak, kamusal ve siyasal yaşamın kaynağını dini otoriteden değil, kolektif aklın ürünü olan hukuktan, bilimden ve kamu yararından almasını sağladı.

Bu, metaforik dilde, toplumun “içgüdüsel” veya “dogmatik” tepkilerle değil, rasyonel ve tartışılmış yasalarla yönetilmesi anlamına gelir. Laik hukuk devleti, her bireyi Descartesçı anlamda bir özne olarak tanımlar: Yasa önünde eşit, hakları ve sorumlulukları olan, seçimler yapabilen ve bu seçimlerin sonuçlarına katlanmak zorunda olan bir varlık. “Kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler” yetiştirme hedefi, tam da bu Kartezyen özerk özne idealinin eğitim ve kültür politikalarına yansımasıdır.

3.2. Hukuk Devleti: Toplumsal Rızanın Müesses Nizamı
Metaforumuzdaki “tavukların parasını ödeme” eylemi, mikro düzeyde bir adalet ve tazminat arayışıdır. Atatürk’ün inşa ettiği hukuk devleti, bu arayışı makro düzeyde, toplumun tamamı için kurumsal bir garanti altına alma çabasıdır.

Medeni Kanun’dan Ceza Kanunu’na, anayasadan idare hukukuna kadar tüm hukuki reformlar, bireyler arasındaki anlaşmazlıkları içgüdü veya güce başvurarak değil, aklın ve adaletin evrensel ilkeleri çerçevesinde çözmeyi amaçlar. Hukuk, toplumsal rızanın yazılı hale gelmiş, kurumsallaşmış halidir. Vatandaş, devletle ve diğer vatandaşlarla olan ilişkisini, önceden belirlenmiş, şeffaf ve rasyonel kurallar çerçevesinde yürütür. Bu sistem, “cahilin” daima kendini aklamasının önüne geçmek için inşa edilmiş bir mekanizmadır. “Ârif” ve “kâmil” olanı, yani kusurunu arayan ve telafi edeni ödüllendiren, adaletsizliği ise cezalandıran bir sistem.

3.3. Eğitim ve Aklın İhyası: ‘Kâmil İnsan’ı Yetiştirmek
Atatürk’ün en radikal devrimleri eğitim alanında olmuştur. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, medreseleri kapatarak eğitimi laik ve bilimsel bir temele oturtmuş, harf devrimi ise geçmişin dogmatik metinleriyle bağı kopararak yeni nesilleri aklın ve modern bilimin dünyasına yönlendirmiştir.

Bu proje, kitlesel bir “cogito” uyanışı projesidir. Hedef, halkı “düşünmeye” teşvik etmek, onlara “düşünmenin araçlarını” (bilim, eleştirel akıl, felsefe) sunmaktı. “Özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulma” yetisi, ancak ve ancak iyi bir eğitimle mümkündür. Atatürk’ün “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller ideali, Descartes’ın özerk düşünen öznesi ile metaforumuzun kendini eleştiren, sorumluluk alan “insan-ı kâmil”inin mükemmel bir sentezidir. Bu, bireyin yalnızca kendi çıkarını değil, toplumsal bir varlık olarak kolektif rıza ve huzurun inşasındaki rolünü de anlamasını gerektirir.

Sonuç: Kartezyen Köklerle Anadolu’nun Rıza Ahlakının Sentezi
“Köpek metaforu”, insan olmanın ontolojik bir durum değil, etik bir kazanım olduğunu bize hatırlatır. Bu kazanımın yolu, Descartes’ın işaret ettiği gibi, öncelikle düşünmekten, yani eylemlerimizin farkındalığına varmaktan geçer. Ardından, bu farkındalığı somut sorumluluklara dönüştürmekten: Hataları telafi etmekten, zararı ödemekten ve nihayetinde “rıza”yı aramaktan.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 döneminde inşa ettiği Türkiye Cumhuriyeti, işte bu bireysel etik journey’i, kolektif bir siyasal projeye dönüştürme çabasıdır. Bu proje, René Descartes’ın modern Batı’da temelini attığı özerk, rasyonel ve sorgulayıcı birey modelini, Anadolu’nun kadim “rızalık”, “helallik” ve “insan-ı kâmil” geleneği ile buluşturan cesur bir sentezdir.

Laiklik, bireyin aklını dogmadan özgürleştirerek “düşünmeye” alan açar. Hukuk devleti, bu özerk bireyler arasındaki ilişkiyi “tazmin” ve “rıza” üzerine inşa eder. Eğitim devrimi ise, bu sistemin sürdürülebilirliği için gerekli olan “ârif” ve “kâmil” nesilleri yetiştirmeyi hedefler.

Sonuç olarak, Atatürk’ün projesi, yalnızca siyasi bir bağımsızlık mücadelesi değil, aynı zamanda felsefi bir özgürleşme projesidir. Hedef, “kümes”in dar, içgüdüsel ve dogmatik kalıplarını kırarak, her bir ferdin kendi “cogito”sunun ışığında yürüdüğü, diğerlerinin haklarına ve rızasına saygı gösterdiği, aklın ve vicdanın aydınlattığı bir uygarlık yolunda ilerleyen bir toplumu inşa etmektir. Bu yol, hem Descartes’ın rasyonalizminin hem de Anadolu irfanının “rızalık ahlakı”nın ortak paydasında buluştuğu onurlu ve zorlu bir yoldur. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu sentezi yakalayabilmekte gizlidir.

KAYNAKÇA

Descartes, René (1637). Discourse on the Method. (Yöntem Üzerine Söylev). Çeviri: Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi, 2007.

Descartes, René (1641). Meditations on First Philosophy. (İlk Felsefe Üzerine Meditasyonlar). Çeviri: Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi, 2013.

Atatürk, Mustafa Kemal (1927). Nutuk. Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Gökalp, Ziya (1923). Türkçülüğün Esasları. İnkılap Kitabevi.

Hanioğlu, M. Şükrü (2011). Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton University Press.

Mardin, Şerif (1962). The Genesis of Young Ottoman Thought. Princeton University Press. (Türkçe: Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, İletişim Yayınları)

Taylor, Charles (1989). Sources of the Self: The Making of the Modern Identity. Harvard University Press. (Türkçe: Benliğin Kaynakları, Küre Yayınları)

Cottingham, John (1992). The Cambridge Companion to Descartes. Cambridge University Press.

Zürcher, Erik Jan (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris. (Türkçe: Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, İletişim Yayınları)

Dumont, Paul (1999). Mustafa Kemal. Editions Bouchène. (Türkçe: Mustafa Kemal, Cumhuriyet Kitapları)
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL