Rızalık Yolu İnsan-ı Kâmil’e Seyrü Sülûk Ve Mârifettulaha Erme
İnsanın içsel dönüşümünü bir köpek metaforu üzerinden anlatan tasavvufî bir seyrü sülûk risalesidir. Kümese girip tavukları yiyen köpeğin hikâyesi, bilinçsizlikten farkındalığa, suçtan telafiye uzanan...
İnsanın kendini arayışı, insanlığın en eski, en derin ve en sancılı hikâyesidir. Bu hikâye, ilk nefesle başlar; son nefese kadar sürer. Adına bazen tevhid denmiştir, bazen hakikat, bazen de rızalık. Aslında her biri, aynı özün farklı suretlerdeki yankısıdır: insanın kendine dönme, kendini bilme ve varoluşun anlamını idrak etme çabası.
İnsan, tarih boyunca bu arayışın binbir biçimini yaşamıştır. Kimi bu yolu Tanrı’ya varmak için yürüdü, kimi kendini bulmak için, kimi de sadece anlamın ağırlığından kurtulmak için. Bu yol bazen bir mağara sessizliğinde, bazen bir şehrin karmaşasında; bazen bir mürşidin nazarında, bazen bir çocuğun masum bakışında yankılandı. Fakat her hâlükârda, yol hep aynı yere çıktı: insanın kendi içine. Zira insan, ne kadar dışarıda ararsa arasın, sonunda varacağı yer yine kendi özüdür. Rızalık ise bu özün en derin katmanında, insanın kendi varlığıyla, kaderiyle, evrenle ve Tanrı’yla kurduğu o incelikli ahengin adıdır.
“Rızalık Yolu: İnsan-ı Kâmil’e Seyrü Sülûk ve Mârifetullaha Erme” adlı bu kitap, işte o arayışın izini sürer. Bu eser, sadece bir düşünce kitabı değil, bir seyir defteri, bir içsel harita, bir insanlık atlasıdır. Burada “rızalık” yalnızca bir dinî kavram, bir ahlâk ilkesi ya da bir toplumsal mutabakat olarak değil; varoluşun kendisini anlamlandıran evrensel bir ilke olarak ele alınmıştır. Zira rızalık, bir hak teslimi değil, bir bilinç yükselişidir; bir boyun eğme değil, bir farkına varmadır. İnsanın hem kendine hem ötekine hem de Tanrı’ya “evet” diyebilmesinin sırrı burada yatar.
Rızalık, insanın kendiyle barışmasıyla başlar. Kendiyle barışamayan bir insan, ne başkasıyla ne de Tanrı’yla barışabilir. Kendine küs olanın ibadeti eksiktir, sevgisi sakattır, sözü yarımdır. Oysa rızalık, insanın kendi gölgesine bile şefkatle bakabildiği bir hâl ister. Çünkü insanın nefsiyle savaşı, aslında kendi içindeki parçalanmışlığı bütünleme çabasıdır. Bu bütünlüğe giden yol, şeriatın disiplininden, tarikatın terbiyesinden, hakikatin idrakinden ve marifetin huzurundan geçer. Her kapı, bir farkındalık eşiğidir; her eşik, bir bilincin yeniden doğumudur.
Bu kitabın doğuşu, birdenbire olmadı. Yıllara, şehirlerden geçen yolculuklara, farklı kıtaların dinlerine, kültürlerine, inanç sistemlerine yayılan uzun bir araştırmanın, bir iç sesin, bir vicdanın yankısıdır bu metin. Amerika’dan Afrika’ya, Asya’dan Avrupa’ya, Avustralya’nın kadim topraklarına kadar insanlığın ortak bilincinde “rızalık” kavramının nasıl yaşandığını, nasıl dönüştüğünü, nasıl kaybolup yeniden bulunduğunu inceledim. Gördüm ki, adlar değişse de, öz hep aynı kalmıştı. Hindistan’da “karma” denilen şey, Afrika’da “ubuntu”, Avrupa’da “vicdan”, Anadolu’da “rızalık” olarak yaşamıştı. Hepsi aynı hakikatin farklı dillerde söylenişiydi: “Ben ancak ötekinin iyiliğiyle varım.”
Rızalık, insanın kendi varlığını ötekinin varlığıyla dengeye getirme sanatıdır. Bu denge, modern dünyada en çok yitirdiğimiz değerdir. Bugünün insanı, bilgiyle dolu ama bilgelikten yoksun; hakikate susamış ama anlamdan kaçan bir varlık hâline geldi. Teknoloji ilerledi, bilim gelişti, şehirler büyüdü; ama insanın iç âlemi daraldı, kalbi köreldi. İşte rızalık kavramı, bu daralmaya karşı bir ruhsal genişleme çağrısıdır. İnsanın kendini yeniden duyması, yeniden tanıması ve yeniden onarması için bir davettir. Bu yönüyle eser, yalnızca tasavvufî bir metin değil, aynı zamanda psikolojik bir yeniden inşa denemesidir.
Kitabın merkezindeki “köpek ve kümes” metaforu, insanın doğasını, nefsin işleyişini, vicdanın uyanışını anlatan bir alegoridir. Tavukları yiyen köpek, insanın en ilkel hâlini; içgüdülerinin esiri olmuş, farkındalıktan yoksun benliğini temsil eder. O, henüz sûrette insan, sîrette hayvan mertebesindedir. Ancak eyleminin farkına vardığında, pişmanlık duyduğunda, telafi etme arzusuyla yandığında, köpek insana, nefs ruh’a, içgüdü vicdana dönüşür. İşte rızalık da burada doğar: Farkındalıktan sorumluluğa, sorumluluktan telafiye, telafiden hikmete giden o ince yolda.
Bu kitap, sadece metafizik bir rehber değil; aynı zamanda psikolojik bir çözümlemedir. Tasavvufun yedi nefis mertebesi, modern psikolojinin gelişim kuramlarıyla, özellikle Freud’un id–ego–süperego yapısı, Jung’un kolektif bilinçdışı kavramı, Maslow’un kendini gerçekleştirme piramidi ve transpersonal psikolojinin bütünlük modelleriyle karşılaştırılarak ele alınmıştır. Bu, doğu mistisizmiyle batı psikolojisi arasında bir köprü kurma çabasıdır. Zira insanın ruhu evrenseldir; nefsin dili doğuda da batıda da aynıdır. Yalnızca semboller değişir, öz değişmez.
Nefs-i Emmâre, insanın ilkel dürtülerinin, arzularının, saldırganlığının hâkim olduğu düzlemdir — Freud’un “id”ine denk düşer. Nefs-i Levvâme, vicdanın, pişmanlığın, ahlakî öz-denetimin devreye girdiği süperego aşamasıdır. Nefs-i Mülhime, yaratıcılığın, sezginin ve ilhamın doğduğu, Jung’un “arketipler”le buluştuğu eşiğe denk gelir. Nefs-i Mutmainne, modern psikolojide “kendini gerçekleştirme” olarak tanımlanan iç huzur hâlidir. Radiye ve Mardiyye mertebeleri, bireyin kendini evrensel bilinçle bütünleştirdiği transpersonel boyutu temsil eder. Ve son olarak Nefs-i Safiye — insan ruhunun nihai berraklığı, Maslow’un “tepe deneyimi (peak experience)” kavramına karşılık gelen ilahî bütünlük hâlidir.
Bu yedi basamak, sadece tasavvufun değil, insan bilincinin evrimsel seyridir. Bu yüzden bu kitap, mistik bir yolculuğun yanı sıra, insanın psikospiritüel olgunlaşma sürecinin anatomisini de sunar.
Rızalık, aynı zamanda toplumsal bir bilinç inşasıdır. Zira insanın iç dünyasındaki uyum, toplumun düzeninde yankı bulur. Rızasız bir toplum, vicdansız bir düzendir. Modern çağın krizlerinin çoğu, bu içsel rızasızlığın dışa yansımasıdır. Ekolojik yıkım, ahlâkî çöküş, adaletin deformasyonu, bireysel yalnızlık — hepsi insanın kendiyle rızasızlığının tezahürüdür. İnsan, kendine razı olmadıkça, dünyaya da razı olamaz. Bu yüzden rızalık, bireysel bir huzur değil, kolektif bir vicdan hâlidir.
Bu eserdeki her makale, hem bir tefekkür, hem bir gözlem, hem de bir iç hesaplaşmadır. Bir düşünürün not defteri kadar kişisel, bir ahlak risalesi kadar evrensel, bir psikoloji metni kadar analitiktir. Her bölüm, okuru sadece düşünmeye değil, dönüşmeye çağırır. Çünkü düşünmek, varlığı anlamak için ilk adımdır; ama dönüşmek, o anlamı yaşamaktır. Bu kitap, yalnızca bir okuma değil, bir seyir ve sülûk eylemidir. Okur, sayfaları çevirdikçe kendi nefsinin mertebelerinde ilerler, kendi “köpeğini” tanır, kendi “kümesteki” eylemlerinin farkına varır. Ve sonunda anlar ki, insan-ı kâmil olmanın ölçüsü bilgi değil, rızadır.
“Rızalık” kelimesi, kök itibarıyla “rıza”dan gelir; kabul etmek, hoşnut olmak, razı olmak demektir. Fakat burada söz konusu olan, kör bir kabulleniş değil; şuurla onaylamak, bilinçle teslim olmaktır. Rızalık, pasif bir tevekkül değil, aktif bir katılımdır. İnsanın, evrendeki yerine, kaderine, başkasına ve Tanrı’ya bilinçli bir evet demesidir. Bu evet, zorunluluktan değil, farkındalıktan doğar. Zira insan, gerçekten anladığında, direnmek yerine rıza gösterir; çünkü bilir ki, hakikate direnmek, kendi özüne direnmekten başka bir şey değildir.
İnsanlık tarihi, aslında rızasızlık tarihidir. Kabil’in kardeşine karşı duyduğu kıskançlık, İblis’in secde etmeyi reddedişi, Nemrut’un kibri, Firavun’un ilahlık iddiası — hepsi rızasızlığın farklı yüzleridir. Rızasızlık, insanın Tanrı’dan kopuşunun, nefsin azmasının, kalbin kararmasının başlangıcıdır. Rızalık ise, bütün bu kopuşları onaran, kalbi yeniden nurla dolduran bir telafi hâlidir. Bu yüzden rızalık, sadece bir ahlâk ilkesi değil, ontolojik bir onarım sürecidir. İnsanın kırık bilincini, bölünmüş benliğini, dağılmış vicdanını bir araya getiren bir şifa biçimidir.
Bu kitapta işlenen “telafi” kavramı da, rızalığın kardeşidir. Rızalık farkına varışsa, telafi eylemdir. Rızalık içsel bir evet demekse, telafi o eveti yaşamak demektir. Her ikisi de insanın kemale yürüyüşünde el ele gider. Çünkü insan, sadece hatasız olduğunda değil, hatasını telafi ettiğinde olgunlaşır. Bu bağlamda kitap, hem etik hem psikolojik hem de metafizik bir düzlemde, telafi bilincini insanlık tarihinin temel değerlerinden biri olarak yeniden yorumlamaktadır.
Bu eseri kaleme alırken, yalnızca bir düşünürün kalemiyle değil, bir yolcunun yüreğiyle yazdım. Çünkü bilginin, yalnızca zihinle değil, kalple de yoğrulması gerektiğine inandım. Rızalık, aklın değil, kalbin ilmidir. O, öğrenilmez; yaşanır. O yüzden bu metin, bir akademik rapor değil, bir içsel tanıklıktır. Bu tanıklıkta hem acı hem umut, hem pişmanlık hem teslimiyet, hem insan hem Tanrı vardır.
Eserin amacı, okuru bir “bilgi tüketicisi” olarak bırakmak değil; onu bir bilinç yolcusuna dönüştürmektir. Okur, metinle birlikte yürürken kendi iç aynasında yüzünü görsün, kendi nefsinin mertebelerinde dolaşsın, kendi eksikliğini fark etsin isterim. Çünkü bu yolculuk, bir başkasının rehberliğinde değil, kendi vicdanının ışığında yürünür. Her insan, kendi rızalığını kendi içinde inşa eder. Bu yüzden kitap, bir “rehber” olmaktan çok, bir aynadır. Kendine bakan, kendini görür. Gören, değişir. Değişen, razı olur.
Sonuç olarak bu eser, yalnızca bireysel değil, kolektif bir farkındalık çağrısıdır. İnsanın kendine, topluma, doğaya ve Tanrı’ya yeniden rıza göstermesi gerektiğini hatırlatır. Çünkü rızalık, sadece bir ruh hâli değil, bir medeniyet inşasıdır. İnsanın insanla, toplumun tabiatla, kalbin akılla barışmasının adıdır. Bu barış, ancak farkındalıkla, telafiyle ve şefkatle mümkündür. Rızalık yolu, insanı kemale, toplumu adalete, dünyayı huzura götüren en kadim, en sessiz, en zarif yoldur.
Bu kitabı okuyan herkesten tek bir dileğim var: Okurken kendinizi yargılamayın; anlamaya çalışın. Köpeğinizi cezalandırmayın; onu eğitin. Ve sonunda, kendi içinizdeki kümesi korumayı öğrenin. Çünkü rızalık, bir sonuç değil; yaşanarak öğrenilen bir süreçtir. İnsan-ı kâmil olma yolculuğu, her an yeniden başlar — ve her an, rızayla derinleşir.
“Rızalık, insanın kendi gölgesine merhametle bakabilmesidir.” — Dünya Yükünün Hamalı
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.