Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
Rızalık Yolu İnsan-ı Kâmil’e Seyrü Sülûk Ve Mârifettulaha Erme
İnsanın içsel dönüşümünü bir köpek metaforu üzerinden anlatan tasavvufî bir seyrü sülûk risalesidir. Kümese girip tavukları yiyen köpeğin hikâyesi, bilinçsizlikten farkındalığa, suçtan telafiye uzanan...
115. Bölüm

Alevi-Bektaşi 'Rızalık' Öğretisinin 1923 Sonrası Marksist, Psikanalitik ve Sosyolojik Bir Analizi

23 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.



Geleneğin Eleştirel Yeniden Okuması: Alevi-Bektaşi ‘Rızalık’ Öğretisinin 1923 Sonrası Marksist, Psikanalitik ve Sosyolojik Bir Analizi



Öz: Bu çalışma, Anadolu Alevi-Bektaşi geleneğinin merkezî etik metinlerinden biri olan ve “eline, beline, diline sahip ol” ilkesiyle özetlenen öğretiyi, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’teki kuruluşu sonrasında şekillenen modern eleştirel düşünce araçları ışığında yeniden okumayı amaçlamaktadır. Çalışma, söz konusu metni, salt dini-ahlaki bir rehber olmanın ötesinde, kapitalist yabancılaşmaya ve sömürüye karşı etik bir manifesto, süperego baskısını aşarak olgun bir benlik inşa etmenin yolu, bireyci toplum modellerine alternatif bir dayanışmacı toplum projesi ve diyalektik materyalist bir din eleştirisi olarak yorumlamaktadır. “Rızalık” kavramı, burjuva hukukundaki tazminattan farklı olarak, sömürülenin (mazlumun) hakkının iadesi ve tahakküm ilişkilerinin sonlandırılarak gerçek bir toplumsal barışın tesis edilmesinin modeli olarak ele alınacaktır. “Allah’ı insan yarattı” şeklindeki radikal ifade ise, dinin afyon olduğu tezini içererek aşan, insanın özgürleşme projesinin bir parçasına işaret eden diyalektik bir okumaya tabi tutulacaktır. Bu çok katmanlı analiz, geleneksel bir metnin modern eleştirel teori ile nasıl verimli bir diyaloğa girebileceğini ve evrensel bir insanlık manifestosu olarak nasıl okunabileceğini ortaya koymayı hedeflemektedir.

Anahtar Kelimeler: Alevi-Bektaşi Etiği, Rızalık, Marksist Analiz, Psikanaliz, Sosyoloji, Yabancılaşma, 1923 Sonrası Türkiye Düşüncesi, Diyalektik Materyalizm, Nefis Muhasebesi, Toplumsal Dayanışma.

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’teki kuruluşu, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok katmanlı sosyo-politik yapısının yerini ulus-devlet modeline bıraktığı derin bir siyasi dönüşüm olduğu kadar, aynı zamanda köklü bir epistemolojik kırılmaydı. Toplum, din, gelenek ve tarih, pozitivizm, sosyoloji ve sonrasında yükselen Marksist teori gibi modern ve eleştirel düşünce araçlarıyla yeniden sorgulanmaya, analiz edilmeye ve yeniden inşa edilmeye başlandı. Bu yeni düşünce iklimi, resmi ideolojinin dayattığı tek tip okumalarla sınırlı kalmadı; aksine, zamanla bu okumaları da eleştiren, alternatif perspektifler geliştiren verimli bir tartışma zeminini oluşturdu.

İşte bu makale, söz konusu eleştirel düşünce geleneği içerisinde, Anadolu’nun kadim inanç ve düşünce sistemlerinden biri olan Alevi-Bektaşiliğin merkezî bir metnini –Buyruk geleneği içinde şekillenmiş “eline, beline, diline sahip ol” ve “rızalık” etiğini– bu modern araçlarla incelemeyi amaçlamaktadır. Amacımız, geleneği yıkmak veya onu sadece modern teorilere uydurmak değil, onun içinde barındırdığı evrensel, radikal ve insani etik potansiyeli, modern bir bağlamda ortaya çıkarmak ve böylece geleneksel ile modern-eleştirel arasında verimli bir diyaloğun kapısını aralamaktır. Bu metin, sadece manevi bir rehber olarak değil, aynı zamanda 20. ve 21. yüzyılın sosyal, ekonomik ve psikolojik sorunlarına ışık tutabilecek bir etik sistem olarak okunmayı hak etmektedir.

1. Bölüm: Meta, Emek ve Yabancılaşma: “Helal Kazanç”ın Marksist Bir Değerlendirmesi

Alevi-Bektaşi öğretisinin temel taşlarından biri, “elini yanlış cebe atmama”, “alınteri dökerek helal kazanç” elde etme ve “maddi manevi zarar verdiği mazlumun hakkını derhal iade etme” ilkeleridir. Bu ilkeler, Marksist teorinin merceği altında yoğun ve radikal anlamlar kazanır.

1.1. Yabancılaşma ve Emek: Alınterinin Ontolojisi
Karl Marx, 1844 El Yazmaları’nda kapitalist üretim ilişkilerinin insanı dört temel düzeyde yabancılaştırdığını ortaya koyar: İnsan (1) ürettiği ürüne, (2) üretim sürecine, (3) doğaya ve diğer insanlara ve nihayetinde (4) kendi özüne (species-being) yabancılaşır. Emek, insanın kendini gerçekleştirdiği, yaratıcılığını ortaya koyduğu temel etkinlikken, kapitalizmde meta üretimine indirgenir, soyut emek gücüne dönüşür.
“Helal kazanç” vurgusu, bu yabancılaşmaya güçlü bir itiraz olarak okunabilir. “Alınteri” metaforu, emeğin somut, bedensel ve kişisel niteliğini vurgular. Kişinin kendi emeğinin somut karşılığını “teri kurumadan”, doğrudan ve tam olarak alması, onu meta fetişizminin anonim ve gizemli dünyasının nesnesi olmaktan çıkarıp, emeğinin öznesi haline getiren bir edimdir. Bu, Marx’ın deyimiyle, emeğin yabancılaşmadan arındırılarak insani bir faaliyet olarak yeniden sahiplenilmesi (appropriation) idealine denk düşer. Korkut Boratav’ın Türkiye İktisat Tarihi çalışmalarında altını çizdiği, geç Osmanlı’dan 1923 sonrasına uzanan ve küçük meta üreticiliğine dayalı “helal kazanç” etiği, kapitalist ilişkilerin yaygınlaşmasıyla bu yabancılaşmaya maruz kalmış, bu durum Alevi-Bektaşi topluluklarında da derin bir etik kaygıya yol açmıştır.

1.2. Sınıf Bilinci ve Mazlumun Hakkının İadesi: Rızalık ve Devrimci Praxis
“Mazlumun hakkını iade” ilkesi, metnin en sınıfsal içeriğe sahip bölümüdür. Sosyolojik olarak “mazlum”, ezilen, sömürülen, haksızlığa uğrayan, güçsüz olanın; kısacası proleteryadan köylüye, tüm alt sınıfların temsilidir. Buradaki “hak” kavramı, burjuva hukukundaki soyut “tazminat” kavramından temel bir farklılık gösterir. Burjuva hukukunda tazminat, mülkiyet ilişkilerini istikrara kavuşturmayı amaçlayan, çoğunlukla parasal ve nesnel bir edimdir. Oysa “rızalık” arayışı, maddi kaybın ötesinde, manevi ve sembolik bir boyut taşır. Amaç, sadece kaybı telafi etmek değil, ezilen ile ezen arasındaki bozulmuş ilişkiyi onarmak, tahakküm ilişkisini sona erdirmek ve nihayetinde “rıza”ya dayalı yeni ve eşitlikçi bir ilişki kurmaktır. Bu, Marx’ın 11. Feuerbach Üzerine Tez’inde vurguladığı, dünyayı yorumlamakla yetinmeyip onu değiştirmeyi hedefleyen “devrimci praxis”in ta kendisidir. Bu praxis, büyük devrimci kalkışmaları beklemez; gündelik hayatın içinde, kişiler arası ilişkilerde sömürüyü reddeden ve adaleti tesis etmeye çalışan mikro-eylemlerden oluşur.

2. Bölüm: Psikanalitik Bir Sorgulama: Nefis Muhasebesinden Olgun Benliğe

“Arif olan özünü yoklar, cahiller kendini aklar” ilkesi, geleneksel olarak bir “nefis muhasebesi” olarak anlaşılagelmiştir. Ancak Freudyen ve Lacanyen psikanaliz, bu içsel süreci çok daha karmaşık ve incelikli bir şekilde açıklayabilir.

2.1. Süperego, İdeal Benlik ve Yapıcı Özeleştiri
Sigmund Freud’un topografik modelinde, süperego, toplumsal normların, ahlak kurallarının ve ebeveyn otoritesinin içselleştirilmiş halidir. Acımasız ve cezalandırıcı bir işlevi olabilir, bireyi sürekli bir suçluluk ve yetersizlik duygusuyla baskı altında tutar. Geleneksel ahlak sistemlerinde iç hesaplaşma, çoğu zaman bu acımasız süperegonun tezahürü olarak okunabilir.
Ancak Alevi-Bektaşi metnindeki “özünü yoklama” pratiği, bu basit okumanın ötesine geçer. Buradaki amaç, kişiyi sürekli bir suçluluk duygusuyla paralize etmek değildir. Aksine, sürecin nihai hedefi, tespit edilen hatayı telafi etmek, yani “tazmin” eylemine yönelmektir. Süperegonun yıkıcı “Suçlusun!” sesi, burada “Hatanı kabul et ve onar!” şeklinde yapıcı bir sese dönüşür. Erich Fromm’un “Sahip Olmak ya da Olmak” eserinde tartıştığı gibi, bu, “sahip olma” (suçluluk, kusur) odaklı bir varoluştan, “olma” (gelişim, onarım, olgunlaşma) odaklı bir varoluşa geçişi temsil eder. Bu, psikanalitik açıdan, patolojik bir süperegodan, sağlıklı bir “ideal benlik” (ego ideal) inşasına doğru atılan bir adımdır ve insan-ı kâmil olma yolculuğunun psişik karşılığıdır.

2.2. Cahilin Kendini Aklaması: Savunma Mekanizmaları ve Gerçeklik İnkarı
“Cahiller kendini aklar” tespiti, psikanalizin en temel kavramlarından biri olan “savunma mekanizmaları” ile birebir örtüşmektedir. Freud ve özellikle kızı Anna Freud, benliğin (ego) kaygı ve tehdit altında hissettiğinde devreye soktuğu bu mekanizmaları detaylandırmıştır. “Cahil” burada entelektüel anlamda değil, kendini bilmekten, öznel hakikati kabullenmekten aciz olan kişidir. Bu kişi, yaptığı bir hatayla yüzleştiğinde, benliğini korumak adına ilkel savunma mekanizmalarına başvurur: Yaptığını rasyonalize eder (mantığa bürer, “herkes yapıyor” der), yansıtma (projeksiyon) yapar (“Ayağıma taş dolansa suç taşta mı?” diyerek suçu dışarıdaki nesneye/kişiye atar) veya inkar mekanizmasını kullanır. Metin, bu ilkel ve gerçeklikten kaçışa dayalı savunmaları aşmayı, olgunlaşmanın ve “arif” olmanın temel şartı sayar. Bu, Lacanyen anlamda, “Imaginary” (Hayali) düzende kendini mükemmel ve bütün sanan benlik yanılsamasını kırıp, kusurlu ve bölünmüş olduğu “Symbolic” (Simgesel) düzene adım atma cesaretini gerektirir.

3. Bölüm: Sosyolojik Bir Çerçeve: Cemaat, Dar ve Dayanışmacı Toplum Modeli

Alevi-Bektaşi geleneği, bireyi topluluktan ayrı düşünmez. “Dar” kavramı hem dara çekilmeyi (sorgu, yargı) hem de topluluğun kendisini (cemaat, meclis) ifade eder. Bu ikilik, onun sosyolojik boyutunu anlamak için anahtardır.

3.1. Mekan, Sınıf ve “Yanlış Eşik”in Sosyolojisi
“Yanlış eşikten girmeme” ilkesi, geleneksel olarak manevi bir uyarı olarak okunur. Ancak 1923 sonrası Türkiye’sinde yaşanan hızlı modernleşme, kentleşme ve sınıfsal farklılaşma bağlamında, bu ilke yeni bir anlam kazanır. “Eşik”, bir sosyal sınıfın, grubun veya ahlaki çevrenin sınırını temsil eder. “Yanlış eşik”, bireyin ait olmadığı, sömürü, yozlaşma veya yabancılaşmanın hâkim olduğu sosyal mekânlara işaret eder. Bireyin bu mekânlara “girmemesi”, sadece dini-ahlaki bir saflık arayışı değil, aynı zamanda kapitalist ve bireyci toplumun yoz değerlerinden, sömürü ilişkilerinden kendini koruma, sınıfsal ve ahlaki bir temizliği muhafaza etme çabasıdır. Bu, Pierre Bourdieu’nün habitus kavramını andıran, bireyin içine doğduğu ve kendini güvende hissettiği toplumsal mekânla kurduğu içgüdüsel bir bağdır.

3.2. Dayanışmacı Toplum Modeli: “Döktüğünü Doldur, Ağlattığını Güldür”
“Döktüğünü doldur, ağlattığını güldür, gelmişini hoş et, geçmişini yâd et” gibi ilkeler, bireyci kapitalist toplum modeline taban tabana zıt, kolektif bir dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma (asabiyet) modeli önerir. Emile Durkheim’ın “mekanik dayanışma” (benzerliklere dayalı, geleneksel dayanışma) ve “organik dayanışma” (işbölümüne dayalı, modern dayanışma) ayrımını burada düşünebiliriz. Alevi-Bektaşi modeli, mekanik dayanışmanın sıcaklığını ve aidiyetini korurken, onu derin bir etik ve manevi bağla (rızalık) güçlendirir ve evrensel bir insanilik iddiasına yükseltir. Bu, Ferdinand Tönnies’in “cemaat” (Gemeinschaft) idealine yakındır. “Rızalık”, bu dayanışmacı toplum yapısının nihai çimentosu, toplumsal bağın en üst düzey ifadesidir. Toplumsal barış, sınıf uzlaşması veya tahakkümün gizlenmesi değil, her bireyin hakkının tanındığı ve gözetildiği aktif ve adil bir ilişkiler ağıdır.

4. Bölüm: Felsefi ve Tarihsel Materyalist Bir Yorum: “Allah’ı İnsan Yarattı” Bakışı

Bu ifade, çalışmanın en radikal ve en çok yanlış anlaşılmaya müsait kısmıdır. Ludwig Feuerbach’ın din eleştirisiyle doğrudan ve çarpıcı bir diyaloğa girer.

4.1. Feuerbach, Yabancılaşma ve Dinin İnsani Kökeni
Ludwig Feuerbach, Hıristiyanlığın Özü adlı eserinde, teolojinin aslında gizlenmiş bir antropoloji olduğunu savunur. Ona göre, Tanrı kavramı, insanın kendi öz niteliklerini (sevgi, adalet, bilgelik, kudret) kendi benliğinden koparıp, soyutlayıp, yabancılaştırarak (alienation) ve nihayetinde bu mükemmel nitelikleri hayali bir varlık üzerine yansıtmasından (projeksiyon) ibarettir. İnsan, kendi özünü yaratır ve sonra kendi bu yarattığına tapar. Böylece, insan ile kendi özü arasına aşılmaz bir mesafe girer. Buyruk metninde geçen “Allah’ı insan yarattı bakışı” ifadesi, neredeyse kelimesi kelimesine Feuerbachçı bu eleştirinin özünü yansıtmaktadır. Bu, salt ateist bir söylem değil, dini fenomenin kökenine dair materyalist ve hümanist bir açıklamadır.

4.2. Marksist Din Eleştirisi ve Alevi-Bektaşi Özgüllüğü: Afyondan Özgürleşmeye
Marx, Feuerbach’ın bu eleştirisini alır ve onu toplumsal ve sınıfsal bir temele oturtur. Marx için din, sadece bir yabancılaşma değil, aynı zamanda “ezilen yaratığın iç çekilişi”, “kalpsiz bir dünyanın kalbi” ve nihayetinde “halkın afyonu”dur; yani, gerçek dünyadaki acıları dindiren veya unutturan, devrimci praksisi uyutan bir illüzyondur.
Alevi-Bektaşi metni, bu radikal eleştiriyi içerir ama aynı zamanda onu aşar. Evet, din bir afyon, bir yabancılaşma biçimi olabilir. Ancak, “Rızalık” öğretisinde olduğu gibi, aynı din, bu yabancılaşmayı aşmanın bir aracı da olabilir. “Rızalık yoluna girmek”, yabancılaşmış olan o insani öz nitelikleri (sevgi, adalet, merhamet) tekrar Tanrı’dan geri almak ve onları insanlar arası ilişkiler dünyasına, bu dünyaya geri çağırmaktır. İnsan-ı kâmil, yabancılaşmayı aşmış, kendi öz niteliklerinin bilincine ve pratiğine varmış, “kendinde olanı kendi için nesne yapmış” insandır. Bu, diyalektik materyalist bir din eleştirisinin ötesine geçen, onu tamamlayan ve pratik bir etiğe dönüştüren bir aşamadır. Niyazi Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşma’da vurguladığı laiklik tartışmalarının kuru ve katı hukuki çerçevesi, işte bu derin felsefi ve etik içerikten yoksun kaldığı için Alevi-Bektaşi geleneğinin bu radikal potansiyelini anlamakta ve kucaklamakta zorlanmıştır.

Sonuç

1923 sonrası Türkiye’sinin şekillenmeye başlayan eleştirel düşünce iklimi, Alevi-Bektaşi geleneğinin “Rızalık” öğretisini analiz etmek için son derece güçlü ve verimli bir lens sunmaktadır. Bu çalışma, söz konusu geleneksel metni, sadece manevi bir rehber olarak değil, aynı zamanda çok katmanlı bir eleştirel teori metni olarak okumanın mümkün ve gerekli olduğunu göstermiştir.

Marksist bir perspektiften bakıldığında, metin, kapitalist emek sömürüsüne, meta fetişizmine ve yabancılaşmaya karşı, “helal kazanç” ve “mazlumun hakkının iadesi” üzerine inşa edilmiş köklü bir etik manifesto niteliği taşımaktadır. Psikanalitik bir okuma, “özünü yoklama” pratiğinin, patolojik bir suçluluk duygusundan ziyade, olgun bir benlik inşasına ve ilkel savunma mekanizmalarının aşılmasına hizmet eden yapıcı bir süreç olduğunu ortaya koymuştur. Sosyolojik analiz, “dar” kavramı etrafında şekillenen ve “yanlış eşik”ten kaçınmayı salık veren öğretinin, bireyci kapitalist topluma alternatif, dayanışmacı ve adalet temelli bir cemaat modeli önerdiğini göstermiştir. Nihayet, felsefi bir değerlendirme, “Allah’ı insan yarattı” şeklindeki radikal ifadenin, Feuerbachçı ve Marksist din eleştirisini içeren ancak onu aşarak, dini bir yabancılaşma biçimi olmaktan çıkarıp insani özgürleşmenin bir aracı haline getiren diyalektik bir sıçramaya işaret ettiğini savunmuştur.

Bu disiplinlerarası okuma, geleneksel olanla modern-eleştirel olanın birbirini dışlayan değil, tamamlayan ve zenginleştiren unsurlar olduğunun canlı bir kanıtıdır. Alevi-Bektaşi “Rızalık” öğretisi, bu buluşma sayesinde, yalnızca Türkiye’nin değil, modern dünyanın tümü için geçerli olabilecek, sömürüye, yabancılaşmaya ve bireyciliğe karşı evrensel bir insanlık değerler sistemi ve eylem kılavuzu olarak okunabilecek potansiyele sahiptir. Bu potansiyelin akademik ve toplumsal düzeyde daha fazla tartışılması ve keşfedilmesi, hem teorik hem de pratik açıdan son derece değerli olacaktır.

Kaynakça

Temel Metin:

Buyruk (Farklı nüshalar üzerinden karşılaştırmalı çalışma için). Örn.: Sefer Aytekin (Der.), Buyruk, Ankara: Emek Basım-Yayınevi, 1958.

Marksist Analiz için:

Marx, Karl. 1844 El Yazmaları. Çev: Kenan Somer. Ankara: Sol Yayınları, 2011.

Marx, Karl & Engels, Friedrich. Alman İdeolojisi. Çev: Tonguç Ok & Olcay Geridönmez. İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 2013.

Boratav, Korkut. *Türkiye İktisat Tarihi (1908-2023)*. Ankara: İmge Kitabevi, 2023.

Psikanaliz için:

Freud, Sigmund. Uygarlığın Huzursuzluğu. Çev: Haluk Barışcan. İstanbul: Metis Yayınları, 2020.

Fromm, Erich. Sahip Olmak ya da Olmak. Çev: Aydın Arıtan. İstanbul: Arıtan Yayınevi, 2005.

Laplanche, J. & Pontalis, J.B. Psikanaliz Sözlüğü. Çev: Nilüfer Erdem. İstanbul: İdea Yayınevi, 2013.

Sosyolojik Analiz için:

Durkheim, Emile. Toplumsal İşbölümü. Çev: Özer Ozankaya. İstanbul: Cem Yayınevi, 2006.

Bourdieu, Pierre. Pratik Nedenler. Çev: Hülya Tufan. İstanbul: Hil Yayın, 2012.

Şahhüseyinoğlu, H. Nedim. Alevilerde Toplumsal Kurumlar. İstanbul: Karacaahmet Sultan Derneği Yayınları, 2001.

Felsefi ve Tarihsel Analiz için:

Feuerbach, Ludwig. Hıristiyanlığın Özü. Çev: Devrim Bulut. İstanbul: İdea Yayınevi, 2019.

Berkes, Niyazi. Türkiye’de Çağdaşlaşma. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019.

Ocak, Ahmet Yaşar. Türk Sufîliğine Bakışlar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2019.

Türkiye’de Alevilik Çalışmaları için:

Melikoff, Irene. Uyur İdik Uyardılar. Çev: Turan Alptekin. İstanbul: Cem Yayınevi, 1994.

Birdoğan, Nejat. Anadolu ve Balkanlar’da Alevi Yerleşmesi: Ocaklar-Dedeler-Soyağaçları. İstanbul: Kaynak Yayınları, 1995.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL