Önsöz
Hayat, bazen bir kapıdan içeri girince başlar… ve o kapı bazen ardına kadar yalnızlığa cefaya açılır. Muhannetin Kapısı, işte tam da böyle bir eşiği anlatıyor: Ardında ne varsa alnına yazılmış ...
Suna, her ne kadar yorulmuş, hayal kırıklıklarıyla kabuğuna çekilmişse de, tek oğlu Selim’i gözünün önünden ayırmak istememişti. “Elin elinde büyümesin,” diyerek, onu da Almanya’ya getirmişti. Gurbet, bir annenin yüreğini kemiren suskunluktu; oğlunu gözünün önünde tutmak bir teselliydi belki ama her yeni gün, yeni bir çilenin habercisiydi.
Selim, Almanya’da orta okul bölümünü bitirdi kten sonra meslek lisesinin ( Berufsschule. ) motor bölümüne başladı. Çocukluğundan beri arabalara çok hevesli ydi. Arabaların motor aksamlarına merakı vardı. Motor bölümünde okurken.... okul yalnızca bilgi yeri değildi; kimlik savaşı da orada başlardı. Lise yılları boyunca bazı öğretmenlerle sürtüştü Selim. Kimi zaman alttan aldı, kimi zaman patladı. Asıl yara ise okul bahçesinde açıldı.
Bazı Alman çocuklar, özellikle de ailesi göçmenleri istemeyen kesimden olanlar, Türk düşmanlığını kusacak bir yer ararken, Selim’i hedef seçtiler. “Yine mi sizden biri?” “Dilimizi konuşamıyorsunuz, ne işiniz var burada?” “Dönsenize memleketinize!”
O bahçede çocuklar sadece top oynamıyorlardı; kimlik çatışmaları, önyargılar, aşağılamalar futbol topundan daha sert çarpıyordu insanın kalbine.
Selim, kavgaların tam ortasında kaldı. Yumrukların hedefi bazen teniydi, çoğu zaman da onuruydu. Çoğu zaman sinip içini çekti. Ama bazı günler başını kaldırıp, “Ben de bu ülkenin okulundayım. Ben de insanım,” demeye çalıştı. Kimi dinledi, kimi duymazdan geldi.
Ama Suna, gece yastığa başını koyduğunda, oğlunun yırtılmış yakalarını, morarmış gözlerini fark ettiğinde ağlamadı. Ağlayamadı. Sustu. Çünkü bilir, anneler bazı acıları çocukları için yutar.
Suna’nın Yükü Celal’in Almanya’ya kesin dönüşünden sonra Suna, sırtında daha da ağırlaşan bir yükle baş başa kaldı. Oğlunun okul problemleri, küçük kızı Selvi’nin kreşe gitmesi, evin geçimi, temizlik, yemek, çocukların bakımı… Hepsi tek tek omzuna bindi. Sabahın zifiri karanlığında evden çıkar, işe gider; akşam döner dönmez yorgun bedenine rağmen yine evi toparlardı.
Tam her şey biraz rayına oturuyor derken, Türkiye’den gelen bir haberle yıkıldı. Celal, büyük kızı Zeynep’i de geri çağırıyordu. Tıpkı Zehra gibi, onu da küçük yaşta evlendirmişti zaten. Zehra’yı, köydeki kalabalık bir aileye gelin verdiğini Suna, ancak iş işten geçince öğrenmişti. Celal, kızı evlendirmenin karşılığında başlık parası almıştı ama karısına bundan tek kelime etmemişti.
Zeynep için de aynı yolu çizmişti. Almanya’da yaşarken, köydeki yakın bir tanıdığın oğluna söz vermişti onu. Şimdi de kızını geri istiyordu, hem verdiği sözü yerine getirmek için hem de evdeki yük azalsın diye.
Bu arada köyde kalan Aysel büyüyor, genç kızlığa adım atıyordu. Onun orada olması bahanesiyle Celal sürekli para istiyor, Ama Celal’in çalışmaya hevesi yoktu. Suna'nın aldığı tarlaları, zamanla birer birer satmaya başladı.
Satılan tarlaların parasıysa evde başka türlü harcanıyordu. Çünkü Leyla, yemeği çok seven, rahatına düşkün bir kadındı. Sofrası bol olsun ister, çocuklarını değil ama Suna’nın kızlarını bir an önce evlendirmeye can atardı. Her gelin edilen çocukla ev kalabalığı biraz azalıyor, Leyla’nın rahatı biraz daha artıyordu. Kendisi ise durmaksızın çocuk doğurmaya devam ediyordu. Her doğan yeni bebekle Suna’nın yüreği biraz daha daralıyor, kadınlığından çok bir yük hayvanı gibi hissediyordu artık kendini…
O yaz, gurbetten köye gelinen herkesin dilinde “tatil” diye geçiyordu ama Suna'nın yüreğindey yine bir ayrılık ateşi küllerinden doğuyordu.
Zehra yı küçük yaşta başlık parası karşılığında; köylerine 80 km uzakta bir kasabaya Annesinin izini beklenmeden gelin edilmişti bir yıl öncesi..(1975 de). Oysa büyük olan kız Zeynep ti. Önce onun evlenmesi gerekiyordu fakat ; Zehra nın babasına sürekli okuldan okumak istemesinden bahsetmesi Celali çileden çıkarıyordu. "Kız kısmı, başında büyük olmadan uzak şehirde tek başına okuyamaz, oralarda ev tutmak okul masrafları çok olur altından kalkamayız, hem seni okutursam diğerleride isteyecek, benim gücüm hiç birinizi okutmaya yetmez " diye bir an evvel evlendirmişti.
Zeynebin sözlüsü Zaten gıyaben Komşu köyden bir oğlana sözü verilmiş Zeynep'e "Anası babası tanıdık, çocuk da Ankara'da iş bulmuş çalışıyor" denmişti.
Ertesi gün, yeni dünürler ve damat tanışmaya ve hoş geldine gelmişti. Düğün zamanını altı ay sonraya kararlaştırıp gitmişlerdi.
Dört haftalık izin dolmuş, küçük Selvi, Zeynep ablayla ve Aysel le köyde kalmışlar, annesi Selim'i de alarak Almanya dönüş yapmıştı.
Annesinin izni beklenmeden Zeyneb’in düğünü, altı ay sonra apar topar yapıldı. Küçük kız kardeşi Zehra da eşiyle birlikte düğüne katılmış, ellerinden geleni yapmışlardı. Herkes bir şeylerle meşguldü ama içlerinde ince bir sızı vardı. Komşular, "Annesi gelmeden kız mı everilir?" diyerek fısıldaşsa da kimse açık açık konuşmadı. Bu sözler Zeyneb’in de kulağına geldi, ama artık çok geçti.
Düğün gecesi, Zeyneb ile Zehra bir köşede birbirlerine sıkı sıkı sarıldılar. İçlerine dert olmuş, boğazlarına oturmuş duygular o anda taştı. Hıçkırıklarını bastırmak için birbirlerine sokulmuş, sessizce ağlamışlardı. Selvi ile Aysel de onların yanındaydı. Ağabeyleri Almanya’daydı, anneleri ise çok uzaklarda. Düğün kalabalığının ortasında, dört kız kardeş birbirine yaslanmış, iç içe geçmiş bir hüzünle baş başa kalmışlardı. Ablaları evlenip gitmişti. Evde artık yalnızca Aysel ile Selvi kalmıştı. İki garip kız… Kapı önünde otururken bile birbirlerine bakıp gözleri dolar olmuştu.
Annesinin izni beklenmeden Zeyneb’in düğünü yapıldı.
Kimse yüksek sesle bir şey demedi ama herkes biliyordu; o akşam kına gecesi, anne sarılışı eksikti. Küçük kız kardeşi Zehra, kocasıyla birlikte gelmişti düğüne. Kendisi gibi abla Zeynebin de ne çeyizi vardı ne çeyiz sandıkları, ne de "hep mutlu olun" diye yolcu eden öz anaları olmuştu.
Gariplik, hasretlik bundan sonra el kapısında, koca evinde kat be kat artacağını bilen kız kardeşlerbir ar, bir kenarda, birbirine sarıldılar, Öyle bir sarılış ki, sanki içlerindeki çocuk, aynı anda yetim kalmış gibiydi. Sustu Zeyneb. Sustu Zehra, Aysel, Selvi Ve sustukça ağladılar.
Aysel, Selvi, Biri 8 yaşında, biri on iki... Ayakkabılarının ucu kalkmış, ama ses etmeyen iki kız çocuğu. Ablaları birer birer gitmişti. Bir evin içinde iki küçük kuş kalmıştı geriye. Gariptiler artık. Öğle vakti annesiz bir sofraya oturduklarında, önce birbirlerine baktılar. Sonra sessizce kaşıkladılar tabaklarını.
Abileri Almanya’daydı. Yollar uzundu, mektuplar geç gelirdi. Her şey eksikti bu evde. Yalnızlık bile bazen ikili yaşanıyordu. ama sıcaklık yoktu. Anne olmayınca evde buz gibiydi onlara.
Bölüm: Selim’in Gölgesinde Bir Ömür
Zeynep’in düğünü geçmişti. Geride sadece suskun bir kadının gözlerinde yaşanmamış sevinçler kalmıştı. Suna, içindeki burukluğu da alıp Selim’i yanına katarak Almanya’ya dönmüştü. Henüz onsekiz yaşında olan toyluğun gençliğin hızlı kan akışına, heyacanına karşı koyamayan Selim'in
Almanya sokaklarında ayak izleri günde gün artıyordu. Yaramazlığın da ötesinde,genç Alman kızlara takılmış öğrenci oldukları için, ilişkileri flörtten ileriye gitmese de; kızın birinden etkilenip kızı hamile bile bırakmıştı. Almanya'da tek akrabası olan Niyazi enişte eşiyle Bayern bölgesinden ayrılıp Almanya'nın kuzeyinde bulunan başka bir kentte taşınınca Selim de bunu fırsat bilerek Annesini ikna etmiş aynı şehire taşınırlar. Suna anne yeni iş nden memnundur Selim de burada Meslek lisesinin motor bölümüne devam ederek hamile bıraktığı kızdan bir nevi uzaklaşmış olur. " Annesi Şuna ya bu konudan hiç bahsetmez. Çünkü babalık duygusu gelişmeyen genç çocuk sorumluluk tan kaçar. Annesine söylerse; oğlunun çocuğuna hamile kızı yüz üstü bırakmaz doğacak torununa sahip çıkar üstelik erken yaşta evlendireceğinden çekinir.
Selim'in vicdanı rahat değildir ama yine de geri dönüp arayıp sormaz.. Belki vicdan yükünün ağırlığı belki çocukluğunda üvey annenin yaşattıkları, sorumsuz tembel bir babanın kötü örnek oluşu üstüne üstlük ergenliğin verdiği duyguların asabiyetiyle ipte sapta durmayan,anne sözü dinlemeyen, okulda sürekli kavgalara karışan bir gençlik yaşar ve zar zor okulunu bitirir ama, motor bölümü diploma sını kendisine sinir olan Alman hocası sınav günü vermeyince otuz yıl sonra mektupla gönderilir.
Suna baktıkça onun gözlerine, Kocasını görüyordu. "Neden? bu erkekler böyle, Türk erkekleri hep dediğim dedikçiler, umarım sonumuz hayırlı olur" diye Geçirir içinden ve yine de her defasında oğlu için dua eder "Rabbim bu çocuğa akıl fikir ver" Diyerek uğurladı.
Suna direndi. Sabretti. Çünkü Selim, onun tek dayanağıydı. Gurbetin içinde oğlunun nefesini yanında duymak, Bir nevi nefes almak demekti.
Ama yıllar geçtikçe... Selim, hayatın hiçbir yerinde tutunamadı. Bir işi beğenmedi, ötekine geçti. Orada da durmadı. Yine bıraktı. Yine borç. Yine yorgun bir anne.
Annesinin alın teriyle kurduğu düzen, Selim’in hayırsızlığıyla yerle bir oldu. İlk evliliğini bir Alman kızıyla yaptı. Dört-beş yıl idare ettiler. Bir oğulları oldu. Ama içkinin gölgesi hep peşindeydi Selim’in. Sevgi yetmedi, kadın çekip gitti.
Yıllar sonra yeniden… Bu kez yine sarışın güzeli bir Alman kızıyla evlendi, Güzel, sessiz bir kız. Ondan da bir evlat geldi dünyaya: Güzeller güzeli bir kız çocuğu.Adı Aleyna kondu. Ama mutluluk yine uğramadı o yuvaya. Selim’in ne gölgesi düzeldi, ne huyu değişti.
Kadın da gitti. Selim yine Suna’nın kapısını çaldı. Annesi ona yeniden yorgan serdi, Yemeğini koydu, Hiçbir şey sormadan kabul etti.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.