Önsöz
“Koynumdaki Sır”a Dair
Bu satırları yazarken elim titriyor. Çünkü bu hikâye yalnızca bir kurgu değil; yaşanmışlığın, susturulmuş bir çığlığın, görülmemiş bir gözyaşının izini taşıyor.
“Dilb...
Dilber'in Rıfat’la aynı tertip olan, Ablası Dilek’in sözlüsü Hamdi ve abisi Tahsin de aynı zamanda terhis olmuş, askerden dönmüşlerdi. Dilek ile Hamdi’nin nişanı o hafta yapılmış, düğün düzgünü kurulmuş, kına ve düğün günü ayarlanmıştı.
Dilber hâlâ her kapı vuruluşunda Rıfat’la ana babası gelecek diye yol gözlüyordu. İki ay olmuştu. İçine sığmayarak, her vurdurulduğu kapıya koşuyor; her gelenin onlar olmadığını görünce yüzündeki hüzünle geri dönüyordu.
Ablası bu halinden şüpheleniyordu. “Bir beklediği var bu kızın,” diye ara sıra sıkıştırıp soruyordu:
“- Bu ne halin kız? Herkesten önce sevinerek koşuyorsun kapıya, sonra asık suratla dönüyorsun. Bir beklediğin mi var? Bana demediğin neyin var senin, ablam? Söylesene bak, düğüne bir hafta kaldı. Sonra anlatmak ister de arar bulamazsın beni, ha ona göre diyeyim sana...”
“- Yoh aba, kimi bekleyem? Olsa derim. Ablamsın, bana demeyip kime derim...” Bu konuşmaların geçtiği günün akşamı, Abi Tahsin’e komşu kızı Bergüzar istenip yüzük takılacaktı. Kızlar odalarına çekilip bir güzel süslendiler. Fatma Ana, ilk gelin almanın hevesi ve neşesiyle sanki hiç topallamıyordu o akşam. En güzel kenarlık entarisini giymiş, aynada bir sağına bir soluna bakınıp duruyordu. Abi Tahsin'e kız isteme Dilek anasına dedi ki:
— Gız ana, beni verirken iki de bir ağlıyordun, gelin alırken nasılda seviniyon, hemi gııı? Dilber, şuna bah hele bir...
Fatma Ana cevap verdi:
— Gızını veriyor elbette ağlar aba, şimdi elden gız alıyor. Hem anam seni göndermeden yerine bir gız daha getirip yokluğunu onunla gapatacakta, ondan bu sevinci kimbilir.
Dilek, annesine dönerek alaycı bir sesle:
— Şuna bak şuna, ben de iyi bir şey diyecek sandım. Yerimi gelinle doldururmuş anam ha! Kıskandırıyo beni bu gıız deli gız seni, Dilek anasına dönerek, “Gördün mü ana?” dedi. Fatma ana
– Gız, siz delürdünüz mü böyle gonuşuyunuz? Hiç gızın yerini gelin tutarmı? Hepinizin yeri ayrı ayrıdır ana babanın yanında. Neydek gızım, Yaradan böyle emretmiş; elden alıp ele veriyon. Allah hayırlısını nasip etsin, iyi insanlarla garşulaştursun gözel gızlarım. Hazır mısın Musto?
“Hazırım, hazır. Hadi gızlar, alın bohçaları, yüzükleri, takılarını. Unutmayın baklava tepsisini Fazlı'ya verin, delikanlı oldu artık götürür, zaten iki ev öteye gidiyoh.”
– Geldim ana! – dedi Fazlı, abisinden apardığı biryantinle kıvırcık saçlarını malak yalamış, dümdüz ederek yan yatırmış şekilde sırıtarak çıktı banyodan.
– Abovv, ne oldu len saçlarına? Işıp ıslak olmuş, bak şuna! Hele, bende nerde bu çocuk, sesi çıkmıyor deyip duruyordum içimden. Banyo mu yaptın len? – dedi abla Dilek.
– Ne yıkanması ana, – dedi abi Tahsin, – biryantini fazla kaçırmış. Ülen, onun bir ayarı var, avuçla sürülmez, boyundan aşağı akar birazdan. Deseydin bana, hırsızlık edip gizli alacağına parmak ucunda bir fiske yeter senin saçına. Hadi lan yürü, senin yüzünden bekletiyoz anamı kapıda. Hadi acele et! Ne süslüsün bugün, sanki kızı sana istiyoh ülen!
Fazlı, yüzü kızarmış, burnunu çekerek:
— O günde gelecek abi, büyüğüm diye, ne yani? Hehhe...
— Ulen, benden utanmıyorsun, hadi; babamdan anamdan utan bari! Ne bu yüzsüzlük? Gördün mü ana, bu nesil fena çıktı fena. Al şu tepsiyi, boş boş konuşma! — derken, hep bir ağızdan gülerek, peş peşe dizildiler kaldırım boyunca, kız evine doğru.
Dilber, belli etmesede içi içini yiyordu. Regl günü bayağı geçmişti; şüpheleri yerini korkuya, endişeye bırakıyordu. Hem yürüyor hem içinden konuşuyordu:
— Nerede kaldı bu Urfalı? Başına bir şey mi geldi acaba? Bana söz verdi, sözümü mutlaka tutacağım dedi, onca yemin etti... Aman Allah’ım! Ya korktuklarım başıma gelirse!
Söylediklerini kendisinin bile duymasına müsaade etmeyen bir tavırla, yüzünü yerden kaldırıp, öndekilerden mesafenin bayağı açıldığını fark ederek adımlarını hızlandırdı.
— Ne oldu, niye geriye kaldın kız? Seni bekliyor, kapının ziline basmaya, hep birlikte girelim içeri diye! — sesini biraz yükseltip, gözlerindeki sinirli tavrıyla büyüttü kıza.
— Yok, bir şey; ana, dalmışım. Birden kaldırımın taşlarını sayarak adımladım da — dedi aklına gelen ilk yalanla, anasını yatıştırdı.
— Allah’ım, sen bana akıl ver! Tam da kaldırım taşı sayacak zamanı buldu bu kız. Tövbe tövbe...
Baba:
— Hey, susun gayrı hanım! Vur şu kapıya, oğlum, saat sekizi geçti, ayıp olacak adamlara! — dedi.
Tahsin, kanatlı kapının demir tokmağını iki kez vurdu kapıya. İçeriden kalabalık ses uğultularıyla birlikte dış kapı açıldı.
Gelin kız Bergüzar’ın babasıydı, dünürlerini karşılayan.
— Buyurun, buyurun Mustafa Bey, Fatma Yenge, buyurun — diyerek, daha önceden gelen yakın akrabaların bulunduğu büyük odayı gösterdi.
Tahsin, elindeki çiçek ve çikolatayı kızın annesine uzatırken, hoş geldiniz diyen kayınvalidesinin cevabına “Hoşbulduk” deyip elini öptü. Sonrasında kayın babası ve diğer misafirler de birbirleriyle hoş gelmişler el öpmelerin faslını bitirip herkes yerlerine oturdular. Gelin adayı Bergüzar; uzun boylu, yeşil gözlü, sırtından beline kadar inmiş iri dalgalı siyah saçlarının bir tutamını kulak arkasında bırakmış, utanıla sıkıla göz kapaklarında titrek bir edayla... Amca gelini önde, Bergüzar arkada, sırayla gelen misafirlerinden büyüklerin eli öpüldü, küçüklerle kucaklaşıldı. Daha önceden tanıdığı komşu oğlu Tahsin’le tokalaşırken kaçamak bir bakış atıldı. Misafirlere sırtını dönmeden, arka arkaya çıkıp yanındaki yengeyle kahve pişirmek için mutfağa geçildi.
Fatma Ana’nın yine tez canlı tavırları iş başındaydı; kızlarını kaş-göz işaretiyle mutfağa, gelin kızın yanına gönderdi.
Beyler ayrı, hanımlar ayrı hal hatır edilip, biraz havadan sudan konuşuldu. Bu arada mutfaktan çay, pasta, çörek, tatlı servisleri yapıldı, yenilip içildi. Derken konuya nihayet gelindi.
Oğlanın babası Garip Mustafa...
“Eee, artık sadede gelelim,” dedi hısım, kızın babasına. Komşulukları olduğu gibi, geçmişten karısı Fatma Ana tarafından uzaktan hısımlıkları da vardı. Yeni dünürleri olacak Hakkı Bey’in babası Süleyman Efendi ile.
Süleyman Efendi, gelin kızı Bergüzar’ın dedesi, o evin en yaşlısı ve büyüğüydü. Adetlerde kız; evin en yaşlı erkeğinden istenirdi.
Garip Mustafa, tekli koltukta oturan Süleyman Dede’nin dizinin dibine gelip, iki dizi üstüne diz çöküp:
Odada bir sessizlik oluşurken, Tahsin’in başı önüne eğilmiş, yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Diğer tarafta gelin kız ve görümce Dilek, Dilber de mutfak kapısının aralığına kulaklarını dayamış, kalpleri yerinden çıkacakçasına bir heyecanla gelecek cevabı bekliyorlardı.
Süleyman dede, “Ben dedesiyim ama anasının babasının emeği daha çoktur; onlara da sormak lazımdır,” diyerek kafasını oğluna ve gelinine döndürüp sormak anlamında işaret etti.
Kızın babası Hakkı Bey, başını iki kez önüne eğerek izni olduğunu gösterdi. Peşinden hanımı da aynı işareti yaptı.
Süleyman dede eski adamlardan, görmüş geçirmiş, o yörede sözü, sohbeti dinlenen; alçak gönüllü, hoş sohbet ve bilge bir insandı.
Bir daha kızın anasına, gelini Zeyneb’e sormak için dönerek, “Kızına sordun mu? Gönlü var mıdır? Konuştunuz mu? Bu gönül işidir, rızalıksız olmaz,” diyerek ikaz etti.
Kızın anası ayağa kalkarak kayınbabası Süleyman Efendi’nin kulağına eğildi: “Gündüzden sorduk, baba. Gönlü vardır Bergüzar’ın...”
Süleyman dede etrafa bir göz atarak, “Madem ki Rabbim yazmıştır, bize de vermek düşer. Hadi, hayırlı uğurlu olsun Mustafa yeğen! Allah bir yastıkta kocatsın, bir ömür birbirlerine yoldaş etsin, eş etsin,” dedi.
Yeni dünürler önce dedenin, sonra birilerinin büyükten küçüğe el öptüler. Kızlar içeride sessiz çığlıklar attılar haberi duyunca. Gelin, kızla yeni damat odadakilerin ellerini öpüp ortada dikildiler. Yine Süleyman dede iyi dileklerini dileyerek yüzükleri taktı.
Peşinden gelin kızla görümceler kahveleri ikram ettiler. Gece on ikisine kadar oturulup konuşuldu.
Fatma ana, kızının düğününden hemen sonra oğlunun düğününü yapmak için söz aldı, hatta gün tayin bile edildi. Hayır işi uzatılmazdı.
Zaten kendisi yarımdı; kız da giderse sıra Dilber’deydi. İyice yalnız kalmadan gelini getirmeliydi. Sadece Fatma ananın haberdar olduğu Dilber’in birkaç isteyeni bile vardı şimdiden...
Dilber'in gebelik şüphesi
Ertesi sabah, kimse uyanmadan, bulgur getirmek bahanesiyle kilere gidip kapıyı arkadan sürgüledi. Göğüslerinin ucuna baktı, siyahlaşmışlardı. Daha önce annesiyle komşu kadınların hamilelik konuşmalarından kulak misafiri olduğu kadarıyla biliyordu: Hamile kadının göğüs ucu pembelikten koyu kahve rengine dönerdi.
Sonra karnına dokundu. Karnının alt bölümü sertleşmişti. Korkuları büyüyordu. Ne yapacaktı? O kadar çaresizdi ki… İçinden bir sürü şey geçirdi. Emin olmak için hastaneye gitse, varsa bebeği aldırsa… Ama onları bu çevrede herkes tanırdı. Hastanede çalışan tanıdıkları çoktu. Kendi başına bu işi başaramazdı, hiçbir şey bilmiyordu. Ya duyulursa?
“Anam, babam… Ardan kimsenin yüzüne bakamazdık. El içine çıkamazdık. Yüzleri yere eğdirmek olmazdı,” diye düşündü.
Genç olduğu için karnı henüz belli değildi ama yine de geniş etek, bol bluz giyer olmuştu. Yine sık sık bahçeye gider olmuş, Rıfat’ın hayalini gezindiği yerlerde arar olmuştu.
Ablasının çeyiz serilmesi, kına heyecanı, düğün telaşı derken unutur gibi olsa da bu durumu; akşam yatağa yatar yatmaz yine aklına geliyordu. Gizli gizli ağlıyordu. Rıfat’ın aşkı, özlemi bir yandan… Karnında büyüyen bir bebek diğer yandan... Bu başka bir dert değil, çok büyük bir sorundu. Delirmek, hiçten değildi Dilber için...
Babasına, abisine asla söyleyemezdi. Ellerini kana bularlardı. Annesine hele hiç diyemezdi; hasta kadındı, bu sefer ölürdü üzüntüsünden.
Üzüntüden, aşk acısından ve çaresizlikten günden güne zayıflıyor, rengi soluyordu. Anne ve babası bu durumu fark etseler de, ablasının evlenip gitmesine, düğün aralığı işten güçten çok yorulduğuna yoruyorlardı. Hatta annesi arada:
—Eskisi gibi yemiyor içmiyorsun gızım... Hastaysan söyle, doktora götürelim. Ablana bu kadar üzülme artık. Biliyorum, bunca yıl ikiz gibiydiniz, bir yediğiniz ayrı gitmezdi. Bir gün sen de evlenip gideceksin. Dünya böyle kurulmuş gızım... Canınız sağ olsun, yeter ki. Allah gız gısmını baba evinde gomasın, öyle değül mü, Musto? diyerek kocasından tasdik bekledi.
—Yok bir şeyim ana, iyiyim. Abimin düğününe ne kaldı şurda... Bergüzar yengemle iyi anlaşırız. Abamın yerini doldurmasa da arkadaş oluruz. Düzelirim o zaman belki, dedi anasına, yarım yamalak bir tebessümle.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.