II. haçlı seferilerinde Anadolu'yu savunan Avşar boyunun Fransız haçlılarına karşı kazandığı Kazıkbeli Savaşı'nın oluşumu, gizemli kahramanlar ve aşklar, o çağda Türk ve Fransız toplumunun yapısı ve n...
Eli silah tutan Türkmen erlerinin yola çıkmasından sonra Hatun Ana obaların ve köylerin ulularını ve sözü dinlenilir, elinde iş yakışır bilge kadınlarını topladı. —Bacılarım, kardeşlerim, erlerimiz bu yurt için canlarını ortaya koyarken bizler elimiz kolumuz bağlı böyle bekleyecek miyiz? dedi. Çevresini saranlar birbirine, “Bu da ne demek?” der gibi bakıştılar. Yaşlılardan biri söze karıştı: —Dua edip zafer kazanmalarını beklemekten başkaca yol vardır mıdır Bey Hatun? —Dua edeceğiz elbette. Ancak miskin miskin dua etmekle zafere ulaşılamaz. Bizim de erlerimiz cephedeyken yapacaklarımız vardır elbette. Savaş yalnızca cephede erkeklerle yapılmaz. —Ne yapalım Bey Hatun? Söyle de yapalım. Çevresindeki kalabalık dalgalandı daha da sıklaştı: —Sen ne emredersen biz ona hazırız Bey Anamız! Beklemeden hemen işe koyulalım, diye seslendiler. Bey Ana kırk yıllık komutan edasıyla kaşlarını çattı. Gür sesiyle emirlerini sıraladı. Bey Ana’nın haykırışı kış gününün ayazında dağlara kadar yankılandı. —Her obada, her köyde dirlik düzenlik için genç kadın ve kızlarımızdan gözcüler seçeceğiz. Bunlar obaları ve köyleri koruyup kollayacaktır. Güvenliği sağlayacaklardır. Yaşlılarımıza ve çocuklarımıza göz kulak olacaklardır. Kurt dumanlı havayı sever derler. Bizanslı çapulcular erlerimizin yokluğunu fırsat bileceklerdir. Bu nedenle uyanık olmalıyız. Sürülerimiz ve otlakları korumak için çobanlarımızın sayısını artıracağız. Allah göstermesin bir yenilgi olursa düşmana yiyecek, içecek bırakmadan, düşman eline geçmeden hemen dağlara doğru çekileceğiz. Düşmana eline geçmemesi için yüklerimizin, develerimizin, sürülerimiz hazır durumda olmalıdır. Obalardan seçilecek genç kadınlar topladıkları yiyecekleri, hekimlik araç ve gereçlerini yanlarına alacaklardır. Obalarda, köylerde hekimliği ile tanınmış yaşlıları da alarak en kısa zamanda Karahöyük’te toplanacaklardır. Bu bir bey buyruğudur! Uymayanlar töremizce cezalandırılacaktır! Bu buyruklarım ulaklarla her köye, her obaya tez elden duyrulacak ve gereği yapılacaktır! Obaların yaşlıları, bilge kadınları Hatun Ana’nın bir komutan gibi, bir bey gibi haykırması karşısında sevindiler, göğüsleri kabardı. Demek ki Bey Ana, Oğuz töresini sürdürecek, ortalığı çekip çevirecek bir hatundu. Beyin olmadığı ilk günde ipleri eline almıştı. Bu güven ve dik duruş onların gönlüne su serpti. Gönderilen ulaklar köylere, obalara dolaştı. Her köy, her oba bilgeleri kendi aralarında toplanıp Bey Hatun’un buyruklarını yerine getirdiler. Seçtikleri gönüllüler yollara düştü. Bir iki gün sonra Karahöyük çayırlığı kadın ve kızlarla, savaşa gidemeyecek yaştaki engelli, hasta ve yaşlı erkeklerle doldu taştı. Her köyden, obada akın akın gelen kervanlar Karahöyük’te birleşti. Torbalara, çuvallara, hararlara doldurulan erzaklar develere yüklendi. Uygun yerlere taşındı, saklandı. O gün Karahöyük sesiz sedasız, insanların arı gibi çalıştıkları bir pazar yerine dönmüştü. Beyce Sultan oluşturulan sağlık ekibinin başındaydı. Hazırlanan sargı bezleri, pamuklar, koltuk değnekleri, sedyeler, ilaçlar, çadırlar develere yüklendi. Ses çıkarmamak için develerin çanları çıkarıldı ve gece yürüyüşü ile Kazıkbeli’ne doğru yola çıktılar. Kara İbrahim’den gelen bir emirle çatışma bölgesinden biraz uzakta olan Ayaz Tepesi’nin bir koyağında çadır kurdular. Duyulmasın diye yüksek sesle konuşmuyorlar, yaslar, türküler mırıltıyla söyleniyordu. Çadırları, gerekli aygıtları çalı, çırpı, yeşillikle örtmüşler, uzaktan seçilmeyecek duruma getirmişlerdi. Gözleri kulakları Kazıkbeli’nden gelecek haberlerdeydi. Beyce Sultan ve kızlar erlerinin başarısı için dua ediyorlar, zaman zaman kılıç kullanma, ok atma çalışmaları yapıyorlardı. Sultan, gözünü kırpmadan sabahı etmişti. “Yat uyu biraz, dinlen. Biz nöbet tutarız.” diyenlere aldırmıyor, gözünü çatal başı ve etekleri karla örtülmüş Honaz Dağı’ndan ve geceleri kararıp kalan Kazıkbeli’nden ayıramıyordu. Gökte yıldızlar göz kırptıkça ve her yıldız kaymasında bir dilek tutuyordu. Beyce Sultan İbrahim’i koruması için ellerini göğe açtı. Sonra birden bencil duasından utandı. “Allah’ım tüm obalarımız, vatanımızı, erlerimizi koru ve gözet!” diye duasını tamamladı. Zafer kazanılsaydı, İbrahim ordusuyla anlı şanlı dönseydi ve kendisini bey babasından isteseydi! Boy boy çocukları olsaydı! Yazın yaylaların soğuk suyundan içen, elma yanaklı çocukları kucaklasalardı! Onların sünnetlerini, düğünlerini görseydi! Bebelerini sırtında gezdirseydi! Hayal dünyasına öyle dalmıştı ki bir puhu kuşunun ötüşüyle kendine geldi. Gözünden akan yaşları kimsenin görmemesi için yaşmağının ucuyla sildi. .*** Bey Hatun oluşturduğu birlikler köyleri, yaylaları dolaşıyor, her şeyin yolunda gitmesi için denetleme yapıyordu. Kış mevsimi iyice kendini hissettirmişti. Honaz Dağı’ndan sert poyrazla başlayan ayaz bıçak gibi yüzleri kesiyordu. Uzun zemheri geceleri ortalık buz kesiyor, tüm canlılar başlarını bir kovuğa, bir barınağa sokuyordu. Karaağaç Ovası’nı çevreleyen dağların tepesine yağan kar her gün eteklerine doğru iniyor, geceleri dolunayla parlıyordu. Bey Hatun, Eşeler Dağı eteklerinden başladığı obaları kolaçan etme işini Kefe Yayla’sında bitirmek için bütün gün dolaşıyordu. Çobanlara, gözcülere uyanık olmalarını tembihliyor, kervancı başlarına hangi yolları izlemeleri gerektiğini bir bir açıklıyordu. Köylerde, obalarda gördüğü sorunları çözmeye çalışıyordu. Yoksul ve kimsesizlere yiyecek, içecek sağlamaya çalışıyordu. Kefe Yayla’sından çıkan yol çok önemliydi. Ladik’e buradan da inilebilirdi. Kervanlar, yolcular Kazıkbeli geçit vermezse bu yolu kullanırlardı. O nedenle bu yolu her an gözetim altında tutmalıydı. Buradan Karaağaç Ovası’na bir sızma endişesi içini kemiriyordu. Yolu gözlemek için Kocapınar tarafına çevirdi yönünü. İki yanı dik kayalıklarla çevrili derin bir vadiyi geçerken yukarıdan gelen nal sesleri ile durdular, sesleri dinlediler. Sabahın sessizliğinde nal sesleri gittikçe yaklaşıyor, arada kurt, çakal ulumalarına karışıp gidiyordu. Bey Hatun sesleri duyunca atını dizginledi. Çevresine göz gezdirdi, dişi bir kurt gibi havayı kokladı. Sonra çevresindekilere: —Benim duyduğum sesleri siz de duyuyor musunuz? dedi. Yanındaki genç kadınlar ve savaşa gidememiş erkekler: —Duyuyoruz Bey Ana? Ne yapalım dersin? Bey Ana bir an düşündü. Gelenler Türkmen olamazdı. Çünkü bu mevsimde yaylalar boşalmıştı. Çobanlar, obalar aşağılardaydı. Bunlar ya bir kervan, ya da eşkıya olabilirlerdi. Bunlar bir çapulcu sürüsüyse onlarla nasıl baş edebilirlerdi? —Hemen atlardan inin! Karşıdaki kayalıklara çıkın! Birkaçınız atları geriye, bir koyağa götürsün. Başlarına saman torbaları geçirin! Ses çıkarmamaya çalışın! diye emirlerini yağdırdı. Birliktekiler yolu tepeden bakan kayalığa tırmandılar. Hepsi nefeslerini tutmuş, yolu gözlüyorlardı. Biraz sonra on kadar altı son dönemeci geçip vadinin derinliğinde göründüler. Saçları sakalları birbirine karışmış bir Bizans eşkıya çetesine benziyorlardı. Öndeki dev yapılı olan bir kahkaha atarak: —Kara İbrahim! Çökelez Dağı’nda öldürdüğün Kara Yorgi’nin öcünü almaya az kaldı. Sen Haçlıları beklerken biz senin yurdunu arkadan vuralım da öç nasıl alınırmış gör bakalım! diye homurdandı. Hemen gerisindeki eşkıya: —Günlerce o bizi kovaladı. Biz kaçtık. Şimdi sıra bizde! diye pis pis güldü. —Orada tadamadığımız Türkmen güzelinin binlercesi şu aşağıdaki köylerde yatıyor. Bekleyin bizi Türkmen güzelleri! Bey Hatun ve yanındakiler duyduklarından tüyleri diken diken oldu. Bunlar obaları basarlarsa ne acılar yaşanırdı. Ne ocakları söner, yanar kavrulurdu. Bir zamanlar Kara İbrahim çocukken böyle kaçırmışlardı. O baskında Kefe Yaylası obalarının acısı yıllarca unutulmamıştı. Her biri önlerine kocaman kayaları, taşları yığmaya başladılar. Çapulcuların vadinin en derin yerine gelmesini beklemeye başladılar. Çapulcular tam kayalığın altına gelmişlerdi ki yola kocaman kayalar düşmeye başladı. Yukarıdan paldır küldür kayalar yuvarlanıyor, düşerken tozu dumana katıyordu. Havada taşlar vınlıyor, çapulcuların tepesine yağıyordu. Neye uğradıklarını şaşıran çapulcuların atları ürkerek acı acı kişnemeye başladı. Çapulcular başlarına yağan taşlardan korunmak için kalkanlarını kaldırmışlar, çevreyi göremiyorlardı. Korku dolu gözlerle büyük bir gürültüyle yola düşen kayalara bakarak ürperdiler. Bazı taşlar başlarına, bedenlerine düştükçe acıyla bağrıştılar. Ne yapmaları gerektiğini karar veremeyip iyice aptallaştılar. Çapulcular başı: —Deprem oluyor! Deprem! diye bağırdı. Bu dereye girmeyelim! Çabuk geri dönün! diye avazı çıktığı kadar bağırdı.. Atları ters yüz edip geldikleri yöne doğru kaçtılar. Bey Hatun bu belâyı savuşturduklarına dua ederek onların uzaklaşmasını bekledi. “Bunlar tekin insanlar değil. Çok dikkatli olmak gerekir.” diye düşündü. Kayalıklardan inmeden ileride at kişnemeleri, kılıç kalkan şakırtıları, naralar duydular. En yüksek bir kayaya tırmanıp olanı biteni anlamaya çalıştılar. İleride bir düzlükte biraz önceki eşkıyalar başka birileri kılıç kılıca, topuz topuza bir kavgaya tutuşmuşlardı. Onların bağrışları, feryatlarından orman inliyor, kuşlar “pır” diye sesler çıkarıp uçuşuyordu. Hatun Ana gördüğüne bir anlam veremedi. Sonraki gelenler bu çapulcularla dövüşe tutuştuğuna göre bunlar dost diye düşündü. Hemen genç kadınlar ve erkekler kılıçlarını çekip kavganın olduğu düzlüğe indiler. Yalın kılıç bir kalabalığın geldiğini gören çapulcular kavgayı bırakıp doludizgin kaçmaya başladılar. Biraz sonra düzlüğe ulaşan Bey Hatun yeni gelenlere: —Sizler kimsiniz? Neden bu çapulcularla çarpışırsınız? diye sordu. İçlerinden biri, üstünü başını düzelterek bozuk bir Türkçe ile: —Biz Honazlıyız. Benim adım Bilekkıran Aleksi! Kara İbrahim’in dostuyum, arkadaşıyım. Bu çapulcular Honaz’da, birkaç evi ve bir hancıyı soymuşlar. Biz de onları izlemeye başladık. Hancının kaçırdıkları karısını kurtardık ama çalınan mallarını geri alamadık! Siz kimsiniz? —Biz Karaağaç Türkmenleriyiz. Kara İbrahim’i nereden tanıyorsun sen? —Benim bileğimi ondan başka büken olmadı. O nedenle kahpe dostum olacağına mert düşmanım olsun deyip sevdim İbrahim’i. İlk karşılaşmamızda anlamıştım onun bir Türkmen savaşçısı olduğunu. —Evet, o yaman bir Türkmen savaşçısıdır. —Onun adını Honaz’da, Hanabat ovasında, Baklan’da, Çökelez eteklerinde duymayan mı var anacığım! Geçen yaz Kara Yorgi adında kan içici bir çete çıkmıştı ortaya. Kara İbrahim onları dize getirdi. Sağ kalanlar İbrahim kokusundan Alaşehir taraflarına sığınmıştı. Şimdi Haçlılar fırsat bilip yeniden palazlanmışlar. Biraz önce kaçanlar Kara Yorgi çetesinin artıklarıydı. —Siz Bizanslı Hıristiyanlarsınız. Bize neden yardım edersiniz ki? —Anam, evet biz de Hıristiyanız ama bu Haçlılar geçtiği yeri yakıp yıkıyor, çoluk çocuk demeden kılıçtan geçiriyor. Bunların yaptığı hiçbir dine, imana sığmaz. Biz sizinle aynı toprağın çocuklarıyız. Biz yıllardır sizlerle savaşırız ama böyle vahşet görmedik sizlerden. Bu topraklar size de bize de yeter. Düşmanın düşmanı bizim dostumuzdur. —Böyle düşündüğüne sevindim oğul. Allah sizlerden razı olsun. —Biz onları takip edelim. Siz de obanıza dönün, benden Kara İbrahim’e selam söyleyin. Honazlı Bilekkıran Aleksi derseniz beni tanır. İnşallah Haçlıları geldiklerine pişman eder. Haçlıların canı cehenneme! —Güle güle Bilekkıran Aleksi! Haçlıların canı cehenneme! diye yanıtladı Bey Hatun. Bilekkıran Aleksi ve adamları geldikleri yoldan doludizgin dönerlerken Bey Hatun ve yanındakiler Yatağan’a indiler. Ayaz tepesine yaklaşırken bir kurt sürüsünün ara sıra uluyarak, tek sıra Kazıkbeli’ne doğru koşuştuklarını gördüler. Dağın yamacından bir sürü akbaba ve kartal havalanmış, gökte çemberler çizerek Kazıkbeli’ne doğru uçuyordu. Bey Hatun kuşları görünce heyecanlandı. “Kazıkbeli’nde bir şeyler oldu herhalde. Yoksa bu kuşlar, kurtlar hep Kazıkbeli’ne doğru neden gitsin?” diye düşündü. Ayaz tepesi yakınına geldiklerinde Beyce Sultan sağlık bölüğünün sedyelerde yaralı taşıdıklarını görünce yüreği ağzına geldi. Yaralılar hemen soyulup yaraları sarılıyordu. Kızların ve Bey Hatun’un yüzünde anlamını bilmediği bir tebessüm vardı. Bey Ana: —Tez bana neler olup bittiğini açıklayın! diye bağırdı. Yanına gelen Beyce Sultan: —Zafer anacığım zafer! diye boynuna sarıldı. Bizimkiler Alman Haçlılarını Kazıkbeli’nde beklemedik bir baskın yapmışlar. Gün boyu pırasa doğrar gibi Almanları doğramışlar. Kazıkbeli dereleri, sırtları Alman ölüleriyle dolmuş taşmış. Almanların başkumandanları bile ölüler arasındaymış. Taşı taşı ganimetler bitmiyormuş. Bizden çok az şehit ve yaralı varmış. —Peki şimdi bizimkiler neredeymiş kızım? —Bizimkiler arkadan gelen Frenkleri Menderes’te karşılamak için yola düşmüşler. Bey Ana ellerini havaya açarak: —Şükürler olsun Ya Rabbi! Odumuzu, ocağımızı, yurdumuzu barınağımızı koruduğun için! diye dua edip secdeye vardı. —Baban nasılmış kızım? Ondan haber var mı? —Babam da Kara İbrahim de hepsi aslanlar gibi dövüşmüşler! Hepsi sağ ve salimmiş. Siz bizi düşünmeyin, arkamızı iyi koruyun demiş babam. —Allahım! Bir de şu Frenkler belâsını da atlatsak! Yardım et bahadırlarımıza, diye duasını sürdürdü. Demek ki kartallar, kurtlar kan kokusunu aldığı için Kazıkbeli’ne doğru gidiyorlarmış, diye mırıldandı. —Evet, oradaki Alman atlarının leşlerini ve Alman ölülerini bir haftada zor temizler kurtlar, çakallar, akbabalar kartallar. Dereler, tepeler leşlerle dolmuş, taşmış. —Hiç sağ kalan olmamış mı? —Canını kurtarabilenlerden çok azı karanlık çökünce Sarıabat Ovası’na doğru kaçmışlar. Nereye gittikleri belli değilmiş. Bu arada develere yüklenmiş Alman ganimetlerini bir an önce Karaağaç’a ulaştırmak için bir ekip kuruldu ve yola çıkarıldı. Bey Hatun bekleme yerinde sağlık ekibinin çalışmasını denetlemek için yaralılar arasında dolaştı. Onlara gönül okşayıcı sözler söyledi. —Gazilerim, kahramanlarım! Geçmiş olsun! Tez zamanda iyileşeceksiniz. Ne mutlu ki böyle kutsal bir harpte gazi oldunuz. Geride kalan eşleriniz, çocuklarınız, mallarınız güvence altındadır. Hiç merak etmeyin! dedi. Kiminin başını, kiminin ellerini okşadı. Kiminin yanağını öptü. Bey Ana’nın şefkatli elleri Gazilerin duydukları acıları çoktan unutturmuştu… O gün Karaağaç Ovası’nda bayram havası yaşandı. Ganimetler Karahöyük’te Bey Hatun önderliğinde sıralandı, sınıflandı. Develere yüklenip obalara, köylere gönderildi. Hatun Ana tüm ciddiyetiyle ganimet dağıtanlara: —Bu ganimetleri öncelikle şehit ve gazi yakınlarına, sefere çıkanların ailelerine, yoksul ve kimsesizlere eşit olarak dağıtacaksınız. Sakın ola bir yanlışlık yaparsınız! Kendinize hak etmediğiniz pay alamaya kalkarsınız! O zaman iki elim yakanızda olacaktır! diye sıkı sıkı tembihledi. Bir miktar ganimeti beylik mal olarak ayırdı. Yanından hiç ayırmadığı torunu Karaağaç’ın siyah saçlarını okşadı. Kömür gözlerini öptü. —Torunum, koçum, dedi. Bizlerden sonra büyüyünce obalarımıza sen bey olacaksın. Beylik önce adaletle başlar. Obanın hakkını, hukukunu kendi malından daha önde kılarsan herkesin güvenini kazanırsın. Emirlerin saygıyla dinlenir. Seni seveni de sevmeyeni de bir tutacaksın ki ocağın dağılmasın. Mutluğu yaymanın temeli adalettir oğul. Bunları kulağına küpe et tosunum! diye sürdürdü konuşmasını. Koçlar, erkeçler kesildi, kavurmalar yapıldı. Tulumlarla çökelekler, peynirler develere yüklendi. Günlerce bayatlamayan Karahöyük ekmekleri pişirildi. Hazırlanan bir birlikle Kazıkbeli’ne gönderildi. Zaferin sevinci tüm yürekleri sardı. Küsler barıştı, kucaklaştı. Çocuklar sevinçle obaları, köyleri şenlendirdi. Gözler, kulaklar Kazıkbeli’nden yeni gelecek haberlerde dikildi… *** Bey Hatun günlerdir uğramadığı obasına varınca kadınların, gelinlerin telaşla oradan oraya koşuştuklarını gördü. “Hayırdır İnşallah!” diye mırıldandı ve kadınlara seslendi: —Neden bu koşuşturma kadınlar? —Yetiş Bey Anamız! Yetiş! Ayçiçek Gelin… —Ne olmuş Ayçiçek Gelin’e? —Doğum sancıları başlamış. Ona yardım etmek içindir telaşımız. Bey Hatun atını Ayçiçek Gelin’in çadırına çevirdi. Yaşından beklenmeyen bir çeviklikle atından indi ve çadıra daldı. Ayçiçek Gelin sancıyla kıvranıyor, arada bir çığlık atıyordu. Alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Hemen Ayçiçek Gelin’in karnını yokladı. —Çabuk ılık su hazırlayın! Leğen ve tas getirin! Temiz havluyu ve çaputu da unutmayın!.. Gelinin altına temiz çarşaf serin! diye emirler yağdırdı. Kadınlar dört bir yana koşuştular ve Bey Hatun’un istediklerini yatağın yanına koydular. Bey Hatun: —Şimdi herkes dışarı çıksın. Başımda bana yardım edecek bir “Ön Ebe” kalsın. Oyalanmayın çabuk olun, boşaltın burayı! dedi. Ayçiçek Gelin’e: —Şimdi kurtulacaksın suna boylum. Sık dişini gelinim! diye avuttu. Ayçiçek Gelin başucunda Bey Ana’yı görünce sızlanmayı kesti. İçine sonsuz bir güven gelmişti. Bey Ana becerikli elleriyle yüzlerce bebeğin doğumunu yaptırmıştı. Bey Ana gelinin terini sildi, yanaklarını okşadı. Eğildi baktı. Doğum yaklaşmak üzereydi. Ön Ebe’ye “Sen gelinin başucuna geç!” dedi. Ön Ebe Ayçiçek Gelin'in başucuna geçti. Ayçiçek Gelin’in kollarından tuttu. Bey Hatun içinden bir Fatiha ve üç İhlâs okudu. Biraz sonra ellerinde bir bebekle doğruldu. Çadırın içini bir anda bebek ağlaması doldurdu. Bey Hatun dışarıda bekleyen Ayçiçek’in kaynanası Fatmana’ya: —Gözün Aydın Fatmana! Tosun gibi bir torunun oldu. İçeri girebilirsin, diye seslendi. Fatmana şehit Bamsı’sının acısıyla günlerdir yastaydı. Koşarak içeri girdi. Birlikte yıkayıp, tuzladılar. Göbeğini kestiler. Fatmana bebeği öptü, okşadı. “Bamsı’mın kokusu sinmiş torunuma.” diye sevindi. Bey Hatun: —Adını ne koymak istersiniz Fatmana? —Bey Hatun’um, doğum ebesi sen oldun. İsim anası da sen ol. —Bu bebek bizim koç oğlumuz, şehidimiz Bamsı’dan bize armağandır. Adını Bamsı verelim. Ömrünü Allah versin. Ne dersin Ayçiçek gelinimiz? Ayçiçek’in günlerdir gülemeyen yüzü pembe pembe güldü. —Siz nasıl uygun görürseniz Bey Anam, diyebildi. Bey Ana’nın kucağına verdiği Bamsı bebeği öptü, emzirdi. Bebeği tekrar Bey Ana’nın kucağına verirken gözlerinden iki damla yaş aktı, gül yanaklarını ıslattı. Bey Hatun ve Fatamana bebeği kundakladılar, sedirden yapılmış beşiğe yatırdılar. Beşiğe çıtlık ağacından, mavi boncuklardan nazarlık taktılar. Bey Hatun bebeğin sağ kulağına ezan, sol kulağına Kamet okudu. Üç kez bebeğin adını kulağına söyledi. Ertesi gün Fatmana bir “gövet” hazırladı. Gövete leblebi, lokum, şeker, elma, erik kurusu, kavurga gibi yiyeceklerle doldurdu. Küçük keselere koyup tüm oba evlerine, çadırlara dağıttı. Göveti alanlar duygulandı. Sevinçten mi yoksa Bamsı’nın acısından mı bilinmez gözyaşlarını yaşmaklarını ucu ile silerek: —Allah ömrünü uzun etsin. Mutluluk yurdundan, ocağından eksik olmasın. Şehit babası Bamsı’nın yerini doldursun, diye dua ettiler. Göveti alan Eren Dede apak sakallarını sevinçle sıvadı. —Veren de, alan da yüce Allah’tır. Bamsı’mızı elimizden alan Allah, yerine bir Bamsı daha hediye etmiştir. Biz, bir ölür, bin diriliriz. Allah küçük Bamsı’mızı anasına, atasına, obamıza, ulusumuza, vatana hayırlı evlât eylesin, diye dua edip, şükür namazı kıldı…
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.