Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
KAVUŞMAYAN AŞK ROMAN Hüseyin TURHAL
İstanbul'un baharında, üniversite kampüsünün naifliğinde başlayan ve imkansızlıkla mühürlenen bir aşkın hikayesi. Elif (Şehir ve Bölge Planlama öğrencisi), ailesine olan sorumlulukları nedeniyle aşka...
19. Bölüm

Bölüm 3: Platonik Ritüeller ve Kırık Bir Kalem

16 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bölüm 3: Platonik Ritüeller ve Kırık Bir Kalem

Hasan, "Gölge" mektubunun Zerha üzerindeki etkisini öğrendiğinden beri, utancı daha da derinleşmişti. Zerha'nın onu "dramatik" veya "çocukça" bulan bakış açısı, kendi içine kapanık dünyasının duvarlarını daha da kalınlaştırmıştı. Ancak aşk, mantığa boyun eğen bir duygu değildi.
Mektupları kesmişti, ama Zerha'yı izleme ritüeli, Hasan'ın hayatının vazgeçilmez bir parçası olarak kalmıştı. Bu ritüel, onun platonik aşkının en kutsal eylemiydi.
Her sabah, Zerha okul kapısından girdiği anda, Hasan hemen arkasındaki pencereden onu izlerdi. Zerha'nın saçının o gün nasıl toplandığını, hangi renk hırkayı giydiğini, gülümsemesinin ne kadar parlak olduğunu not ederdi.
Öğle yemeğinde, Zerha ve arkadaşları kantinin kalabalık köşesinde otururken, Hasan her zaman kantinin en uzak masasında, bir köşede yalnız oturur, tabağındaki yemeğe dokunmadan onu seyrederdi.
Bu, bir avcının avını izlemesi gibi değildi; bu, bir ressamın ilham perisini izlemesiydi. Zerha'nın her hareketi, onun defterine dökülen şiirlerin, çizimlerin ve hayallerin yakıtıydı.
Bir gün, okulun bahar şenliği vardı. Okul bahçesi balonlar ve müzikle doluydu. Hasan, her zamanki gibi kalabalığın kenarında, eski bir meşe ağacının gölgesinde duruyordu. Zerha, arkadaşlarıyla bir grup oluşturmuş, kahkahalarla gülüyor ve dans etmeye çalışıyordu.
Hasan'ın gözleri ondan ayrılmıyordu. O kadar güzeldi ki, Hasan o an dünyadaki tek kişinin kendisi ve Zerha olduğunu hissetti. O anki coşku ve acı karışımı duygu o kadar yoğundu ki, Hasan'ın kalbi göğsünde dayanılmaz bir baskı oluşturuyordu.
Zerha, bir anda dengesini kaybetti ve hafifçe sendeledi. Yanındaki arkadaşı onu tuttu ama Zerha'nın elindeki, annesinin ona aldığı ve çok sevdiği, zarif bir mavi kolye yere düştü ve boncukları dağıldı. Zerha'nın yüzündeki neşe aniden silindi, yerini üzüntü aldı. Eğilip boncukları toplamaya çalıştı ama kalabalık ve müzik yüzünden zorlanıyordu.
Hasan'ın içi cız etti. Bu, konuşmak için bir fırsat değildi; bu, bir eylem anıydı. Düşünmeden, kendisini o gölgeden, o duvarın arkasından attı. Kalabalığın arasından, ayakları birbirine dolaşarak Zerha'ya doğru yürüdü.
Zerha, yerde dizlerinin üzerinde, gözleri dolmuş bir şekilde boncukları toplarken, bir çift spor ayakkabısı görüş alanına girdi. Başını kaldırdı. Hasan, yine kıpkırmızı olmuş, eli ayağına karışmış bir halde karşısında duruyordu.
Hasan, tek kelime edemedi. Eğildi ve hızla Zerha'nın yanındaki en büyük boncuğu aldı. Onu Zerha'ya uzatmak üzereyken, heyecandan titreyen eli, arka cebindeki kurşun kaleme çarptı.
Çat!
Kalem, tam ortadan ikiye ayrıldı. Ses, müzik gürültüsünde zar zor duyuldu ama Hasan'ın dünyasında bir silah sesi gibi yankılandı.
Hasan, elindeki boncukla, kırık kalemi Zerha'nın avucuna düşürdü. Gözleri Zerha'nın irileşen ela gözlerine takılı kaldı. O an, söylemek istediği her şey, "Çok güzelsin," "Lütfen üzülme," "Sana aşığım," o kırık kalemin acı sesiyle boğulmuştu.
Tekrar kelimeler boğazına tıkandı. Tekrar dili, ayağına dolanmıştı. Yapabileceği tek şey, oradan kaçmaktı.
Hasan, hızla arkasını döndü ve geldiği gibi, bu sefer daha da büyük bir utanç ve hüsranla, kalabalığın arasına karıştı. Koşarak meşe ağacının arkasındaki tanıdık gölgeye sığındı.
Zerha, elindeki büyük mavi boncuk ve ortadan ikiye ayrılmış kurşun kalemle kalakalmıştı. Önce şaşkınlık, sonra hafif bir gülümseme yüzüne yayıldı.
"Ne kadar da tuhaf," diye fısıldadı kendi kendine. "Neden kırık bir kalem bıraktı ki?"
Ama o mavi boncuğa bakarken, Hasan'ın o anki panik dolu, çaresiz bakışlarını hatırladı. Hasan'ın gözlerinde, o "Gölge" mektuplarında okuduğu tutkunun bir yansıması vardı. Belki de o çocuk, gerçekten de sadece utangaçtı. Belki de kalemi, söyleyemediği sözlerin kurbanı olmuştu.
Zerha, elindeki boncukları toplarken, o kırık kalemi de nazikçe çantasına koydu. O, Hasan için bir utanç ve başarısızlık anının sembolüydü. Ama Zerha için, "Gölge"nin varlığının ilk elle tutulur kanıtıydı. O geceden itibaren Zerha, koridorlarda yürürken, arkasındaki gölgelere daha dikkatli bakmaya başladı.
Hasan ise o gece defterine, hayatındaki en başarısız ama en cesur eylemini yazıyordu:
Cesaret geldi, bir boncuk kadar küçüktü.
Sonra utanç geldi, bir kurşun kalem gibi kırıldı.
Sana uzattım elimi, titreyen bir kalp ile,
Ve sana verdim, kelimelerimin tabutunu.
Artık biliyordu, aşkını itiraf etmek için sadece dürüstlük yetmezdi, aynı zamanda kırık bir kalemden daha güçlü bir sese ihtiyacı vardı.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL