Kalbe Düşen İkindi – Manevî Deneme / Tasavvuf Sohbetleri / Aşk
Dünya, kimi zaman sevdiklerimizle, kimi zaman korktuklarımızla sınandığımız bir imtihan yeridir. Bu eser; kıssalar, menkıbeler ve sohb...
Mehlika sabahın serinliğinde medresenin avlusuna girdiğinde kalbinde tarifsiz bir sevinç vardı. Taş avlunun üzerine düşen ışık, sanki onun içindeki huzura ortak oluyordu.Bu mekân, onun için sadece derslerin işlendiği bir yer değil; ruhunun soluk aldığı, kalbinin inceldiği bir sığınaktı.
Zeynep, avlunun diğer ucunda onu görür görmez kollarını açarak koştu. Gözlerinde hem sevinç hem de gizleyemediği bir telaş vardı. Dudaklarında titrek ama içten bir gülümseyiş belirdi.
"Mehlika!" diye seslendi. Sesinde öyle bir heyecan vardı ki, etraftaki kuşların cıvıltısı bile sustu sanki.
Mehlika şaşırmıştı, fakat bu heyecanın boşuna olmadığını sezdi. Arkadaşının ellerini tuttuğunda Zeynep'in avuçlarının terlediğini fark etti.
"Ne oldu Zeynep, yüzünden ışık saçıyorsun? "
Zeynep'in bakışları yere düştü, sonra tekrar Mehlika'ya çevrildi. Derin bir nefes aldı, sanki kelimeleri kalbinden söküp çıkaracak cesareti topluyordu.
"Mehlika… bir haberim var sana. Rabbim muradımı nasip etti. Ailem, sevdiğim delikanlıyla sözümüze karar verdi. Dün gece konuştular… Ben, ben artık bir adım daha attım o yola."
O an Mehlika’nın gözleri parladı. Kalbi, arkadaşının sevincine kendi sevinciymiş gibi çarptı. Göz kapaklarının altından taşmaya çalışan yaşları saklamaya çalıştı ama başaramadı. Ellerini Zeynep'in ellerine sıkıca kenetledi.
"Zeynep!" dedi, sesi titreyerek. "Bu nasıl güzel bir müjde böyle… Senin gözyaşın bile ışık gibi düşüyor gönlüme. Rabbim bahtını açık etsin, yolunu hayırla bereketlendirsin."
İki genç kızın kalpleri, aynı anda şükürle doldu. Birinin sevinci diğerine sirayet etti, medrese duvarları bile bu müjdeye sessiz şahit oldu.Zeynep'in dudaklarından dökülen müjde, Mehlika'nın kalbine hem sevinç hem de tatlı bir sızı düşürdü. Arkadaşının mutluluğu, onun için de bir bayramdı. Ama aynı anda, içinde sessizce kıpırdayan bir duygu vardı; adını koyamadığı, belki de koymaktan çekindiği bir duygu…
Mehlika, Zeynep'in ellerini bırakmadı. Onu sıkıca tuttu, sanki mutluluğu parmaklarının arasından kaçmasın diye. Dudaklarına bir tebessüm yerleşti, gözlerinde ise ince bir buğu.
"Zeynep, senin sevincin benim sevincimdir. Ama bil ki, bu müjde sadece senin değil, kalbime de dokunan bir hediye oldu. Rabbim sana öyle bir yuva nasip etsin ki, senin gülüşün hiç solmasın. Sen dua ederken ben de 'âmin' olayım, sen sevinirken ben de sevineyim…"
Zeynep, arkadaşının sesindeki titrek zarafeti fark etti. Onun mahcubiyetini, gizlediği hislerini sezdi ve bakışlarını yere indirdi.
İkisi medresenin serin taş merdivenlerine oturdular. Kuş sesleri etraflarında yankılanıyor, avludan geçen talebelerin fısıltıları arasında kendi sessizliklerini örüyorlardı.
Mehlika derin bir nefes aldı. İçinde birikenleri kimseye açmasa da kendi kalbine itiraf etti:
"Zeynep’in kalbine muradı dokunmuş… Ya benim kalbim? Ya benim içimde büyüyen hisler? Bu satırları bana yazan, aynı kelimeleri başkasına fısıldar mı bir gün?Yok yaa , yapmaz benim Mehmedim" dedi.. Ve "Rabbim, kalbimi bana sabırla büyütmeyi öğret" diye devam etti.
Bir an başını göğe kaldırdı. Bulutların arasından süzülen ışık huzmeleri gözlerine doldu. Sanki sema bile arkadaşının sevincini kutluyor, kendi içine doğan sızıyı ise teselli ediyordu.
Zeynep, dostunun derin düşüncelere daldığını fark edince, omzuna başını yasladı. "Mehlikam… Allah dilerse senin de muradını yazacak kalbine. Senin yolun, senin kaderin ayrı, ama emin ol ki en güzeli sana saklıdır."
Mehlika gözlerini kapattı, dudaklarının kıpırdadığı bir duayı kalbinin derinliklerine gömdü: "Rabbim… kalbimi incitme, sabrımı çoğalt. Ve eğer muradım yazılıysa, onu bana hayırlı ve temiz bir vakitte getir…" Ve iç sesi devam etti konuşmaya: "Acaba biz ne zaman kavuşacağız, Mehmedim? Gerçekten o gün gelecek mi? Kalbim buna inanmak istiyor…Kurduğum hayaller,bir bir gerçekleşecek mi seninle? Bende böyle arkadaşlarıma müjde vermek için koşacak mıyım " dedi ve gülümsedi..
Mehlika derse girdiğinde, elindeki sayfalar parmaklarının arasında titriyordu. Hocanın sesi sınıfta yankılanıyor, talebeler birbiri ardına sûreleri tane tane okuyordu. Sıra Mehlika'ya geldiğinde, kalbi yerinden çıkacak gibi çarpmaya başladı. Dudakları kıpırdasa da kelimeler boğazına düğümlendi.
Bir âyetin ortasında takıldı… Tekrar etti, yine olmadı. Hoca tebessüm etti, sabırla dinledi ama Mehlika'nın gözleri çoktan dolmuştu. Arkadaşlarının bakışları sırtına yük gibi bindi. Başını öne eğdi, sesi kısıldı.
Ders arasında kimseye görünmeden çantasını alıp avluya çıktı. Hava, içine dolan kırıklığı daha da büyütür gibiydi. Ayakları onu farkında olmadan medresenin arkasındaki çınara götürdü.
Çınar ağacının gövdesine yaslandı. Yaprakların hışırtısı sanki onun içindeki fırtınaya eşlik ediyordu. Avuçlarını yüzüne kapadı, derin bir nefes aldı.
"Ben niçin böyleyim?" diye fısıldadı kendi kendine. "Niçin herkesin kolayca söylediği âyetler, benim dilime ağır geliyor? Rabbim, ben mi eksik çalışıyorum, yoksa kalbim mi dağılıyor?"
Yerde düşen yapraklardan birini alıp avuçlarında çevirdi. Gözleri, yaprağın damarlarında kendi kalbini görür gibi oldu: kırılgan, ince, en ufak bir rüzgârda savrulacak gibi.
İçinde buruk bir isyan kıpırdadı. Bir yanıyla kendine kızıyor, diğer yanıyla ise sessizce Rabbine sığınıyordu. Çınarın dalları arasından gökyüzüne baktı. Bulutların arasından süzülen ışık huzmeleri gözlerine vurdu.
O an dudaklarından ince bir dua döküldü: "Allah’ım… çalıştığım hâlde zor geliyorsa bana kolaylaştır. Beni senden soğutma, bana sebat ver. Kalbim dağılmasın, kelimeler sana ulaşsın…"
Gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Ama bu kez içinde biraz daha ferahlık vardı. Sanki çınarın dalları onu kucaklamış, Rabbi sessiz duasını duymuştu.
Çınarın gölgesinde yalnız başına oturmuşken, uzaktan bir gölge belirdi. Mehmet'in silueti, adımlarının sakinliğinde yaklaştı; yüzünde hem merak hem de hafif bir tebessüm vardı. Dizlerinin üzerine çökmek yerine, nazikçe yanına oturdu; gözleri Mehlika' nın gözlerine değdi
"Ders vakti burada ne yapıyorsun, Mehlika?" diye takıldı Mehmet, sesi alçak ve oyuncuydu. "Dersten mi kaçtın, tembel talebe seni " dedi.
Söylediği sözün hafifliğini, Mehlika'nın yüreğinde bıraktığı sarsıntının büyüklüğünü anlayamadı. O anki sözcükler, hafif bir espri niyetiyle çıkmıştı ama Mehlika'nın yarasına değmişti. Gözleri aniden nemlendi; bir hıçkırık boğazından yükseldi, elleriyle yüzünü kapadı, çekingen ve çaresiz bir sesle titredi:
"Hiç…hiç…"
Mehmet, yüzündeki tebessümün anımsızca silindiğini gördü; mahcup bir sessizlik çöktü. Gözleri doldu, yaptığı şakanın isabet ettiğini görünce içi buruldu. Nefesini topladı, mahcubiyetle fısıldadı:
Mehlika ellerini yüzünden indirdi; gözleri hala ıslaktı ama bakışları Mehmet'in gözlerine değdi. Sesini güç toplayarak çıkardı:
"Senlik değil, Mehmet… Benim kalbim biraz darda bu sıralar. Derslerim berbat gidiyor; her şey birikmiş gibi. Ne bileyim..kelimeler takılıyor dilime.Hem de...."
Başını eğdi, yüzünü saklamak istercesine çenesini göğsüne yaklaştırdı.
"Hem de ne Mehlika" dedi merakla Mehmet. Sustuğu anlardan birinde, içindeki daha derin bir sızı usul usul dışarı taşmaya başladı; öyle bir sızı ki, sözcüğe dökmek istemezken kendiliğinden çıktı Mehlika'nın dilinden: Bazen seninle ilgili vesveler doğuyor kalbime..Hani ne bileyim üzer mi beni,bırakır mı?Kaybetme korkusu sardı ruhumu sanırım.Bu da bana ağır geliyor,şimdi de altından kalkamıyorum. Son zamanlar da daha da arttı bu hisler.Sana olan sevdam büyüdükçe bu his de büyüyor.Kaybetme korkusu.. İşte bunu iliklerime kadar hissediyorum."dedi ve derin bi iç çekip tekrar gözyaşlarına boğuldu..
Mehmet de derin bi iç çekip söze başladı:
"Mehlikam… Sana dokunan her hıçkırık, her titreyen nefes, benim için sadece bir ses değil, bir feryat gibi içime işliyor. Anlatmak isterim ki, kalbini sardığın bu korku, yalnızca senin yükün değil; ben de onunla beraber taşıyorum. Her zaman, her an, senin yanında olacağım. Ne rüzgâr, ne zaman, ne de bir şüphe, bu bağlılığı bozamaz. Çünkü senin kalbin benim en kıymetli hazinem.
Bilmeni isterim ki, seninle olmak, seni anlamak, sana dokunmak… bütün varlığımın en derin arzusudur. Kalbinin titremesi, gözyaşların, korkuların… bunların hepsi bana bir sorumluluk yüklüyor, ama aynı zamanda bir şükür sebebi. Çünkü seninle paylaştığım her an, bana hayatın gerçek derinliğini gösteriyor.
Sana söz veriyorum, Mehlika… Bu kalp, senin yanında durmak için yaratıldı. Seninle her sevinci, her hüznü, her tereddüdü paylaşacağım. Kalbinin en gizli köşesinde bir kıvılcım da olsa, onu söndürmeyeceğim. Tam tersine, onu besleyecek, büyütecek, koruyacağım.
Biliyorum… bazen vesvese geliyor, korkular seni sarıyor. Ama inan, seninle olduğum sürece, hiçbir yalnızlık, hiçbir belirsizlik, hiçbir korku kalbini esir alamaz. Çünkü ben buradayım; seninle, senin için, seninle birlikte… Ve ne olursa olsun, seni bırakmak, sana ihanet etmek ya da kalbini yalnız bırakmak benim sözlüğümde yok.
Senin gözyaşlarını, titreyen nefeslerini gördükçe daha da bir şey anlıyorum: Seni sevmek, sadece bir duygu değil, bir ibadet, bir adanmışlık… Ve ben bu adanmışlığa, bu sevgiye sadık kalacağım. Her zaman, her yerde, Mehlikam… Seninle olacağım. Ve bil ki, senin kalbinin güvenliği, benim için her şeyden önce gelir.Vuslatımız bu dünya da olmazsa da,diğer alemde benimsin,bende seninim" dedi ve tebessüm etti Mehmet. Sonra da sözünü şu cümlelerle bitirdi:
"Ve bil ki, Mehlikam, adım Mehmetse, sözümü tutacağım; seni asla üzmeyeceğim."
Mehmet'in sözleri ruhuna dokunduğunda Mehlika, ellerini yüzünden indirdi. Gözyaşlarını silerken derin bir nefes aldı; kalbinde bir sıcaklık yükseldi, içi hafifledi. "Bu adam beni asla üzmez… Sözünü tutar…" diye düşündü kendi kendine. Tüm benliğiyle güvendi, kalbinin en derin köşesinde Mehmet' e güvenle yer açtı; artık korkularından ve şüphelerinden arınmış, sadece güven ve huzur vardı içinde.
Çınarın gölgesi, Mehlika ile Mehmet'i sarmalamıştı. İkisi de artık kelimelerden çok suskunluğun dilinde konuşuyordu. Hüzün, biraz önceki gözyaşlarının izinde hâlâ canlıydı ama Mehmet’in teselli dolu bakışlarıyla Mehlika'nın kalbi yavaş yavaş hafifliyordu.
O esnada, medreseden çıkan Zeynep, ince adımlarla avluya yöneldi. Arkadaşını göremeyince gözleri çınar tarafına kaydı. Kalbinden hafif bir gülümseme yükseldi: "Kesin çınar ağacına gitmiştir,kalbi daralınca hep çınara sığınıyor." dedi.
Yaklaştığında, gövdenin yanında oturan iki silueti fark etti. Mehlika'nın yüzünde hâlâ hüzünle karışık bir ifade vardı, Mehmet ise dikkatle onu dinliyordu. İkisinin arasında öyle bir hâl vardı ki, dışarıdan bakıldığında sözlerden daha güçlü bir bağ okunuyordu.
Zeynep, elini dudaklarına götürdü, sessiz bir tebessümle bakakaldı. İçinden geçirdi: "Rabbim, gönüllerini incitme… Ne kadar narinler."
Bir an daha seyretti, ama kendisini hissettirmemek için geri adım attı. Sessizce uzaklaştı; geride yalnızca çınarın rüzgârla hışırdayan yaprakları kaldı.
Mehmet ve Mehlika, Zeynep'in varlığından habersiz, kendi sessizliklerinin içinde kalmaya devam ettiler.
Mehmet yavaşça çınarın altından kalkarken, gözlerinde hafif bir mahcubiyetle konuştu: "Ben… annemin buraya gelmesi için telgraf çektim," dedi, sesi nazik ama ciddi.
Mehlika, kaşlarını hafifçe kaldırdı.
"Telgraf mı ? Babamgil önemli işleri için hep muhtara giderler, muhtarın evinde telefon var. Sende arasaydın keşke… Hem de sesini duyardın anneciğinin" dedi nazikçe.
Mehmet, hafifçe başını salladı, bir an duraksadı, sonra derin bir nefesle devam etti: "Muhtarın yanında nasıl konuşayım ki Mehlika Sultan… Anneciğim, burda Elif Teyze’nin bir kızı var. Adı Mehlika… Gönlüm ona düştü. Hayırlı bir iş için gelin mi deseydim?"
Mehlika hafifçe utandı, gözlerini kaçırdı. İçten bir tebessüm dudaklarına yerleşti, ama mahcubiyet hâlâ yüzünü kaplamıştı.
Mehmet hafifçe gülerek ekledi: "Muhtar efendi de mahalleye dedikodu olarak yaysa mı… hıı Mehlika Sultan ?"
Mehlika o an, yüzü kıpkırmızı, kalbi hafifçe hızla çarpıyordu: "Hayırlı iş mi…?" diye fısıldadı kendi kendine.
Mehlika derin bir nefes aldı, gözlerini kapadı ve içten bir dua mırıldandı: "Rabbim… kalbimi koru, adımlarımı doğru yöne götür. Ve eğer bu yol hayırlıysa, Mehmet’le birlikte olmayı bana nasip et."
Bir an sessizlik oldu; sadece yaprakların hışırtısı duyuluyordu. Mehmet de kendi duasını fısıldadı: "Allah’ım… kalbimizi koru, sevgimizi sarsma ve adımlarımızı daim kıl. Bize sabır, anlayış ve sadakat ver…"
O an, her şey bir anda hafifledi. Mehlika’nın kalbi artık korkusuz, umutla doluydu. Tüm benliğiyle Mehmet’e güveniyor, onun sözlerine inanıyor ve geleceğe dair sessiz bir huzurla bakıyordu.
Sanki dünya durmuş, yalnızca onların kalpleri birbirine konuşuyordu.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.